tag:blogger.com,1999:blog-5721116908980545632024-03-08T16:26:47.030+03:00bana masallar anlatgayet ciddiyim...wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.comBlogger184125tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-87701227041404980812014-01-05T18:19:00.000+02:002014-01-05T18:19:48.313+02:00aşk varmış sevgilibeni sonunda Allah mı çarptı, beddua mı aldım, ettiğimi mi buluyorum ne oluyor bilmiyorum ama AŞIĞIM. üstelik, haksızlığın en babasını yaptıktan sonra bile hiç usanmadan arayan birine. üstelik o AŞIĞIM dediğinde AŞK DİYE BİŞEY YOK (bok yok) dedikten sonra, hiçbir telefonuna cevap vermediğim birine. ummadığım iki zamanda, aniden karşıma çıkıp dimdik durabilen birine. abi nasıl olabilir, baştan "hoş adam lan aslında" dedikten sonra etmediğimi bırakmadığım, bak itiraf ediyorum CİDDİ CİDDİ EN BABA TERBİYESİZLİKLERİ YAPTIĞIM birine nasıl deli gibi aşık olabilirim bunun bi mantıklı açıklaması olsun lütfen.<br />
onu içimde hissettiğimin üzerinden iki hafta geçti, ona aşık olduğumu söylediğimin üzerinden üç gün geçti, ben ona üç ay boyunca tek satır yazmadım. o bekledi belki, sabretti, acı çekti belki bilemiyorum ve ilk defa yaptığım bişeyden çok büyük pişmanlığım var ilk defa "nolur Tanrım çok acı çekmemiş olsun nolur nolur" diyorum. yürürken yer ayağımın altından kayıyor sanki, bi şarkı açıyorum, içim kopuyor geride kalan koskoca bir boşluk. git yanına kalk hadi diyemiyorum. onun yanı şimdilik çok uzakta. elimde olan bi telefon numarası, her gün itina ile sık sık saçmalıyorum, "UMARIM SADECE BENİM ONA YAPTIĞIMIN AYNISINI BANA YAPIYORDUR. UMARIM BENİ YİNE SEVER" diye yalvarıyorum Allah'a. büyük büyük ettiğimi buluyorum. içim kopuyor.<br />
aşka gururu karıştırmanın doğru olmadığını düşünüyorum. kaldı ki gurur yapıcak bi pozisyonum da yok. gocunmadım abi ben sana aşık olmuşum demekten. içimi ezen "biz bundan sonra senle ancak iki iyi arkadaş oluruz" deyişiydi. evet, ben de öyle dedim. geri zekalılığa bakar mısın, insan aşık olduğu insanla arkadaş olamaz ki. burdaki geri zekalı benim, ilk önce ben arkadaş olalım demiştim. arkadaşmış, peh!! çünkü canına yandığımın dünyasında başka insan yok arkadaş olcak di mi? şimdi n'apıyorum? direniyorum. ona hep bekliycem diyorum ve kendimde ilk defa bu gücü hissediyorum. o ne yapıyor? "ben direniyorum, direnicem, sen bile şaşırıcaksın" minvalinde uzunca bir mesaj yazıyorum ":))" yazıyor. aynı ben lan. ben de öyle yapmıştım. oh canına değsin artık ne diyeyim. ÇÜNKÜ BANA MÜSTAHAK, ÇÜNKÜ HAKETTİM!!"<br />
insan, gelebilecek bi "nasılsın?" mesajına bile muhtaç oluyormuş. ya ne yediğim yemeğin farkındayım, ne içtiğim sigaranın. yediğim yemeğe de onu anlatıyorum. iki hafta olmuş lan ne sevgisi bu bu kadar? diyorlar. aşk eskiyince daha mı makbul oluyor? iki haftadır aşık olduğumun bilincindeysem aşkım aşk olarak kabul görmüyor mu?<br />
aklım, başımın içi nasıl biliyor musun? karmakarışık, kocaman bir karınca yuvası gibi. aklım başımı kemiriyor, aklım beni yiyip bitiriyor, aklım da sana aşık çünkü. aklım, yaptıklarımı her hatırladığımda ağzıma sıçıyor. ses çıkaramıyorum, yakıyorum bir sigara daha, bir kez daha aşık oluyorum. bir kez daha canım yanıyor, bir kez daha aşık oluyorum. içimde kocaman bir boşluk, bu şehirde kocaman bir boşluk. sen "gidiyorum" dediğinden beri ilk defa bu şehir bu kadar boş. sen gittiğinden beri ilk defa kendimi çaresiz hissediyorum. ben ya ben, her sorunumu kendim çözen ben, hiçbir şeyi dert etmeyen ben, umursamaz, rahat duran ben. bir bakıyorum, her yer sen. bir kokluyorum, sen kokuyor. kokunu sıkıyorum üstüme, sen kokuyorum. çekiyorum ciğerime kadar kokunu, içimi dolduruyorum seninle. aşk varmış sevgili. wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-17857433809919906732013-11-23T22:46:00.001+02:002013-11-23T22:46:57.058+02:00kod adı: zabit<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-p0xDQIv5K3w/UpETtIMQ7BI/AAAAAAAABP4/xCMFX6uxr-E/s1600/imagesCA7DUUT0.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-p0xDQIv5K3w/UpETtIMQ7BI/AAAAAAAABP4/xCMFX6uxr-E/s1600/imagesCA7DUUT0.jpg" /></a></div>
selam arkadaşlar. ikinci bir mavi-yeşil durumuyla baş başayız. bu kez esas oğlan bir adet zabıta memuru. ona kendi aramızda kısaca zabit diyebiliriz.<br />
birkaç gündür zabitle bakışıp duruyoruz. ilk başta, yok lan o kadar da yakışıklı değilmiş aslında dedim ama az önce bütün facebook'u arayıp, adını bile bilmediğim şahsı sonunda bulduktan sonra "oha lan adam çok yakışıklı" oldum. ama ağlamak istediğim bi mevzu var. şöyle ki; profilini açtım, tek tek bütün fotoğraflarını inceledim, her fotoğrafa kimler yorum yapmış, kimler beğenmiş hepsine baktıktan sonra ilişki durumuna bakmak geldi aklıma. aha! ilişkisi var yazıyo orda aptal facebook bi de yanına kalp koymuş.<br />
açıkçası, emelle görüşüp durumu istişare ettikten sonra ikimiz de aynı kanıya vardık, bizce ilişkisi falan yok. nerden mi uyduruyorum? bak şimdi, insanın kız arkadaşıyla numunelik te olsa en az bir adet fotoğrafı olur. olmalı yani. öte yandan sevgilisine dair en ufak bir ipucu da yok facebook profilinde. ya canım şu açıdan düşün, hadi diyelim facebook'ta ilişkinizi ilan etmiyosunuz aman akrabalar duymasın şu olmasın bu olmasın muhabbetine böyle bi bok yiyosunuz kimse öğrenmesin diye. sevgilinin fotoğraflarını layklamaz mısın? ben hepsini layklarım bence. mutlaka bi iz olur yani.<br />
sonra ben duble bi sazanlık yaptım ve albümlere tıklayacağıma gittim adamın profilini takibe aldım. sonra takibi bıraktım. takibe alınca bildirim gidiyo muydu lan? gidiyosa her ihtimale karşı derhal bi bahane düşüneyim.<br />
<br />
bu arada sevgili Allah'ım, hani ben bu adamı beğendim ya, sahibi olarak beni tayin et lütfen ve bana bağışla. amin.wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-42285363599103029132013-11-03T15:37:00.000+02:002013-11-03T15:37:35.077+02:00<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-UwsNtUHK0rU/UnZQ92eFElI/AAAAAAAABPY/4hJ9qdQK7Jk/s1600/appaaa.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-UwsNtUHK0rU/UnZQ92eFElI/AAAAAAAABPY/4hJ9qdQK7Jk/s1600/appaaa.jpg" /></a></div>
nabıyonuz? çenem düştü yine, gün aşırı yazmaya başladım nerdeyse ahah. nabıcaz böyle arkadaşlar ya? yani, bi abukluk yok mu sizce de gidişatta. sizin de canınız sıkılıyo mu? ne çabuk geçti anasını satim şu zaman diyo musunuz? ben sabah öğle ve akşam olmak üzere hem aç hem tok karnına bu cümleleri kuruyorum zaten. ya, aslında hayatımla ilgili bazı değişiklikler yapmak istiyorum ama neresinden başlayacağıma dair net bi fikrim yok. belki biraz dışarı çıkmak iyi gelebilir diyorum. yani en azından hafta içi akşamları dışarı çıkayım diyorum, hoop haftada bir gün metro avm stant koydular iş programıma ve "yalan oldu".<br />
yoruluyorum ya. bu miskinliğin, evden çıkmak istememe duygusunun başka adı yok. yoruluyorum anasını satayım. bi yerden sonra da düşününce, yaptığım işi de seviyorum biliyo musun? hani, daha az yorulacağım bi iş bakayım fikrine yanaşamıyorum. sanırım "ha şimdi, ha üç gün sonra, ha altı ay sonra" diye diye upuzun yıllar geçiricem. nabalım, böylesi de güzel.<br />
bu arada, çilekli ve ahududulu çayı ürettiği için liptona çok teşekkürler. nerden baksan günde üç beş fincan içiyorum. böyle huzurlu bi çay daha olamaz. her neyse, konumuz lipton değil aslında. konu da yok, o ayrı bi mevzu. canım sıkıldı, miskinlik de bi yere kadar dedim blog yazıyorum işte. biraz blog okuyayım dedim ama Ahu'nun ve Platon'un blogundan başka okunacak blog bulamadım sayılır. buraların da tadı kalmadı diyorum da inanmıyosunuz siz bana. eskiden böyle miydi, yeni postları okumak için hatrı sayılır zamanımızı geçirirdik pc başında. oku oku bitmezdi yazılar.<br />
ya bu metro avm'deki kızlar kafayı yemişler insansızlıktan. hiç sevmiyorum orayı zaten ölü gibi bi yer. sanki huzur evine gitmişim gibi, eğlence sıfır. muhabbet sıfır. insan nerdeyse sıfır. orda çalışan personelin de psikolojisinin bozulmasını, kafayı yemiş olmalarını anlayışla karşılıyorum ama muhabbetleri sarmıyo ve aşırı kompleksli tipler. neyse şuraya kocaman bi YAPACAK BİŞEY YOK yazalım da, belki yapacak küçük bişey olur ve bu saçmalık da en kısa zamanda sona erer. öpüyom herkesi, yani genelde süper geçen bi gün değil pazar günleri biliyorum ama İYİ PAZARLAR arkadaşlar <3<br />
<br />wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-65061033662388483862013-11-01T22:40:00.000+02:002013-11-01T22:40:11.940+02:00ne zaman ki insanları ciddiye almayı bırakıyorsun, hayatın seni daha az yorduğunu fark ediyorsun. ne zaman ki hayatı ciddiye almayı bırakıyorsun, belki deli diyorlar, belki "ahahah manyaksın" diyorlar, ama hayattan zevk almaya başlıyorsun. oturup enine boyuna bi düşünsene, canını sıkmaya, keyfini kaçırmaya değer ne var hayatında? koca bir hiç mi? o zaman boşver, bak keyfine.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-FtMTDWHtDa0/UnQNPnUV9gI/AAAAAAAABOw/_ngFWclbsQ0/s1600/%C4%9F%C5%9Flk.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-FtMTDWHtDa0/UnQNPnUV9gI/AAAAAAAABOw/_ngFWclbsQ0/s1600/%C4%9F%C5%9Flk.jpg" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
