23 Ekim 2011 Pazar

aklıma gelene anlam yükledim


belki bir gün bir bülent ortaçgil şarkısında buluşuruz, olmaz mı? öyle tatlıdır ki gerçek hayattan uzaklaşıp, bülent ortaçgilin sesi eşliğinde gözlerinizi hafif kapatıp kendinizi hayallerin koynuna bırakıvermek. öyle tatlıdır ki bir an kim olduğunuzu, ne yaptığınızı, bugün günlerden ne olduğunu unutuvermek. kendimi, olmak istediğim insandan ziyade olmak istediğim her canlıya her nesneye dönüştürebiliyorum hayalimde. bazen, zamanın akıyor olmasına aldırmayıp bir küçük kız oluyorum, bazen kendi neşesinden sürekli şarkılar türeten, başka canlıların beğenip beğenmediğini önemsemeyen bir cırcır böceği, bazen kime dokunsam uğur getirecekmişim gibi uğur böceği, bazen bir akvraryuma hapsedilmiş, çaresiz, turuncu bir japon balığı.
ruhumu çeşitlendiririm böyle böyle, eskiden kızdığım ve hırsımı alamadığım insanlarla kafamda kavga ederek hayal kurardım. bıraktım artık bunu, en az uyuşturucu kadar kötü bir alışkanlık çünkü. daha da sinirleniyorum, uykum kaçıyordu, rahatlamaya adapte olamıyordum ve bazen günlerce kafamın içinde o insanla kavga ediyordum. azıcık olan sabrım iyice tükeniyordu, buna paralel olarak da öfkem daha çok artıyordu. ben şimdi çok sinirlendiğim zamanlar, hayalimde bir japon balığıyla ya da vişne ağacıyla konuşuyorum bazen. delilik mi? evet biraz delilik olabilir ama, hayat da çok akıllı olarak çekilmez ki zaten. olduğu kadar diyorum artık, olduğu kadarıyla oldurmaya çalışıyorum. kimse çok acımasız değil bu hayatta, yeter ki gözlerine bakarak konuşun insanların.
geçen gün cadde kenarında otururken diğer banklarda oturan insanların hayallerini ve akıllarından geçenleri tahmin etmeye çalıştım. tabi ki bundan onların haberi yok, yoksa benim deli olduğumu düşünürler, oysa ben deli değilim. sadece insan ve evren hikayelerine biraz fazlacana meraklıyım. kır saçlı, yaşlıcana bir amca oturuyordu az ileride, kesinlikle memur emeklisiydi ve gazetede okuduğu şehit haberlerini okuyup kendi kendine yeni nesile küfrediyordu. yeni nesil olan herşeye, adalete, yönetime, gençlere ve hayata. onların zamanında, yaşamanın daha onurlu olduğunu düşünüyordu. o onun fikri, ben yorumladım sadece.
az ileride ağzı kulaklarında olan genç kız, 18-20 yaşları arasındadır muhtemelen, ağzı kulaklarında bir vaziyette biriyle mesajlaşıyordu. muhtemelen yeni biriyle tanışmış, flört aşamasındalar ve bu kişinin çocuklarının babası olacağını hayal ediyordu. hem mesajlaşıp hem de gelecekteki kocasına ne yemekler pişireceğini planlıyordu. halbuki hayat, insanların plan yapmasından hiç hoşlanmaz. Tanrı da, bizler yeryüzünde plan yapıp hayal kurarken sadece gülümser. akışına bırakmsı gerektiğini, bir daha bir insana bu kadar çok anlam yüklememesi gerektiğini anlayacak er geç. şimdilik gerçek payı taşıyan hayaller kurarak mutlu olsun.
yanıma oturup, sigarasını evde unuttuğunu söyleyerek benden bir sigara isteyen 40-45 yaşları arasındaki ablaya getirmek istiyorum sözü. muhtemelen, az önce bankadan üniversite okuyan çocuğuna para gönderdi ya da askerdeki oğluna. sigarayı yakıp, derin derin nefesler çekerek kara kara düşünmeye başladı abla. geçim sıkıntısı ve az parayla yaşama çabasını yüzünün her çizgisinden okuyordum. tek bir hayali vardı bence, çocuğunun üniversiteyi bitirdikten sonra bir an önce iyi maaşlı bir iş bulup, tek maaşla ev geçindirmeye çalışmanın verdiği stresten ailesini kurtarması. belki eşine destek olsun diye kendisi de evde çarşıya el işi yapıyordu, ellerine dikkat etmiştim sigarayı verirken. küçük iğne ya da tığdan kaynaklanan delikler vardı parmak uçlarında, yaralar oluşturmaya başlamıştı hafif hafif. kim bilir belki de gündeliğe gidiyordu, ellerinin yıpranması da çamaşır suyu ve kimyasal temizleyici maddelerdendi. o da hayata büyük anlamlar yüklemişti bir zamanlar, şimdi tek bir amacı vardı, parasızlıktan ölmemeyi başarmak.
