elimden tek gelen, evimde oturup acı çekmek oldu. bazen de ara ara, alışveriş yapıp -ihtiyacım olmadığı halde yüzlerce makyaj malzemesine sahip olmuştum o zamanlar- çikolata yiyerek, gündüzleri bile, serinlemek bahanesiyle soğuk bira içmeye gitmek olmuştu kat3'e. kat3'ü severim, özellikle de kent meydanındaki yerleri, pazar günü bile gündüzleri çok kalabalık olmaz, biraz içip kafa boşaltıp rahatlamak için uygun olur. şimdi nasıl bilemiyorum tabi, uzunca zamandır gitmedim. şu sıralar alkollü bütün aktivitelerimizi, hangi arkadaşın evi daha müsaitse, o evde toplanıp, deniz seki, sezen aksu dinleyip ruh dinlendirerek yaparız. maksat muhabbet olsun yani.
hayatımda, en sevdiğim adamdı. saçma bir şekilde tanışıp, saçma bir dönemimde sevgilim olmuştu. hayatım koca bir boşluktan ibaretken, o varlığıyla boşluğu hemen doldurmuştu. belki, öncekinden kalan acımsı tadı unutmama tek sebep de oydu. yoksa, o hiçlikle sonum ağır antidepresanlara doğru ilerleyecekti, derken elini uzattı. hayatınızda, sevdiğiniz birinden kalan boşluğu doldurup, onun izlerini silip atan bir adam için, yıllar geçse bile kötü konuşamazsınız ya, öyle işte. sevgisiyle, şefkatiyle, sahipleniciliğiyle tam olarak benim dünyamın merkezi olmayı başarmıştı. artık her anım, her saniyem onun için yaşayarak geçiyordu ki, böyle olması için o da elinden geleni yapıyordu. ama işte her rüyanın bir sonu vardır. her güzel şey bir gün biter. o da bitti. saçmasapan sebeplerle, aynı anda, daha fazla yürüyemeyeceği kararını vermiştik sanki, bitmek zorunda kaldı ve bitti.arkasından, önceki ve ondan sonraki herkes için üzüldüğümden daha fazla üzüldüm. ama bu sefer, kendimi bir hiç olarak değil de, O'nun eskiden sevdiği insan olarak görmeye başlamıştım. ayrıldığımız gün, problemli bir ayrılık olmadığı için, kendimizi toparladığımız zaman iki eski dost gibi birbirimizi arayacağımıza bile söz vermiştik. ilk zamanlar kimseden çıt çıkmadı ama, sonralarda bunu da başardık. en azından, içimizden aramak geldiğinde "arayacağım ama arkamdan kim bilir neler düşünecek" endişesi olmadan bir alo diyebildik. size yemin edebilirim, beni sevmekten vazgeçtiği için ölmesini arzulamadığım tek adam O'ydu. hala daha, bu dünyada eğer güzellik diye birşey varsa, hepsini hakettiğini düşünüyorum, tüm güzellikler onu bulmalı, onun olmalı.
ardından, hayatımda içmediğim kadar içtim, damarımdan alkolün eksik olmadığı günlerdi, çünkü o votka içmeyi çok severdi. kim bilir belki de "ne yazsam kullanıcı adı olarak" diye arpacık kumrusu gibi düşündüğümde "wodkaenerjii"yi seçmem de bundandır. makyaj ürünlerini severim, watsons haftada bir uğradığım bir mağazadır ve onlarca makyaj ürününe sahibim, kullanmasam bile rengini beğendiğim için, bir gün işime yarayabilir mantığıyla bir sürü ruja sahibim. O'nun ardından, hemen her markadan, her renkten rujlarım oldu, hologramik simli fuşya pembelerden, mat nar çiçeği renklerine, mat fuşya pembelerden, kan kırmızılara. en açığından en koyusuna kadar bronz allıklara, rengarek eyeliner ve göz kalemlerine. sanırım, çektiğim acıyı zevk haline getirdiğim ilk dönemdi. kendimi eve kapattığım da olurdu ama, watsons mağazalarında makyaj standlarının arasında kendimi kaybettiğim daha çok olurdu. renk renk duş jelleri, altın ışıltılı vücut nemlendiricileri -ki bunları bir iki kullanımdan sonra eşe dosta hediye ettim- saç bakım ürünleri vs... o zamanlar, hayatımın en büyük yatırımını watsonsa yapıyordum. kaybettiğimin acısını çıkartıyordum, kendimi şımartıyordum.
hayatımda tanıdığım, alışveriş seven tek erkekti. hayatımda tanıdığım, kişisel bakım ürünlerini seven tek erkekti. birlikteliğimiz süresince, kendime şampuan alırken, ona da traş sonrası bakım kremleri, nemlendirici losyonlar aldığım tek sevgilimdi ve o da bana kremler, makyaj temizleme losyonları alan tek sevgilimdi. hani bir erkek hediye olarak parfüm alır ya, o öyle değildi, sevdiğim bütün makyaj ürünlerinden sevdiğim renkleri alırdı ara sıra. belki de hangi marka rimel kullandığımı bilen tek sevgilim olduğu için bu kadar olumluyum ona karşı. belki de, şu ruju açık renk sür be kadın demeyen biri olduğu için, bu kadar sevgi doluyum. beni anladığı, tanıdığı, yargılamadığı için. şimdi, her sabah rimel sürerken, ruj sürerken onu anımsayabiliyorum. O'da severdi bu rengi, diyerek, o bana çok yakıştırırdı diyerek.
benim seveceğimden emin olarak, Miss Dior Cherie'yi gözü kapalı alması, hatta değişim kartı bile koydurmaması başlı başına isabetli bir karardı. ben hala, o zamanlardan beri Miss Dior Cherie kullanırım, çünkü, beni en iyi tanıyan adam ilk kokladığı anda seveceğimden emin olmuştu. bir kez daha doğru karar verip, doğru adım attı o zaman. parfüm aslında basit bir hediye gibi dursa bile, yıllarca hediye eden kişiyi hatırlamanıza sebep olur. ya çok severek anarsınız onu, ya da nefret ederek. bazen sırf onu hatırlamak için evde öylesine üzerime Miss Dior Cherie sıkıp, kokuyu içime çekiyorum. anlatamayacağım kadar sıcak bir kokusu var, belki de üzerimde bıraktığı izler yüzünden hala sıcak. ama, o kokuyu o adamı hatırlattığı için seviyorum.
beni anlayan, beni tanıyan, beni seven, dostluğunu sakınmayan biricik eski sevgilim evlendi. cuma günü nikahı kıyıldı, bu gece düğünü var. öyle matem havalarında değilim, belki bu kadar talihsiz olmasaydı bizim ilişkimiz, yanındaki ben olabilirdim. ama ne yazık ki, siz ne kadar isteseniz de Tanrı bazen oldurmuyor birşeyleri. biz istedik, biz zorladık şansımızı o zaman, buna yürekten inanıyorum. ama belki de hakkımızdaki en hayırlı olan şey, yollarımızın ayrılmasıydı. dün gece, uyumak için uzandığımda, bende derin izler, tebessümler bırakan bu adama son bir mutluluk dilemeden uyumamın saçma olduğunu düşündüm. kısa, ama içten bir e-postayla iyi dileklerimi iletip, gerçekten samimi olarak, hiçbir şekilde laf sokup pislik çıkartmadan sonlandırdım. çünkü, eğer bu hayatta gerçekten güzellikler varsa, hepsi onun olmalı.
0 kişi olaya son noktayı koymuş:
Yorum Gönder