yaşaman için sana verilen süre bin yıl dahi olsa aslında sadece "şu saniye"den ibaret. bir önceki geride kaldı. umarım geçmişe takılıp kalmıyorsundur. eğer geçmişe takılırsan "şu saniye"ni yani "hayatını" boşa harcamış olursun, benden söylemesi. bir sonraki dakikayı yaşayıp yaşamayacağını sen de bilmiyorsun. çok aptalca bir ölüm sebebi ama, belki birkaç dakika sonra tükürüğünü yutamayıp boğulacaksın. insan başına gelmesi muhtemel olan şeyleri önceden kestiremiyor ne yazık ki. </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-QpAHnPR3VvE/UnQOSSctFYI/AAAAAAAABO4/DB4UZ6fW-3g/s1600/imagesCA2X8FZS.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-QpAHnPR3VvE/UnQOSSctFYI/AAAAAAAABO4/DB4UZ6fW-3g/s1600/imagesCA2X8FZS.jpg" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
bişey sorucam? sen de o "insanlar hakkımda çok iyi şeyler düşünsün" diyenlerden misin? bence olma. bak şimdi, insanların en büyük hobisi, birilerinin hayatlarını yargılamak, birileri hakkında kesin hükümler verip etiket basmaktır. sen kendi hayatını yaşarken "bu benim hayatım" diyebiliyor musun? kendi hayatını, kendi alışkanlıklarını, huylarını, karakteristik özelliklerini sahiplenebiliyor musun? yoksa üzerinde emanet gibi duran bi yaşam tarzın mı var? önce kendine sahip çıkmayı, insanların hakkında ne ve nasıl düşündüğünü önemsememeyi öğren. sonra kendi hayatını, kendi karakterini yaşa. kimseyi taklit etme. inan bana kendin olarak yaşadığın her an dışarıdan bakınca mükemmel görünüyorsun.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-h7T_XZBIAPE/UnQPZEEpSNI/AAAAAAAABPA/PdIOPN3TLsM/s1600/iCAUS747J.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-h7T_XZBIAPE/UnQPZEEpSNI/AAAAAAAABPA/PdIOPN3TLsM/s1600/iCAUS747J.jpg" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
ve bir de, dış görünüş önemli değildir masalına inanma. insanların huyu değişmez derler, o da yalan. birini yeterince seviyorsan veya birşeyleri değiştirmeyi gerçekten istiyorsan ve bunun için içini değiştirmen gerekliyse, evet bunu yaparsın. herkes için aynı şey geçerlidir. zaten böyle böyle gelişir karakter dediğin şey, böyle böyle şekillenir. bunun bir adım daha ötesi "nabza göre şerbet vermektir" ki bunu başarabiliyorsan, şahane. her neyse, konumuz dış görünüştü. kendinden emin durduğun zaman ayakların yere sağlam basar. dış görünüş dediğin şey duruşundur zaten. dik dur, asla salma kendini.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-Wj07ZwmcRLU/UnQQdXXnhqI/AAAAAAAABPI/5pHpqW5NExs/s1600/imagesCA9WLX3V.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-Wj07ZwmcRLU/UnQQdXXnhqI/AAAAAAAABPI/5pHpqW5NExs/s1600/imagesCA9WLX3V.jpg" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
son olarak, renkli bir hayat mı yaşamak istiyorsun? daha doğrusu, birileri gelsin, hayatına renk katsın mı istiyorsun? üzgünüm ama, kendi hayatını ancak kendin renklendirebilirsin. biraz kımıldaman gerekicek. madem renk istiyorsun, eskidiğini düşündüğün herşeyi hayatından çıkart.<br />
ha bi de, insan bi cadılar bayramımı kutlamaz mı ya? ne ayıp :( öptüm, sevgiler <3wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-25387508048242978112013-10-28T22:09:00.000+02:002013-10-28T22:09:31.275+02:00medeni durum: kadrolu single<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-B7OJW-E5UrU/Um7C8LPf6RI/AAAAAAAABOg/YejCkI6oHVc/s1600/iCAVUTACK.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-B7OJW-E5UrU/Um7C8LPf6RI/AAAAAAAABOg/YejCkI6oHVc/s1600/iCAVUTACK.jpg" /></a></div>
selam. uzun zamandır dizüstü edebiyat'tan kitap okumamıştım. en sonunda Canan Saka'nın (agda_bandi) kitabını aldım. yalnız kızların 41 kuralı'nı yani. şöyle söyleyebilirim, kitabı okuduktan sonra "aha şu hususlara dikkat edersem yalnızlık durumu sona erer" demedim ama YALNIZLIĞIMI SEVDİM arkadaşlar. neden mi? ilişkiler zor, ilişkiler kafa karıştırıcı, ilişkiler yıpratıcı. peki nasıl olcak dersen, bilmiyorum kanka. valla bilmiyorum. yani sanırım ben hem istiyorum seksen yüz yıl kadar daha böyle kafam rahat, ilişki durumum dümdüz SİNGLE olsun, hem istiyorum vakitlice bi ara evleneyim de bi de çocuğum olsun. ha nasıl olcak, hiçbir fikrim yok.<br />
yalnız kitapta bi bölüm var ki aha dedim işte hislerime tercüman. bilmem kaçıncı kuraldı hatırlamıyorum, hangi bölüm olduğunu unuttum ama tam da dediğim gibi "BENİM MEDENİ HALİMİN DERDİ SİZİ Mİ GERDİ?" temalı bi bölümdü resmen. hani böyle siz yalnız mutlusunuzdur da, etrafınızdaki herkes ananız babanız da dahil yalnız olmanızdan memnun değildir ya, onu anlatıyodu işte Canan. hatta dur üşenmedim baktım kitaba, 40. bölümmüş "YALNIZ KIZLAR". yani şimdi Canan görse bu yazıyı belki de "amk koca kitaptan anlaya anlaya bu bölümü mü anladın" diycek ama napabilirim arkadaşlar. ben düzenli olarak SİNGLE'ım zaten. bıraksın da normal olarak benim yalnızlığımın üzerine toz kondurmayayım azıcık.<br />
en son kuzenim takmıştı yalnızlığıma. "bul artık birini bak yoksa tufanla evlendircem sizi" diye de tehdit etmişti. tufan burda esas kahraman değil, beyaz atlı prens hiç değil. teoride de pratikte de bildiğin böyle düpedüz bi öküz Türk erkeği olur kendisi. ne alakaysa, hep beni onla tehdit ediyor kuzenim de. NAPAYIM AMK BEN TUFANI diyorum ama ısrarcı. amaan, mesele aslında yalnızlığımla ilgili milletin dertle şişen içi. ya siz anlamıyonuz ama ben belki mutluyum böyle? öyle bi kurgulanmışız ki, doğup, büyüyüp, evlenip üremek zorundaymışız gibi bi izlenim var. ya çok pardon ama, sen kafakağıdımda yazan yaşa aldanma bence. benim ruhum çocuk daha. ya ben hala daha bir buçuk yaşındaki yeğenimle oynarken bildiğin altı yedi yaşıma geri dönebiliyorum. canım sıkılınca ergenler gibi yatağa kendimi atıp pöyküre pöyküre ağlıyorum. ya oturup çizgifilm izlerken heycanlanıyorum. pardon ama, ne evlenmesi amk? bence ciddi bi ilişki bile benim için fazla ciddi ki sıkılıyorum. biri benle fazla ilgilenince de sıkılıyorum, ilgilenmeyince de sıkılıyorum. belki de ilişki insanı değilimdir.<br />
en komiği de, insanların en mahremine kadar burnunu sokan konu komşu tayfası. ya sizin hiç işiniz gücünüz yok mu allaşkına. her karşılaştığımızda "evlenmeyi düşünmüyo musun daha?" demenin mantığı var mı? "düşünüyorum, hatta krediye başvurdum, banka kredi verince kendime üç kilo koca alıcam" desem annem bi yanda, hiç cevap vermesem kendime kıyamam İÇİMDE KALIYOR ÇÜNKÜ. allaaşkına işinize gücünüze bakın olm. ne bileyim git bi ev temizle, yemek pişir, ütü yap ama insanların hayatlarıyla alakalı yorma o güzel beynini bebişim ya. yazık yepisyeni beyini yıpratma boş işler için. zaten bu yaşa kadar kullanmamışsın bile, niye yıpratıyosun şimdi canım mekanizmayı.<br />
sonuç olarak, yalnızsanız ve yalnızlıktan mutluysanız boşverin amk milletin keyfi için huzurunuzu bozmaya değmez bile. baktın kafana göre ilişki atla direkt. ama baktın oluru bile yok, sırf yalnız kalmamak adına değer mi lan onca kahıra? bence değmez. ha bu arada, kitabı okuyun. kitap çıkalı ne kadar zaman oldu ama ancak okuyabildim tebrikler bana. çok samimi, çok eğlenceli bi kitap yazmış ki, sayesinde sabah uyandığımda "BEN SİNGLE MUTLUYUM OLM" diye kalktım yataktan. neyse işte, öpüyom herkesi <3wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-49323890403417649912013-10-20T15:39:00.001+03:002013-10-20T15:39:27.852+03:00nabıyonuz?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-XmxWVJjxq48/UmPO2LmSn9I/AAAAAAAABOI/n7Q-PEz4qXk/s1600/imagesCAT9QIY3.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-XmxWVJjxq48/UmPO2LmSn9I/AAAAAAAABOI/n7Q-PEz4qXk/s1600/imagesCAT9QIY3.jpg" /></a></div>
nabıyonuz? yazmayalı nerdeyse yıl olcaktı, insan yazı yazmayı da özlüyor canım. blogger'da okumalık çok fazla blog kalmayınca darlandım, uzaklaştım. açıkçası, eskiden çok eğlenceli bi oluşumdu. insanlar AMAN BENİM BLOGUM YÜZBİNLERCE KEZ TIKLANSIN derdinde değildi sanki ve yazılanlar samimiyetle okunuyordu, söylenecek birşeyler varsa yorum yapılıyordu. şimdi, blog yazarları grubuna baktığımda bile sadece makyaj bloglarının post gönderilerini görüyorum ve açıkçası midem bulandı bundan. bilen de yazıyor, bilmeyen de. abi ben anlamıyorum, madem makyajı, kozmetiği, cilt bakımını bir blogger'dan öğrenmeye hevesli bu insanlar niye o kadar güzellik ve cilt bakım uzmanı var. millet kafayı yemiş ya. yazılanlara bir bakıyorum, işe yarar tek bir bilgi yok. ürünün arkasındaki etikette ne varsa yazmış abla, hoop makyaj blogger'ı oluvermiş. Türkiye'de bişeylerin uzmanı olmak çok basit.<br />
hayatıma gelince, yakın olduğum birkaç kişi bilir, çalıştığım mağaza değişti kısa bir süreliğine. bu mağazanın müdürü doğum iznine çıkınca hoop beni gönderdiler joker olarak. ilk başta millet çocuk sevicek diye ben düzenimden oluyorum diyerek ağlandıysam da, bilirsiniz paranın yüzü tatlıdır, kolayca alıştım sonradan bu mağazaya. en güzeli de, tek başıma çalışıyorum. tamam zorlukları var elbette ama, kafam çok temiz böyle. mis gibi.<br />