cadde kenarındaki banklarda sıkılınca arka sokaklarda olan, bir zamanlar liseden birkaç arkadaşımın takıldığı küçük çay ocağına gittim. buraya genelde hilal bıyıklı abiler gelir, zira benim arkadaşlardan ömerle türkeri de kardeşleri gibi sever ve tanır hepsi. hiçbir siyasi görüşü desteklemememe rağmen, sadece Atatürkçüyüm deyip siyasi görüş sorularını geçiştirmeme rağmen onların hatrına severler beni de, daha önce ömerle ya da türkerle çay içmek amaçlı gittiğimizde görenler. burada konuşmalar hep aynıdır, bahsetmek istemem. arada bana da takılırlar, hanım kızımız söyle bakalım bu meseleler ne iş diye. bilerek utanmış pozuna yatarım, suya sabuna değmeyen orta yollu cevaplarla geçiştiririm sorularını. beni, üye oldukları yerlerden "dernek" diyerek bahsetmek istiyorum, aslında okuyan herkes tahmin etti nereler olduğunu, derneklerine falan üye yapmak istemişlerdi en başında ama türker benim adıma yok dedi o bizim kardeşimiz, bulaşmasın bu işlere dedi ve bir daha bahsetmediler. arada bu abilerle aynı görüşlere sahip ablalar da gelir oraya, onlarla kozmetikten makyajdan, mağazaların yeni sezonlarından ucuzluklardan falan çene çalarız. hatta bir tanesi yeğeniyle tanıştırmak istedi beni bu sefer ömer abilik yapar gibi "yok abla, bizim çevreden olmasın." dedi. ömer istemez siyasi çevrelerin fanatiklerinden ya da şehirdeki ileri gelen üyelerinden biriyle ya da birinin yakınıyla olmamı.
bir de sosyalist abilerim ve ablalarım var benim. arada onların da yanına uğrarım. ömer, türker veya o gruptan herhangi bir arkadaşımla gördükleri zaman kenara not ederler bunu akıllarında "onlar çok iyi insanlar değiller, düşündüğün gibi değiller" diyerek kulağımı çekerler. onlara da "çocukluk arkadaşım abi onlar benim, merak etme yıllardır tanırız birbirimizi" diyerek geçiştiririm bu muhbbetleri. enteresandır o abilerimi, ablalarımı da severim. her seferinde bana özgürlükten dem vurup, özgürlüğüme dokunmayın temalı iki çift laf edişimi gülerek dinlerler. ama dalga geçmekten değil, "özgürlük" dediğimiz şeyin aslında hiç bizim olmadığını söyleyip kıkırdarız sonra. elbette onların da takıldıkları bazı mekanlar var ve orda da az buçuk tanıyanım var. iki farklı gruba yakın olmak bazen eğlenceli ama iki taraftan biri diğerini karalamaya çalışınca üzülüyorum kendi çapımda. iki tarafın da iyi ve sevilesi olduğunu söylüyorum, bu sefer kızgınlıklarını unutup "ah küçük kız" diyerek gülüyorlar bana. ben de gülüyorum kendime, aslında kirli yüzlerini de biliyorum bu insanların ama bilmemezden geldiğim için gülüyorum kendime işte.
ömer, türker ya da sosyalist arkadaşlarımdan emre, kenan, özge, hiçbiri bana taraf tutmam konusunda baskı yapmadı. sadece seçim zamanlarında arkadaşlığımızın dostluğumuzun hatırına diyerek kendi destekledikleri partilere oy vermemi istedi, ben de gittim iki tarafın söylediğinden çok daha başka partilere oy verdim, böylece kırgınlık olmadı. ömer ve türkerle olan yakınlığım çok başka elbette, çocuk yaşta tanıdık birbirimizi ve lisedeyken bazı zamanlar erkek fatma gibi yanlarında takıldım. bizim kızların sevgili muhabbetinden sıkıldığım günlerde mesela. eheh, bu yazıyı adını verdiğim arkadaşlardan bir tanesi okusa kıracak kafamı neden en çok onları sevdiğimi söylemediğim için. her neyse laf nereden nereye geldi değil mi, insanların hayallerini okumayı sevdiğimi söylüyordum en son. öyle işte, konuyu dağıttım ortaya karışık birşey çıktı yine. her neyse, aklımdakileri yazmaya niyetlendim, aklıma gelivereni yazdım. okuyanlara sevgiler selamlar, öptüm herkesi :)

0 kişi olaya son noktayı koymuş:

 
↑Yukarı