aşk hayatım her zamanki gibi ölü arkadaşlar. zaten erhan abi çok iyi bi tespit yaptı geçen gün. "hep burdasın, ne ara birilerini tanıycaksın da aşık olucaksın" diyerek olaya son noktayı koydu bence. adam haklı. hani kalbimde yaprak dahi kımıldamadığı için bir iki satırla gönül işlerini özetliyorum bebeyimler.<br />
geçen şubatta nagiş'te kolon kanseri çıkmıştı. testler, tahliller, ameliyat, kemoterapi derken teyzemlerle birlikte kocaman bi aile olduk. şimdi yine hastanede gerçi. en son ameliyatta ölümden döndü. iyileşsin diye dua edin, çünkü iki çocukları var. boş zamanlarımın çoğunu bizim fındıklarla geçirsem de yine de anne ilgisi gibi olmuyo arkadaşlar. nagiş'in sırf bu yüzden bile hayata daha sıkı tutunması lazım.<br />
bişey sorucam, canımız sıkıldığı zaman napıyoduk? sabahtan beri bütün online alışveriş sitelerini gezdim, kendime bir kere kullandıktan sonra bir daha hiç kullanmayacağım derecede gereksiz bişeyler almamak için Beril'e (yeğenim) bişeyler aldım, d&r'dan kargoyu bedavaya getirmek için bir kitap yerine üç kitap aldım şimdi napıcam bilmiyorum. aslında bi evden çıksaydım iyiydi de, miskinlik yapmaktan dışarı çıkamadım. saat de şu an tam olarak "bu saatten sonra nereye gitçem ya, oturayım en iyisi" saati. hayır, otururken de beni oyalayabilecek bişeyler yapsam çok iyi. daraldım. ha bi de, çArşı'nın kitabı çıkıcaktı "çArşı geliyooor!" adında, çıktı mı? bilen var mı? d&r'da bulamadım bugün. sabırla bekliyorum. malum, son gezi olaylarından sonra çArşı grubu inanılmaz bi sempati oluşturdu. bunca yıllık galatasaraylıyım, utanmasam çArşı için beşiktaşlı olucam o derecede.<br />
her neyse, lafı uzatıp fazla kafa ütülemeden herkesi öpüp kaçıyorum. kısa zamanda görüşürüz.wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-91213088067685673622013-08-25T21:44:00.000+03:002013-08-25T21:44:37.376+03:00insan kendi kaderini kendisi yaratır gibisinden bişeyler söylemişti. cümleyi tam olarak hatırlayamıyorum, bu aralar hafızam berbat, ama manası tam olarak böyleydi. kendi kaderimi yaratmak için geç mi kaldım endişesi uyandırdı en başta. ama hayır, yaşadığın her an, ağzından çıkacak herhangi bir cümleyle bile bir anda kendi kaderini değiştirebiliyormuşsun. yakın zamanda tecrübeyle sabitlediğim şeyin aslında tam olarak bu anlama geldiğini anlamam biraz geç oldu, ama anladım.<br />
bu aralar her sohbet sonrası kendime sorular sormaya başladım. ya bişey sorucam, kendini kaç yaşında hissediyorsun. kafakağıdında yazan yaş mı? daha mı yaşlı ya da daha mı genç? yoksa hala çocuğum ben ya mı diyorsun, bedeninin eşşek kadar olmuşluğuna bakmadan. kendimi çocuk gibi hissediyorum. öyle bir neşe, öyle bir mutluluk işte. uzun zamandır ilk defa mutlulukçuluk oynamadan mutlu olduğumu hissediyorum. kim bilir, belki bir anda başka bir sele kapılarak hayatımın akışını, yakın gelecekle ilgili planlarımı değiştirmeme borçluyum bunu. belki ciddi anlamda kaderimi değiştirdim, aradan zaman geçince daha iyi anlayacağım bunu. yaşadıklarımdan ders almalıyım, sen de ders almalısın.<br />
<br />wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-60590870883525378832013-08-10T00:39:00.001+03:002013-08-10T00:39:39.220+03:00uzakuzaklaşma isteği duyuyosun. kaçıyosun.<br />
<br />
arkama bakmadan, kimi ne halde bıraktığımı düşünmeden kaçtım. kendime sığındım be en nihayetinde. çok uzakta değilim aslında. belki yıllardır ihmal ettiğim, göz ucuyla baktığım, ne hissettiğini sormadığım, mutlu mu onu bile bilmediğim kendime sığındım. insan, önce kendisiyle halletmeli bütün meseleleri. içine sinmiyorsa, ömür boyu içine sinmeyecek bi hayatı yaşamaya niye mahkum ediyosun kendini? ya bi düşünsene, içime sinmedi diyerek, bok püsür bahanelerle kaç insan evladı kaçtı senden? kaç gece ağladın, ağladığını zerrece sallamayan insanlar uğruna. bi adam uğruna kaç dostuna sırt çevirdin? en sonunda ne güzel yapayalnız kalmadın mı? korkmadın mı kendinden? bi delilik yapasın geldiğinde ayağına bağ olan insanlar olmadı mı? bi kere de sen kaç? kovalanmayı beklemeden kaç, nolucak?<br />
o kadar yorulmuşum, o kadar uzak durmuşum ki kendimden, bazen hangi söylediğimin doğru olduğunu ben de bilmiyorum. kendime karşı samimiyetimi kaybettim be. bundan daha kötü ne olabilir hayatta? net bi fikri olan var mı? niye bu ciğerine tükürdüğümün insanları şekil vermiş ki hayatıma. biri bi kural koymuş, uymuşum. biri bi sınır çizmiş, beklemişim tam sınırda, gel der mi diye. demiyolar anasını satayım. gülerken herkes yanında olur, ama oturup ağladığında köpek gibi yalnız olursun. en güzeli. gerçekten önemi yok.<br />
uzaklaştım bu yüzden. hatta uzaklaşmakla da kalmadım, bana ait olduğunu düşündüğüm o hikayeyi kalıcı olarak sildim. içime sinmemiş işte ne var? demek ki ondan kopup başka birine ilgi duyabilirmişim. hatta o başka birine de siktiri çekip tamamen arındırabilirmişim kalbimi yüklerinden. aşk var mı? aşk diye bişey yok dostum. eskidenmiş o aşk dediğin senin. insanlar birbirini bu kadar kolay bulup kolay kaybetmezkenmiş. yalan söylerken yüzümüzün pancar gibi kızardığı günlerdeymiş. nerden baksan dinozorların nesli tükendikten sonra falanmış gerçek aşklar da işte. sonra onların da nesli tükenmiş.<br />
ne istediğimi gerçekten bilmiyorum. zaten ne istediğim bile umrumda değil.<br />
al bu da gecenin şarkısı olsun<br />
<a href="http://www.youtube.com/watch?v=MI1OSOhsWIs" target="_blank">sezen söylesin</a>wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-50673289674938586702013-04-28T22:02:00.000+03:002013-04-28T22:02:01.550+03:00serbest atış<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-a5O7xeOeSgY/UX1x4rE4yHI/AAAAAAAABIw/eDAhN45WlXU/s1600/iCA0TB22L.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-a5O7xeOeSgY/UX1x4rE4yHI/AAAAAAAABIw/eDAhN45WlXU/s1600/iCA0TB22L.jpg" /></a></div>
nasıl yazı yazmaya başlayacağımı unutmuşum. kısa ya da uzun fark etmez, bir giriş cümlesi yazabilmek için yirmiye yakın cümle yazdım sildim. insan ara verdikçe uzaklaşıyor bir şekilde. ne olduğunun, ne kadar ara verildiğinin pek bir önemi yok en nihayetinde. açıkçası mutfakta sigara içerken aklıma geldi yazı yazmadığım. hoş aklımıza ne geliyorsa sigara içerken geliyor o da ayrı aslında. oturursun günün herhangi bir saatinde, boşluğu görmeye çalışarak yakarsın bi sigara ve o anda kafanda bi senaryo ilerlemeye başlar. bir sigara molasında, maksimum yedi dakikada başka bir hayata geçersin ve dönersin kendi sıkıcı hayatına.<br />
zaman akışım pek hareketli değil bu günlerde. aslında uzun zamandır. sevgilimin yanıma geleceği günler dışında oldukça hareketsizim. sabah kalk işe git, bir sürü insanın isteklerini dinle, akşam eve gel, yemek ye, kahve iç, sigara iç, bilgisayarı aç candy crush oyna. can bittiğinde alışveriş sitelerini gez, kredi kartı ödemelerini hatırla, siteleri kapat ve candy crush'a devam et. sonra yat ve uyu. geçen hafta hemen her gece aynı saatte uyandım. 04:36. biyolojik saatim tıkır tıkır çalışıyor.<br />
insanlara bakıyorum, napıyor bunlar böyle diyorum. çok acelemiz var vesselam. arı sürüleri gibi sağlı sollu koşturuyoruz caddelerde. cadde demişken, bu ara bursa trafiği çok fena. zaten hep acelem var, daha da acele ediyorum. hayat filmlerdeki gibi olmuyor işte, vapuru, otobüsü son dakikada yakalayamıyorsun. geçip gidiyor önünden, el ediyorsun, durmuyor. durmaz ki zaten. çok zaman kaybediyoruz vesselam. bu hafta geçti, haftasonu geldi diye seviniyoruz ama, zaman kaybediyoruz. öyle bir rutine bağlanmış ki hayatımız, üç kuruş para kazanmak uğrunda koca koca caddelerde, kocaman insanlara şaklabanlık yapıyoruz yeri geldiğinde. bazen alış verişe gittiğimizde normal standartlarda asla selam vermeyeceğim birine ağzım yırtılırcasına gülümsüyorum, biraz tiksinmeyle birlikte. kim diyor yanımdaki. bi müşterim diyorum. birkaç gün içinde gelip maksimum yirmibeş liralık alışveriş yapacak diye tiksine tiksine gülümsüyorum. maksat müşteri kaybetmemek. malum, rekabet piyasası ağzımıza sıçmakta son günlerde. sırf senin dükkanından alışveriş yapsın diye adamdan saymayacağın insanlara gülücükler saçmıyorsan anlamazsın bunu. kapitalist sistemin iyice ağzımıza sıçtığı günlerdeyiz yani.<br />
insanlar da öyle bi ilgi alaka delisi ki sorma. sanki hayatında hiç sevilmemiş. sanki onu önemseyen kimse olmamış gibi ağzını burnunu yamulta yamulta alıyor senden ürünü. ulan dümbelek, aldığın mal en fazla yirmibeş lira. havan kime? diyemiyorsun tabi. yine bekleriz efendim diyerek uğurluyorsun oç'yi. üstüne bi de kendinden tiksinerek gülüyorsun. onu gördüğüne çok mutlu olmuş gibi. sonra saate bakıyorsun, yemek saati gelse de bi sigara içsem diyorsun. içimden küfrederek dışımı mutlu göstermeyi öğrendim. bu sene çok büyüdüm lan ben. yirmibeş olucam mayısta. diyorum ya, zaman kaybediyoruz. en kısa zamanda çok mutlu olmam lazım. kısa bi anlığına da olsa.<br />
ne diyordum, kapitalist sistem ağzımıza sıçıyordu di mi? geçenlerde biri elime bi kişisel gelişim kitabı tutturdu. adını bile hatırlamıyorum inan. bu ne dedim. kitap dedi. salak gördü beni zaar. oysa ben armut zannetmiştim. ne kitabı dedim, satıyorum dedi adam. yok ben almam dedim. neden, kitap okumaz mısın dedi. sana ne dedim. kızdı, gitti. o anda milyon tane derdim var, yan dükkandaki kıvırcık saçlı kızdan nefret ediyorum, akşamki maçın sonucunu tahmin etmeye çalışıyorum, çıkış saati gelsin diye bekliyorum adam gelmiş bana kendi yazdığı kişisel gelişim kitabını pazarlamaya çalışıyor. oğlum o kitapta yazanlar işe yarasa sen kitabı kapı kapı pazarlamazdın zaten, kimi kandırıyon? bu arada çakralarım mı açıldı noldu bilmiyorum ama fenerbahçe'nin lazio'yu iki sıfır yendiği maçtan itibaren maç sonuçlarını tahmin ediyorum. (sadece fenerbahçe maçlarını. not:galatasaraylıyım) hatta benfica'yla yarı finalde eşleşeceğini bile tahmin ettim. nerden geliyo bunlar aklıma bilmiyorum.<br />
wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-14720873201907173312013-01-09T21:44:00.002+02:002013-01-09T21:44:46.394+02:00yazmayalı çok oldu ifadesibloga yazı yazmayalı yine çok uzun zaman oldu. üzerimde nasıl bir tembellik varsa artık, üç cümle yazıp ekrana boş boş bakmaktan başka bir girişimde bulunamadım yeni yayın için. en son yazı yazdığım tarihten sonra kardeşimi askere gönderdik, ıspartaya yemin törenine gittik, ıspartada öyle bi üşüdüm ki bursaya geldiğimde soğuğuna kurban olasım geldi, sonra bademciklerim şişti, hastalıktan süründüm, sürüne sürüne işe gittim, yaklaşık 30 adet antibiyotik hap yuttum ve her seferinde "yani insan bi düşünür, ben su içemiyorum boğazım acıdığı için bu kocaman ilaçları nasıl yutayım olm ya" diye ilaç firmalarına isyan ettim, sonuç olarak hala biraz bademciklerim acıyor ve ben hala o kocaman antibiyotikleri yutuyorum. resmen vücudumdaki mikrop benden daha kuvvetli çıktı ve beni yenip duruyor.<br />
yeni yıla da hasta girmiş bulundum böylece ama "yeni yıla nasıl girersen bütün yıl öyle geçer yea" inancı taşıyanlardan değilim çok şükür. ben sadece hıdırellez günü leyleği havada görürsem bir dahaki hıdırelleze kadar hep gezeceğime inanıyorum sadece. inancım bu kadar. bugüne kadar da leyleği hiç havada görmediğim için evdeki minderden farkım yok. çalışmadığım zamanlarda nette online değilsem kesin ya uyuyorumdur ya da koltuğa yapışmış tv izliyorumdur. hayattan aldığım keyif te bu kadarcık. ne gerek var kendimi sokağa atıp bedenimi yormaya. aslında çalışmak için her sabah erkenden uyanmak ta çok saçma ama işte kendi ihtiyaçlarımı karşılamak için bile olsa ÇALIŞMAK ZORUNDAYIM! hayat çok zalim, her gün sıcacık yataktan çıkıp işe gitmek çok acımasız bi duygu. biliyorum, herkes benimle aynı fikirde. gelin sarılıp ağlayalım olm.<br />
sigaraya gelen zammı yine kınıyorum. olm sanki tekel bayiden sigara almıyoruz da torbacıdan uyuşturucu alıyoruz gibi hissediyorum bu fiyatlarda. insaf ya. resmen memleketin giderini biz karşılıyoruz ödediğimiz vergilerle. bi dahaki seçimlerde akıllı davranıp sigara kullanan birine oy verelim bakın. halden anlar en azından. bu ne ki böyle, kapalı alanlarda içme, dur ben fiyatları öyle anasının gözü gibi yükselteyim de paran yoksa yine içme. e napıcaz peki? çayırdan çimenden ot mu yolalım da sarıp içelim? var mı bi önerisi olan?<br />
film izlemeyen bi dangalaktım, artık ara sıra film izliyorum. midnight in paris'i çok sevdim mesela. ilerleyen zamanlarda tekrar tekrar izlemeyi düşünüyorum hatta. izlemeyen varsa şiddetle öneririm. filmi anlat konusu ne falan diyen varsa avucunu yalar çünkü film/dizi/kitap anlatma konusunda berbat biriyim. öyle ki, filmi ortasından anlatmaya başlarım, sonuna yaklaşınca başını anlatmayı unuttuğumu hatırlarım, başını anlatırım sonra sonunu getiririm ve benim sevgili dinleyicim oracıkta beni doğramak ister. doğramak demişken, yan dükkan komşumuza acayip gıcık oluyorum yine. adam bazen gözüme sevimli gözüküyor, bazen de bi çay kaşığı suyla boğasım geliyor. bence dükkanını taşısa çok mantıklı bi karar vermiş olur çünkü ben onu gördükçe darlanıyorum. bırak pasajda dolaşmasını, nefes alması bile bana batıyor.<br />
her neyse, fazla gevezelik etmiyeyim gece gece. kısacası anlatıcaklarım bu kadardı. üç cümleden sonrasını getirebildiğim için kendimi tebrik ediyorum. şimdilik herkese iyi geceler, kocaman öpüyorum okuyan herkesi.wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-46640383684511541432012-11-08T21:36:00.000+02:002012-11-08T21:36:18.881+02:00anti-stress palavrası<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-Wjtl2j6CnJ0/UJwIzfaUiNI/AAAAAAAABIE/PcxwUUsVGKI/s1600/iCAO1YV4L.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-Wjtl2j6CnJ0/UJwIzfaUiNI/AAAAAAAABIE/PcxwUUsVGKI/s1600/iCAO1YV4L.jpg" /></a></div>
normalde dert dinlemeyi sevmem, hatta prensip olarak çok çok yakınım olmayan insanların problemleriyle ilgilenmem bile ama bu seferlik küçük bi müstesna tanıyorum bu mevzuya. pasajdan komşumuzun annesi meme kanseri olabilir ve kız aşırı derecede üzgün. normal olarak tabi. seda'yı öyle üzgün, mutsuz gördüğüm zaman otomatikman üzülür oldum. henüz durumun ne olduğunu anlamak için tahliller yapılıyor ama ben de bi yandan seda'ya moral vermeye çalışıyorum, bi yandan da onu en kötü sonuç ihtimaline hazırlamaya çalışıyorum. hayat garip, kimin başına ne zaman ne gelecek belli değil. yarın sabah uyanıp uyanmayacağımızdan ya da uyandığımızda hayatımızın bir anda fazlasıyla değişip değişmeyeceğinden emin olmadığımız bir hayattan çok fazla şey bekler, kendimizi çok fazla sıkınıya sokar olduk. modern çağın kalıtsal hastalığı bu aslında; stres.<br />
fazlasıyla bulaşıcı olan bu sendromu atlatmanın pek mümkünü yok açıkçası. sülalem raad diyemiyorsan, vurdumduymaz değilsen -ki bence vurdumduymazlığın da bir sınırı olmalı, zirvesinde olanlarla da hayat çekilmez-, en küçük şeyleri bile kafana takıp günlerce uyuyamıyorsan, sinirden tırnaklarını yiyor veya kopartıyorsan, takıntıların varsa, kuruntuların varsa tebrikler, modern çağın en büyük hastalıklarından birine yakalanmışsın demektir.<br />
zaten bunu da kâra çevirmek isteyen firmaların anti-stress şampuanları, duş jelleri, kremleri, ayak bakım kremleri vs. mevcut piyasada. ancak ben hiç kullandığım krem sayesinde stresten kurtulduğumu hatırlamıyorum. ha girersin sıcak bi duş alırsın, güzel kokan bi duş jeli kullanırsın, rahatlarsın buna kafam basar. ama hiç sürünce beni rahatlatan krem görmedim, üzerinde "yeminle bak stresten arındırır, Allah çarpsın ki doğru söylüyom" yazsa bile inanmam açıkçası. sırf üzerinde anti-stress yazıyor diye kerameti 3 lira olan şeyi 7 liraya kakalamaya çalışıyorlar işte. biz de saf saf inanıp rahatlamak için alıyoruz.<br />
bi de reklam var şimdi, hani kadın mutfakta iş yaparken söyleniyor kocasına, kocası o esnada maç izliyor, sonra salona gidip halının üstüne basınca kadın bildiğin jelibon kıvamında bi insan oluyor ya, ben o halının kerametine inanmadığım gibi reklamı saçmalıkta dünya markası, markayı da dolandırıcı ve yalancı olarak görüyorum. ama hangi firmanın reklamıydı cidden bilmiyorum. ama yani inanmayalım bunlara canlar ya, bi halı insanı ne kadar rahatlatabilir ki? ama desen ki pufidik pufidik bi yatağa yatıcan, hava yağmurlu olucak, sabahı bırak isterse öğlen olsun alarm çalmiycak, canın istediği kadar yatıcan, ha bak insanı cidden rahatlatır bana işte bunlarla gelsinler.wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-50125004914313140212012-10-31T21:51:00.002+02:002012-10-31T21:51:53.609+02:00gülsem mi? ağlasam mı?eve grip için yığdığım ilaçlara, çaylara rağmen grip olmayı itina ile başardım sanırım. sabah kalktığımda bademciklerim resmen kendi başlarına imparatorluk ilan etmişlerdi ve ben sesimin boğuk boğuk çıkmasına rağmen gidip saatlerce insanlara laf anlatmak, kısaca çalışmak zorundaydım. hayat çok acı lan. bazen neden sabancı ailesiyle uzaktan ya da yakından herhangi bir akrabalık bağımız yok diye kederleniyorum. <br />
geçen gün aktardan, hiç firma ismi vermemezlik yapmiycam, bursa gümüşçeken caddesinde aktaryumdan aldığım bitki çayı geldi şimdi aklıma gripten bahsedince. tadı da rengi de şahane bu çayın bakın. rengi böyle vişne rengi gibi, tadı içine bol limon ve yeşil elma da koyup kaynatınca ekşimsi şahane bişey. aslında bu karışıma rengini veren mekke gülü adındaki bitki. daha doğrusu, gül yaprakları. dün değil önceki gün aldım, ailecek grip olduğumuz için akşamları bu çaydan içiyoruz hep beraber.<br />
insanlığın henüz ölmediğini fark ettim bugün. sürekli alışveriş yaptığım eczaneye gitmiştim, yaşlı bi kadının eczanede çalışan abiden ağrı kesici ilaç istediğini ve parasını ödeyemeyeceğini, maddi imkanının olmadığını duydum. durdum izledim kadınla abinin konuşmasını, sonra baktım bizim eczane teknisyeni abi çıkartıp en iyi ağrı kesicilerden bir kutu verdi teyzeye. gerçi hani "ben yapardım" demiş olmak için demiyorum, eczane teknisyeni vermese ben alırdım ilaç kadıncağıza. sağlık abi bu, hani lüks bişey değil. ihtiyaç yani. açıkçası, gidip kutusu 2 lira olan ve işe yaramayan bi ilaç vermemesi de gülümsetti. iyiler ölmemiş diyor insan bazen.<br />
son olarak ta bir insanlık ayıbından bahsetmek istiyorum. iki gün önce beyin kanaması geçirip yoğun bakımda bir hafta yattıktan sonra vefat eden bir yakınımızın, hastanede otopsi yapıldıktan sonra, parçalara ayrıldığı için ÇÖP POŞETİne koyularak çocuklarına teslim edildiğini öğrendim. hastanede otopsi için yakınlarından izin alınması gerekiyor mu bilmiyorum açıkçası. ama otopsi yapılması için şüpheli bir ölüm olması gerektiğini düşünüyorum ki beyin kanamasından sonra vefat etti kadın. çöp poşetinde teslim etmek nedir allasen? insanlar, evcil hayvanları öldükten sonra hayvanlarının ölüsünü gömüyor. hiçbir insan öldükten sonra gereksiz yere parçalanmayı, uzuvlarının çöp poşetine konulmasını hak etmez bence. hiçbir insan, yakınını kaybettiğinde böyle bir durumla karşılaşmak istemez. bunu yapan da, bursa'nın devlet hastanelerinden biri. ilginç. gülsem mi, ağlasam mı bilemedim ben. <br />
ne diyelim, Allah ıslah etsin.wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-27362593212628360732012-10-18T22:27:00.000+03:002012-10-18T22:27:12.747+03:00kısa bir notbu sabah onur gökşen'in hiç tweet yazmadığını fark edince twitter sayfasına baktım. ara vermiş, neden ara verdiğini açıklayan bir tumblr bağlantısı eklemiş sadece. onu okumayı seven biri denk gelirse <a href="http://onurgoksen.tumblr.com/post/33794916553">http://onurgoksen.tumblr.com/post/33794916553</a> bağlantısı tam şurada, dikkatlice okuyabilir.<br />
diyor ki onur abi, isimlerden bahsetmek istemiyorum ancak bilenler bilir, bu son linç olayı öfkelendirdi, yordu, üzdü, ara veriyorum. kendisi twitter'ın sivri dilli abisi. açıkçası, bu ülkede onun gibi düşünmeyen insanlar da çoğunlukta. ve onur abi yeri geldi bizim büyük koyun sürümüze küfretti, yeri geldi onlarla dalga geçti, yeri geldi bizler gibi sosyal medyayı sadece eğlenmek için kullandı. açık ve net söylemem gerekirse, twitter sayfasını açtığınızda yazdıkları ya tamamen size hitap ediyordur, ya da etmiyordur. arası çok nadir. <br />
bir insanın düşündüğü şeyi benimseyemiyorsanız onu okumak, dinlemek zorunda olmadığınız bir mecra sosyal medya. size ulaşmasını, yazılarının zaman akışına düşmesini tamamen engelleyebileceğiniz bir platform. bu yüzden, sadece sizinle aynı şeyi düşünmüyor diye kimseye hakaret etme, mahalleden arkadaşlarınızı toplar gibi birkaç takipçi toplayıp linç girişiminde bulunma gibi bir hakkınız yok. kendinize ne kadar değer veriyorsanız o insan da o kadar değerli. hiç kimseden çok çok üstün değilsiniz. yani aslında demem o ki, onur abi gibi işinize gelmeyeni açıkça ifade edebilen birinden daha üstün değilsiniz, çirkin ifadelerinizle onu rahatsız etmek gibi bir lüksünüz yok.<br />
ancak görüyoruz ki, insanlar henüz kendi düşündüğünü doğruca ifade edebilen birilerini hazmedemeyecek kadar çiğler. basitlikten öte değil onur abi'nin twitter'a ara vermesine sebep olan zavallıların davranışı. ben bekliyorum, onu okumayı seven ona değer veren benim gibi çok insan daha bekliyordur onur abi'nin öfkesinin yatışmasını, üçüncü kitabının bitmesini ve aramıza dönmesini. birileri saçmaladı diye onur gökşen yazmayı bırakmaz bayanlar baylar. siz istemiyorsanız okumayıverin bi zahmet.<br />
sevgilerimle...wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-6176302928787582182012-10-14T22:23:00.001+03:002012-10-14T22:23:54.189+03:00kısa bir ara<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-uBEy6eVG1IY/UHsQPvD6gTI/AAAAAAAABHs/9sBpvlkOJMk/s1600/pinread.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-uBEy6eVG1IY/UHsQPvD6gTI/AAAAAAAABHs/9sBpvlkOJMk/s1600/pinread.jpg" /></a>yazı yazmayalı aylar oldu. açıkçası içimden tek satır da yazmak gelmedi. 140 karakterlik tweetler atmaya bile üşeniyorum. ciddi anlamda zor geliyor yani. sevgilime attığım mesajları falan saymazsak tabi, genel anlamda yazmaya üşeniyorum. neden yazı yazma gereği duyduğumu falan sorgulamaya başladım. sonra, yazarken rahatladığımı hatırladım. benim hayatımda bu işe yarıyordu yazı yazmak, sonradan toparladım durumu.</div>
hayatımda değişiklik yok, aynı iş aynı hayat işte. tek heyecanım sevgilimin bursaya beni görmeye geldiği zamanlar. tek beklentim onun gelmesi. bi de kardeşimin askerliği var, yakında gidicek. kaygılar, merak, şimdiden özlemek gibi çok fazla duygu var içimde bu durum karşısında. bir an önce yapıp gelsin askerliğini. zaman çabuk geçsin, bence bunun için hepimiz dua edelim. <br />
bu gece Felix stratosferden dünyaya atladı. ben olsam atlamazdım, atlayamazdım zaten. o kadar yükseğe çıkmayı gözüm kesmezdi. korkarım lan, elin adamı nasıl süzüldü 5 dakkada dünyaya. bi de şimdi sevgilime ben de 11'de uyandım dedim gülücüklü, o da bana dil çıkarmış. iki dakka duygusal bağ kurayım dedim adam dil çıkarıyo. sonra vay efendim sen hiç romantik değilsin hatun bıdıbıdısı. haksızlık bence.<br />
çok canım sıkılıyor her zamanki gibi. eskiden beni eğlendiren insanlar da eğlendiremiyor beni. kalıplaşmış esprilerden falan çok sıkıldım. mümkünse hiç kimse bir süre espri falan yapmasın. sonra gülmeyince, vay efendim sen suratsız mısın oluyor. suratsızım diyelim, napıcan lan var mı bi çaren. konuşma boş boş karşımda.<br />
bu aralar film izlemeye başladım. daha doğrusu ortalama on günde bir film izliyorum artık. eskiden tvde denk gelmezse hiç film izlemezdim ben. güzel bi'şeymiş. mesela geçenlerde The Artist filmini izledim. tamam olm biliyorum film çekileli, sen izleyeli yıl oldu, tamam kabul ediyorum yıllar önce açılan mekanı yeni keşfedip bi de üstüne yeni açıldı zannedip eşine dostuna hevesle tavsiye eden o değişik insanım şu an, ama bi dinle. Artist filmi çok iyiydi lan. sessiz film izlerken hiç bu kadar keyif alacağımı tahmin etmezdim. çok güzeldi. hem kafam dinlendi gereksiz ses olmadığı için, hem eğlendim güldüm, hem de ağladım böyle ara ara. George Valentin eğer gerçek biri olsaydı alıp eve götürüp bakabilirdim ona, o derecede sevdim ben o karakteri. izlemeyeniniz varsa izleyin, mutlaka izlettirin bence.<br />
uzun süre sonra yazdığım ilk yazı aracılığıyla diyorum ki, cümle kurabilen herkesi çok seviyorum. bi insanın iki satırını okumak onun hayatına dokunmak gibidir. her ne kadar kurgu yazan birini bile okusan, onun hayatından küçük bi parça vardır orda, onu hisset. ancak başkalarının hayatına dokunabildiğinde insan olabiliyoruz biz iki ayaklı düşünebilen canlılar. başkalarının hayatlarının farkında olmadığımız zaman bencilleşiyoruz. bencil olma, oldurma. haydin iyi geceler.wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-60807419026888970092012-08-01T21:18:00.000+03:002012-08-01T21:18:39.487+03:00insan olabilmek küçük bir ayrıntıdır<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-AQnWRTJPmBE/UBlyTNjtVfI/AAAAAAAABHU/CeS1Nj_9Wso/s1600/imagesCA00HS8C.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-AQnWRTJPmBE/UBlyTNjtVfI/AAAAAAAABHU/CeS1Nj_9Wso/s1600/imagesCA00HS8C.jpg" /></a>bence bizim milletin temel sorunu çok yüksek egoya sahip insanlardan oluşuyor olması. çünkü, kendinden daha sessiz gördüğü kişiyi ezmeye çalışan bu kadar çok insanın başka bir açıklaması olamaz. bazen insanları izlerken "nereye gidiyoruz biz?" sorusunun cevabını bulmakla çok meşgul oluyorum. ilginç geliyor insanların tavırları, konuşmaları. eğer varsa parasıyla, parası yoksa ukalalığıyla egosunu tatmin etme peşinde bizim insanlarımız. yalanlar söylüyorlar, yalan olduğunu bariz bir şekilde anlıyorum, yalancısın diyemiyorum, kimsenin yüzüne karşı yalancısın sen kötü bi insansın diyemem, gülüp geçiyorum. ağzımda acı bi tad bırakıyor onlarla yaptığım sohbet. sıkılıyorum, evet en önemlisi böyle insanlarla diyalog halinde olmaktan sıkılıyorum.</div>
bakıyorum bazılarına, başkalarının kendisini ezişinin acısını küçücük çocuklardan yahut da kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan insanlardan çıkartıyorlar. bakıyorum bazılarına, etraflarındaki herkesle sidik yarışı halindeler, gerek yok. yorucu olsa gerek, kendisini sürekli ispat etme çabasında yaşamak. ben yorulurum, bunalırım, anlayamadığım bir psikoloji açıkçası.<br />
hayat dediğimiz şey bu mu sahiden? insan doğar, büyür, egosunu tatmin eder, o arada ürer ve ölür mü? sıkıcı değil mi böylesi? ne bileyim, millete ne benim hayatımdan, bildiklerimden bilmediklerimden, eksikliklerimden fazlalıklarımdan. bana ne milletin hayatından ıvırından zıvırından. kendisine dev aynasında bakan insanlarsız bir dünya, düşünmesi bile fazlasıyla muhteşem. ya da başkalarını ezmeyi, yapıntı yapıntı tavırlarda bulunmayı hobi edinmiş insanlarsız bir dünya. güzel değil mi? hepimizin aslında öncelikle kendi hayatıyla haşır neşir olan insanlar olmaya ihtiyacımız var. başkalarının hayatlarını ne kadar takip edersen o kadar onları taklit etmeye çalışıyorsun. ne gerek var? neden takip edesin ki, daha önemlisi neden taklit edesin ki. ayrı bir insansın, bir kişiliğin var, kendi zevklerin var, onlarla meşgul olsana. kendine olan saygını yitiriyorsun. insan önce kendisine saygı duyabilmeli bence. bak, kendisine tapmalı, kendisini aşırı önemli görmeli demiyorum, kendisine, onu o yapan her şeye saygı duymalı. ondan sonra başkalarından saygı beklemeli. tabi başkalarına saygı duymak ta önemli.<br />
kafanı kaldırıp etrafına baksan, birbirine zerre kadar saygısı olmayan o kadar çok insan görürsün ki. insan demek doğru mu? insan müsveddesi demek daha uygun sanki. diğerlerine saygı duyamayan varlığa insan demek istemiyorum açıkçası. insanın insan olabilmesi için önce diğer insanlara saygı duyması gerekli. bu şart bi kere. biz, birbirimize saygı duymamız gerektiğinden habersiz olacak kadar cahil bir toplumuz bence. insan olabilmek küçük bir ayrıntıdır. olmazsa insanlık kavramını yerle bir edecek kadar önemli bir ayrıntıdır.wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-74764046295951941032012-07-27T21:25:00.000+03:002012-07-27T21:25:18.501+03:00hayat level atlaması zor bir oyundur<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-ZJN_y3UbMT4/UBLc96ca4qI/AAAAAAAABHA/o9PotNgInsA/s1600/iCAKC5GOR.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-ZJN_y3UbMT4/UBLc96ca4qI/AAAAAAAABHA/o9PotNgInsA/s1600/iCAKC5GOR.jpg" /></a>nasıl desem, etrafımdaki insanları sıkıcı bulduğumu kendime itiraf etmeye başladım sanki. onlarla birlikte zaman geçirmek, onlarla konuşmak, onları görmek beni mutlu etmiyor. doğal olarak ta onları hayatıma dahil etmek istemiyorum. hem, insanın hayatındaki insanlar farklıdır, etrafındakiler farklı. birinin hayatında olmak, pek çok insanın etrafında olmaktan daha güzel bence. birinin size hayatını açması, sizi hayat sınırlarının içine çekmesi muhteşem. ancak bu da yaşarken pek sıradan gözükür. insan her şeyin değerini ancak kaybettiğinde anlayan bir ahmaktır bence. </div>
hayatıma aldığım insanları seçebiliyor olmak şahane. ancak etrafımdaki insanları da seçebilmeyi isterdim. bulunduğun çevreye göre insanları da seçmiş olursun geyiğine ihtiyacım yok. ben tek tek seçebilmekten bahsediyorum. bazen hayatımda olan hiç kimse etrafımda bulunmuyor. bir dakika durup düşünüyorum ve çok sıkıldığımın farkına varıyorum. yanımdayken, hayatımın içindeki insanların da sıkıcı olduğunu düşündüğüm anlar olur. işte yanımda yoklarken sıkıcı olmadıklarına yemin edecek kadar onları en azından onlardan bir tanesini yanımda istiyorum. hayat garip. <br />
"ıyk asla olmaz, asla yapmam" dediğim çok şeyi aynen yaptım. resmen tükürdüğümü yaladım. sık sık. hayat bazen öyle cilveli oyunlar oynuyor ki, asla dediğim şeylerin anlamı tam tersine dönüyor. ve sanırım benim küçük aklım yetmiyor tüm bu değişimleri idrak etmeye. ben değişmek istemiyorum. sevdiğim renk hep aynı kalsın, saçım hep aynı renk olsun, yetmiş küsür yaşındaki ananem hiç ölmesin sonsuza dek yaşasın, sevgilim hep aynı insan olsun, hep aynı yemekleri seveyim, bamyadan her zaman nefret edeyim, patlıcan hep ağzımı kaşındırsın hiç yiyemeyim istiyorum. değişimden de, hayatımdaki insanların değişmesinden de hoşlanmıyorum. değişmek risk almaktır. risk almaktan korkmuyorum da, risk beni yoruyor. zaten yeterince zor bi hayat yaşıyoruz, zaten yoruluyoruz. değişimlere kafa yormak saçma geliyor. son olarak; hayat hep zor olmak zorunda olan eğlencesiz bi oyun. level atlamak çok zor.wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-27545208784451844332012-07-23T21:41:00.000+03:002012-07-23T21:41:31.112+03:00iftara ne kadar var?<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-8CcwfOsfJlM/UA2ZzC-c_1I/AAAAAAAABG0/dPd021_YMPg/s1600/imagesCA1RST9Q.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-8CcwfOsfJlM/UA2ZzC-c_1I/AAAAAAAABG0/dPd021_YMPg/s1600/imagesCA1RST9Q.jpg" /></a>oruç tutmaya başlayınca etrafımdaki insanların iç yüzlerini daha iyi görür oldum. hele hele sigara içemeyince etrafındakilere hayatı dar etme makinesi gibi oldular. garip, çok sıkıntıdaysan tutma kardeşim zorla yakana mı yapışıyoruz. sonuçta günahı da sevabı da senin boynuna, bize niye afra tafra yapıyorsun.</div>
hele bir de yan dükkan komşumuz var ki akıllara zarar. kız oruç tutmuyor, ama işten yarım saat erken çıkabilmek için patronuna oruçluyum diye yalan söylüyor. patronu da cemaatçi abilerden, dolayısıyla bu hanım kızımız sabahtan akşama kadar aç ve susuz, oruçlu gibi ama oruç tutmadan bekliyor. bu akşam üzeri gelmiş, normalde saat en erken sekizde kapatmam gereken dükkanı sekize çeyrek kala kapatmam için resmen baskı yapmaya başladı. neymiş efendim, yardım gerekirse o evine yetişemezmiş, patronu da beni beklemezmiş, yani kısacası benimle uğraşamazlarmış. doğrusunu söylemek gerekirse bu akşama kadar gayet de sevdiğim bir insan-dı. sanırım artık sevemiyorum. bana baskı yapan insanlardan hoşlanmam. hele ki iş konusunda, tamamen dışardan bir insanın akıl vermesi, emir vermesi, eleştiri sunması beni çıldırtır. tepem atınca doğal olarak "paçana yapışmıyorum tugba, ben başımın çaresine bakarım sen git" dedim. hayır yetişemem diye kastığı evi de, pasaja 15 dakika dolmuş mesafesinde. 10 dakika da yürüse, gayet rahat gider ama işte insanların durumu fırsata çevirme huyu var lanet olsun ki.<br />
sonuç olarak ciddi anlamda kırıcı davrandım evet, ama babamın bakkal dükkanını işletmiyorum. neticede benim de hesap verdiğim bi patronum var. ya aslında konu tugba da değil tam olarak, oruçlu olduğu için sinir yapan insanları kaldıramıyor bünyem. hepimiz yoruluyoruz, sigarasız susuz ve aç duruyoruz, uykusuz oluyoruz da sizin tribiniz kime ben anlamadım açıkçası. çok zorluyorsa tutma kardeşim, insanların kalbini kıra kıra sevaba giremezsin. hele bir de erken çıkmak uğruna patronuna müdürüne vs. "ben oruçluyum yeaa" diyerek sadece kendini kandırırsın. bir aylığına sırf konsepte uymak için "ben çok müslümanım yeaa" triplerine girip, üzerine bir de yalan söyleyerek kul hakkına giriyorsun, ironiler üstüne ironi deviriyorsun bi de kendi söylediğin yalana kendin inanıyorsun gerçek sanıyorsun ya, komik oluyorsun yapma.<br />
ayrıyetten "oruçluyken makyaj yapılmaz" "oruçluyken ruj sürülmez" kanunları varmış gibi onlarla yaşayan abilerim ablalarım size açıklamam gereken ciddi bi durum var. bakın, oruçluyken makyaj yapabilirsiniz, neticede gözünüze sürdüğünüz maskara da, yüzünüze sürdüğünüz allık ta orucu bozmaz. ayrıca şöyle bir artısı var ki, zaten uykusuz ve yorgun olan yüzünüz aşırı derecede soluk durur. makyajı yapınca bi renk gelir yüzünüze, ben kendi adıma konuşayım, makyaj yaptığım zamanlar makyajsız olduğum zamanlara göre daha enerjik ve pozitif hissederim kendimi. aynaya baktığımda aylardır sarılık tedavis görüyormuşum gibi hissetmekten hoşlanmıyorum. ayrıca, sürülen ruju yeme gibi bir alışkanlığınız yoksa gayet de sürebilirsiniz. ruj yemekten nefret ederim, tadı isterse vişneli olsun fark etmez nefret ederim. sıkıntı yok yani, benim makyajım da rujum da daha fazla size sıkıntı olmasın emi?<br />
oruç tuttuğum halde yorulmuyorum dersem yalanın allahını söylemiş olurum. yoruluyorum, daha doğrusu uykusuzluktan ölüyorum lan öyle böyle değil yani durum. gece uyuyorum, aradan 3 saat falan geçince uyanıyorum, yiyorum ki aşşırı çok yiyorum, sigara çay ve litrelerce su içip yatıyorum. heh şimdi, o mideye nasıl sığdırdın tüm bunları gergedan mısın kızım deme, abi tekrar yatıyorum ya, yemin ederim sırt üstü yatmaktan başka alternatifim yok. sağa dönsem sıkıntı sola dönsem sıkıntı. ama yemeyip, su içmeyip oruç tutabilme gibi bi imkanım da yok. henüz yemeden içmeden yaşayabilme potansiyeline sahip değilim cicim. ama yeniden uykuya dalabilene kadar ciddi sıkıntılar çekiyorum. sanırım birkaç gün sonra bu da rutine bağlar rahat ederiz.<br />
ramazan ayını da, oruç tutmayı da seviyorum ben. her ne kadar zaman geçmiyormuş gibi görünse de, rutin hızında geçiyor. itiraf edeyim, canım bir tek iftarda karnım doyunca sigara içmek istiyor. hani sigarasal bi sıkıntım da yok. ama sigara içemediği için sinir küpü gibi gezen insanlarla ciddi sıkıntılar yaşıyorum. anlayamıyorum yani, madem bu kadar ağır geliyor bu meret sana, tutma o zaman. insanlara da hayatı dar etme. hepimiz eşit sürede aç duruyoruz, adaletsiz bir durum yok. dolayısıyla kimse senin tribini çekmek zorunda değil bebişim.<br />
son olarak, herkese hayırlı ramazanlar canlar. iyi geceler.wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-48537384634958736562012-07-19T21:50:00.000+03:002012-07-19T21:50:41.671+03:00selam ben türk kızı<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-hQq-qihcEVE/UAhWKrjJPJI/AAAAAAAABGk/yhKEVnniOSQ/s1600/%C4%9Fpo.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-hQq-qihcEVE/UAhWKrjJPJI/AAAAAAAABGk/yhKEVnniOSQ/s1600/%C4%9Fpo.jpg" /></a>beyler selam. duydum ki, trip atmayan, kıskançlık yapmayan, dekolte giymeyen, makyaj yapmayan, pes bilen, kurtlar vadisi izleyen ve halı sahada maç yapmanıza arıza çıkartmayan sevgili arıyormuşsunuz. bulursanız haber verin annem, ben de kardeşime bi tane alırım ondan.</div>
çok alemsiniz açıkçası, hem yapıcağınızı yapıyorsunuz hem de trip atınca "türk kızları çok trip atıyo yeaa" diyorsunuz. e canım benim paçanıza yapışan mı var, madem türk kızları trip atıyor e gidin kendinize yabancı sevgili yapın. hazır vizeler de kalkmışken gidin rusyaya, ordan trip atmayan bi hatun bulursunuz kendinize. hem yok şöyle çirkin böyle kısa boylu diye bok üstüne bok attığınız türk kızlarını da görmemiş olursunuz. ciddi söylüyorum bakın, gidin o güzelim ırkı da maymuna benzetin. sanki türk kızlarının dünyaya gelişinden sadece türk kadınları sorumlu. bakın sadece 10 yıl veriyorum, o güzelim ırkı da yok edersiniz bu sefer rus kızları da çok bozdu diye sitemlere düşersiniz. sanki kendiniz çok yakışıklısınız süpersiniz de utanmadan türk kızının çirkinliği üzerine ince espriler üretiyorsunuz. ilahi, komiksiniz beyler cidden yani.<br />
hayır, işimizi gücümüzü bırakıp size değer verip kıskanıyoruz, pek çoğumuz kuaför salonlarında bu sıcaklara rağmen sevgilimize güzel gözükücez diye kurdeşen dökme pahasına fönler çektiriyoruz ona bile mana buluyorsunuz. hayır ne olcaktı ben anlamadım. saçı başı dağıtsak bakımsız, bi fön çektirsek kuaförden çıkmayan, azıcık makyaj yapsak çok süslü diyorsunuz. ee nasıl olcaktı peki beyler? var mı bi ortası bi tarif edin allah aşkına.<br />
tayt giyeriz onla dalga geçersiniz, babet giyeriz onla dalga geçersiniz, topuklu ayakkabı mevzusuna değinmek bile istemiyorum bakın. peki ne giyseydik, yani ister misiniz futbol ayakkabısı giyelim ne dersiniz? olmazsa bi de halı saha maçı yaparız. tövbe ki ne tövbe bak ya. siz bu kadar laf söyleyin, bu kadar bok atın herşeyimize ondan sonra iyi davranmayınca da "türk kızları çok soğuk yeaaa" e napıcaktık be paşam, ettiğiniz bunca lafa rağmen boynunuza mı sarılıcaktık nedir yani mevzu. iki gün traş olmasa at hırsızı gibi ortada gezinecek adamların her hareketimize laf etmesi de ayrı bi ironi. ona göre düşünün taşının, aklınızı başınıza alın. hatta önce bi boy aynasında kendinize bakın ondan sonra konuşalım tamam mı?<br />
dizi izlememiz bile kabahat. bu sefer yok efendim türk kızları çok kültürsüz yeaaa moduna giriyorsunuz. çocukluğundan beri "sen sus kızlar karışmaz herşeye" diye yetiştirilen kızların büyüyünce memleket meselelerine el atmasını beklemeyin cicim. oturup aşkı memnu izliycek, ne bileyim magazin programlarını izleyip sibel can diyeti yapıcak tabi. ha arada hakikaten bilgisi ve kültürüyle sizi dövebilecek kadınlar da var ama onlar için de hemen "kaşar" veya "ıyykk çirkin" yaftası hazırda bekliyor. hayır nasıl olacak biz çözemedik yani cicim olayı.<br />
bi de gösteriş meraklısı demiyor musunuz ona ayrı gülüyoruz bakın. yahu, en basiti iphone alınca yedi düvele bunu reklam yapıyorsunuz yavru kuşlar, araba alınca anahtarı neredeyse yakanıza iğneliyorsunuz sonra da bizim türk kızları çok gösterişçi yeaaa diyorsunuz. canım hakikaten ne yiyip ne içiyorsunuz da bu kafalara geliyorsunuz anlamadım ama üzücü durumunuz. bak endişe ediyorum annem, otur bi kafanı dinlendir tamam mı hadi öptüm.<br />
<br />
imza: ben türk kızı<br />
wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-15611657359301897162012-07-12T21:43:00.000+03:002012-07-12T21:43:11.183+03:00ters gitme ihtimali olan ters gidermiş<strong>umarım kabir azabı çekiyorsundur murphy amca. çünkü senin de dediğin gibi, herşeyin ters gitme ihtimali de var ve herşey ters gidiyor. bence al o yasalarını götüne sok da bi rahat edelim.</strong><br />
gerçekten herşeyin boka sardığı ve içinden çıkamadığım günlerdeyiz. sevgilim geçen hafta gelecekti, gelemedi. bu hafta gelecekti yine gelemiyor. anlatabildim mi tam olarak derdimi? onun dışında evle alakalı alışveriş mevzuları var, parke beğenilecekmiş efendim işte dolaptır kapıdır ıvır zıvır beğenilecekmiş ama gel gör ki tüm bunları yapacak gram enerjim yok. annem gözlerini açmış heycanlı heycanlı anlatıyor ve ben sadece "tamam pazar günü bakarız" diyebiliyorum. hani birkaç cümle daha kursam yere yatıp ağlamaya başliycam o derecede. <br />
iş yerinde geçirdiğim zaman daha da berbat. sadece o günü, o haftayı bitirmek için işe gidiyorum ve doğal olarak kimseye faydam olmuyor. her an işsiz kalabilirim anlayacağın. canımı sıkan bi mevzu olduğunda mutluymuşum herşey gayet yolundaymış gibi davranamıyorum. hayatı önce kendime zehir ediyorum ki, bundan etrafımdakiler de fazlasıyla nasipleniyorlar. özlemek insanı yoruyor vesselam.tek problemim buyken, omzumda tonlarca yük varmış gibi davranıyorum falan filan işte. ama bildiğim birşeyden çok eminim ki, tüm bunlar olup biterken, bu kadar acıyı çekerken hala daha benim canım sıkılmaya devam ediyor. ha bir de devam etmekte olan omuz ağrım var. o hiç sağ tarafımdan eksik olmuyor. hatta bazen öyle oluyorum ki, bu ağrı yüzünden ölüceksem öleyim de bitsin gitsin diyorum. hani ölmiyceksem de ağrı geçsin çünkü gerçekten çok sinirlerim bozuluyor artık.<br />
ha bu arada en azından omzumdaki ağrı bi işe yarıyor onu da anlatayım hazır lafı açılmışken. şimdi efendim ben böyle günlerdir bitkisel hayata girdi girecek modda geziniyorum ya ortalıkta, insanlar da doğal olarak "canın mı sıkkın?" "neyin var?" gibisinden cevabı kendilerini hiç alakadar etmeyen sorular soruyorlar ya hani, ben de omzum ağrıyor çok fena deyiveriyorum. yalnız bu hikayeyi yutmayan bi tek volkan abi var. bu sabah "hadi hadi bana anlatma" dedi mesela. sonra ekledi "senin şu sırcılığını da ayrıca takdir ediyorum" diye. insanların ağzına laf vermektense kendimi diri diri yakabileceğimin farkında olan tek insan o sanırım. her ne kadar aşırı samimi olmasak ta sadece az çok beni anladığı için seviyorum onu.wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-25683667179017238672012-07-11T22:26:00.002+03:002012-07-11T22:26:49.448+03:00seni hiç sevmedim süt oğlan<strong>seni hiç gözüm tutmadı süt oğlan.</strong><br />
<br />
seni sevemedim süt oğlan. olman gereken yerde olmuyorsun, yapman gerekeni yapmıyorsun. evet, babanı da sevmiyorum. sen hevesle yapılan planları alt üst etmek için gelmişsin dünyaya. umursamazsın, kendinden başkasını düşünmezsin ama düşünmek zorundasın. bu yüzden seni sevmiyorum süt oğlan. sırf ortadan gereksiz yere kaybolduğun için bak bu hissim. şimdi git süt oğlan. git burdan.wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-11076482965195713932012-07-07T22:52:00.001+03:002012-07-07T22:52:39.670+03:00neyin var bugün?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-XKjoQQ4hNm4/T_iSeUdZ9GI/AAAAAAAABFk/-mXGuVwELvw/s1600/iCAO1YV4L.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-XKjoQQ4hNm4/T_iSeUdZ9GI/AAAAAAAABFk/-mXGuVwELvw/s1600/iCAO1YV4L.jpg" /></a></div>
gece eğer çok ağlayıp çok az uyuduysam ertesi gün işe gitmeyi sevmiyorum. dün gece de öyleydi. sanırım saat 23:30 civarı ağlamaya başladım, saati tam olarak hatırlayamıyorum ama o civardaydı, sonra yine bilmediğim bir saate kadar ağladım ağladım ve ağladım. ağlamayı kestikten sonra da uzunca bir süre uyuyamadım. uyumadan önce telefonumun saatine baktığımda 04:20 civarlarıydı ve ben hala uyuyamıyordum. saat yedide uyanmak zorunda olduğum halde uyuyamıyordum işte. gözlerimin acıdığını ama kapattığımda kendiliğinden açıldığını hatırlıyorum bi tek. bir süre sonra uyumuşum. saat beşe geliyordu ya da beşti bilemiycem. doğal olarak uyumamla uyanmam da bir oldu gibi bişey oldu. yedide çılgınca çalan alarmla uyandım. sabahları acaba enerjik ve neşeli uyanır mıyım diye nahnehnah'ı ayarlamıştım alarm sesi olarak ama hiç etkili olmuyor doğrusu. yine de acı çekerek uyanıyorum, yine de ben sabahları hep mutsuzum.<br />
sabah aynada yüzüme bakasım gelmedi zaten. göz kapaklarım o kadar şişmiş ki, yarım limon koymuşsun gibi duruyor gözlerim. buz koymak şişliğe iyi gelir evet ama o gözlere iyi gelebilmesi için kafamı buz dolu bi kovaya sokmam artı beş saat falan öylece beklemem lazımdı. makyaj yaptım bi de üstüne. gözlerim bu sefer adeta gri tonlarda boyanmış yarım limon gibi durdu. şişliği az göstersin diye füme tonundaki kalemleri sürdüm de sürdüm ama işe yaramadı. demek ki koyu renk her zaman zayıf göstermiyormuş. baktım ne yaparsam yapayım işe yaramıyor, kahvemi içtim çıktım evden. tabi ayılabilmek için elbette aşşırı koyu kahve içtim ama tık yok, mal gibiyim.<br />
dükkanı açtım, kılımı kıpırdatıcak halim olmadığı için tabureyi dükkanın orta yerine çekip oturdum. yan komşum tuğba "nooldu kızım sana böyle" diyene kadar öyle dakikalarca boş boş oturup parkeleri inceledim. ee, ne diycem şimdi? canım sıkıldı saatlerce ağladım, sonra canım sıkıldı saatlerce uyumadım desem olmaz. başlar didiklemeye bi sıkıntın mı var, bi problem varsa anlat bak diye. ben canımı sıkan şeyleri olsun dertlerimi olsun etrafımdaki insanlara anlatmaktan hoşlanmıyorum. her konuda carcar konuşabilen ben, derdimi paylaşmaya gelince cümle kurmayı unutuyorum. hastaydım dün gece yaa, uyuyamadım sabaha kadar dedim en sonunda. hasta olmak, dertli olmaktan evla.<br />
hadi pasajdakilere anlattık bu hikayeyi de, patronum sabah görünce "hayırdır bi sıkıntı mı var?"a bağladı. patronumu seviyorum, konuşurken kocaman gülümsediği için seviyorum. hele sabahları gülümseyince bana enerji veriyor. sonra işte bi sıkıntı yok dedim ona da. "e neden böyle yorgun görünüyorsun o zaman, hasta mısın?" dedi. hastayım diyemedim, çünkü bu hafta tek çalıştığım için alakaya maydanoz birini yanıma yardıma göndermesini istemiyordum. sadece "yeni bi göz kalemi almıştım, alerji yaptı galiba gözlerim şişti mahvoldu ama sıkıntı yok iyiyim" dedim. külahıma anlat. yıllardır aynı marka göz kalemi, hatta hep aynı marka makyaj malzemesi kullanırım. o da bişey demedi, dikkat et öyle bilmediğin makyaj malzemesini kullanma bak dedi ve gitti. kaldım yine tek başıma.<br />
akşamı ettim ama, nasıl ettim hatırlamıyorum. sabah çaycı abiden bi kahve istedim, sert olsun dedim, sağ olsun öyle bir kahve getirdi ki dört buçuk beşe kadar cin gibiydim. sonrasında film koptu tabi. can sıkıntısından, yorgunluktan, içinde ateş topu olan iki yarım limonumdan dolayı salaklaştım. insanları anlamayı bırak, buğulu görmeye bile başladım. sanırım uykusuzluk bana göre değildi. ayrıca insanların "neyin var bugün?" sorusuna da onlarca farklı cevap verdim. hiçbiri doğru değil tabi. kimisine hastayım dedim, kimisine uyuyamadım ya çok sıcaktı dedim, kimisine göz kalemi yalanını attım, kimisine de bir klasik olan "gözüme yüz yıkama jeli kaçtı yeaa" cümlesini savuruverdim. sonuç olarak hepsi inandı, yani öyle gözüküyor. ama "gözüme yüz yıkama jeli kaçtı" cümlesine inananlara çok acıyorum lan. bi insan bu kadar temiz olamaz bağırıyor resmen BEN YALANIM BEYBİ diye. neyse, durumu kurtardık önemli olan bu. sonuç olarak günü bitirdim, bu saçma ve bir o kadar da salak duruma rağmen hala yazı yazabiliyor, cümle kurabiliyor bir yandan da Akasya Durağı'ndaki Osman Aga'yı dikkatle izleyebiliyor olmama şaşırıyorum. tamam işte, anormalliği buldum. BEN NORMALDE AKASYA DURAĞI İZLEMEM. neyse olur o kadar artık.<br />
sonuç olarak anladım ki, bundan sonra ağlanırsa cumartesi gecesi ağlanacak, sonra sabaha kadar uyunmayacak. hafta içi salaklık yapmanın alemi yok, hadi diyelim ağladık uyku gelmiyorsa bile uyku yapabilecek ilaç alınıp uyunacak.wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-3888169270148943672012-07-04T22:00:00.000+03:002012-07-04T22:00:12.047+03:00daralıyorum, nefes alamıyorum bak<div align="left" class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-zQWhsQZ04gk/T_SR_rI4-II/AAAAAAAABFQ/qW5PWsfnR3I/s1600/Picture_172_1_.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://4.bp.blogspot.com/-zQWhsQZ04gk/T_SR_rI4-II/AAAAAAAABFQ/qW5PWsfnR3I/s320/Picture_172_1_.jpg" width="239" /></a></div>
selam. bu aralar, samimiyeti abartıp bi rahat nefes aldırmayan insanoğlundan yana çok derdim var. hani gayet de iyi niyetlerle, durduk yerde neden mesafeli olayım canım iyi bi insan neticede diyerekten azıcık samimi davranmiycaksın bazı insanlara. iki dakikada bir saçma sapan bi espri yapmasa, her beş dakikada bir gelip nasılsın diye sormasa ölebilecekmiş hastalığına yakalanmış gibi davranıyorlar. <br />
ben daralırım açıkçası. hani alakaya maydanoz insanların sürekli dibimde bitmesi beni çok mutlu etmez. tamam komşu olabiliriz, bir yerden tanışıyor olabiliriz, sana kötü davranmıyor hatta seni seviyor da olabilirim ama bu gereksiz samimiyet, bu laubalilik niye be kardeşim? hani bi müsade et de belki kıçımı kaşiycam, belki bi aynaya bakıcam ne bileyim içinde senin olmadığın bi anım olsun. görmezden geliyorum trip atıyorsun, görüyorum bi dur durak bilmiyorsun ama ben daralıyorum be canım kardeşim. insana bi sabah sorarsın nasıl olduğunu halini hatrını di mi? bunu her onbeş dakikada bir yapmanın alemi ne söyler misin bana? sevgilim bile senin kadar nasılsın demiyor bana ve her sorduğunda onbeş dakika önceki gibi oluyorum farkındaysan. yani tamam gelgitli bi ruha sahip olabilirim ama genelde bi günüm bi günümü tutmaz. ya da akşamım sabahımı tutmaz, onbeş dakikada bir değişmiyor ruh halim ve sen bana nasılsın dedikçe, gelip o saçma sapan esprilerini yüzüme gözüme bulaştırdıkça ben ciddi anlamda işkenceli cinayetler hayal ediyorum. hani dua et hem çok gencim hapislerde çürüyemem, hem allah korkum var hem de bir canlıyı öldüremem çünkü beni kan tutar. yoksa cidden cinnetin eşiğine gelip bunları düşününce geri adım atıyorum. hani sabır dediğin de bir yere kadardır bak.<br />
bu düşündüklerimi ruhun bile duymiycak belki ama, hani şu mübarek kandil gecesinde belki allah tarafından malum olur da bi sakin olursun. bu arada kandil demişken herkese hayırlı kandiller, öperim kocaman :)wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-79789482112559383162012-06-30T12:59:00.001+03:002012-06-30T12:59:22.224+03:00tatil dediğin bitebilen bişey<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-xTwKC2xInt8/T-7M7mO06iI/AAAAAAAABFE/6tciQQWgg3c/s1600/imagesCAA5HAEE.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-xTwKC2xInt8/T-7M7mO06iI/AAAAAAAABFE/6tciQQWgg3c/s1600/imagesCAA5HAEE.jpg" /></a>bir haftalık tatil süresinin de son anlarını yaşıyoruz ne yazık ki! bu seferkinden gerçekten hiçbir şey anlamadım ben. çarşı pazar alışverişleri, saçlarıma bakım yapmak falan derken zaman hızla akıp geçti. birer gün arayla dünyaya gelen iki kız yeğenimdi bu tatilin en güzel yanı. ilki perşembe günü, diğeri de bugünün ilk saatlerinde 00:59'da. daha yüzlerini göremedim ama merak hat safhada. dikkatimi çeken diğer şey de, ne zaman haziran ayında yıllık izine çıksam mutlaka hastanelik bi durumumuz oluyor. yaklaşık üç dört sene önce babam haziranda çıktığım izinde bypass ameliyatı olmuştu. ondan sonraki haziran iznimde de dayım rahmetli olmuştu. ondan sonraki iznime kısa bir süre kala da eniştem rahmetli olmuştu. bu seneki hastanelik durumumuz oldukça tatlı. en büyük teyzemin oğlu perşembe günü ikinciye baba olurken, kızı da bugünün ilk saatlerinde ikinciye anne oldu.</div>
hastaneleri arayıp ta tek seferde ulaşabilen varsa bana formülünü öğretsin lütfen. dakikalarca şevket yılmaz eğitim ve araştırma hastanesini aradım aradım, en sonunda ablamla konuşabildim. daha önceki yazılarımdan birinde durumdan bahsetmiştim, özel hastanelerden bir tanesi bebişimiz için %90 ihtimalle özürlü doğacak demişti. sonrasında ankarada yapılan testler, şevket yılmaz eğitim ve araştırma hastanesinde yapılan testler ve kontroller sonucu bebişimizin gayet sağlıklı olduğunu öğrenmiştik. aslında bebeği alıp o sarsak doktora götürmek lazım. belki diplomasını yırtar atar da insanların içini karartmaktan, insanların sağlığı üzerinde saçmalamaktan vazgeçer. bugüne kadar gerek aileden gerekse yakınlarımdan edindiğim tek bir hastane tecrübesi oldu. NE VARSA DEVLETİN HASTANELERİNDE VAR! bunu da buraya yazıyorum bak. en azından hastalara müşteri muamelesi yapmıyorlar ve üç kuruş kazanmak uğrunda abartılı teşhisler koyup abartılı tahliller istemiyorlar.<br />
dün itibarı ile şampuanımı değiştirip schwarzkopf gliss shea cashmere şampuan ve saç kremine geçtim. saçlarım nemini kaybetmiş meğer. ben yumuşak diye sevine durayım kuruyup kalmışlar. kuaför ablanın uyarıları üzerine düzleştirici ısımı düşürüp kullandığım dove'dan da vazgeçtim. ayrıca ısıya karşı koyuyucu olarak yine schwarzkopf'un gliss nutri protect bakım küründen de edindim. eskiden saç kremi bile kullanmayan biriydim. dove şampuana o kadar çok güveniyordum ki, ben saçlarımın sadece ısıdan o kadar yıprandığını sanıyordum. ancak şampuanımın da, saç kremi kullanmamamın da oldukça etkisi varmış. gliss ürünlerinden en çok ihtiyacım olanları seçtim bi güzel. şampuan ve saç kreminin içinde sıvılaştırılmış keratin varmış. umuyorum işe yarar, en azından dökülme ve nem kaybı konusunda bana yardımcı olur. ayrıyetten bemiks, bephanten, evigen, evicap, çam terebenti ve tatlı badem yağı karışımını da iki kez uyguladım bu hafta. şimdi bir süre yaklaşık iki hafta kadar ara vericem ona. saçları kurtarıcaz derken saç derisini mahvetmenin alemi yok bence.<br />
ayrıca gliss kullanan birileri varsa şampuan hakkında yorumlarını rica edicem. memnun kalmışlar mı yoksa işe yaramaz mı bilmek istiyorum. bi de daha iyi olduğunu düşündüğünüz bi şampuan veya saç kremi varsa bi irtibata geçelim bence. herkesi öperim çok, iyi hafta sonları.<br />wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-63586973439284056472012-06-24T16:12:00.002+03:002012-06-24T16:12:27.222+03:00arada bakmak lazım<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-oVLiX4G7qQE/T-cSG1n4zqI/AAAAAAAABE4/0ljF_ks0Ic8/s1600/imagesCAE2W0WO.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-oVLiX4G7qQE/T-cSG1n4zqI/AAAAAAAABE4/0ljF_ks0Ic8/s1600/imagesCAE2W0WO.jpg" /></a>dip boyamı yapmayalı 4 ay oldu. saçlarıma bakım namına herhangi bir şey sürmeyeli de çook uzun zaman. saçı ağırlaştırdığı için krem kullanmadığımı da hesab edersek, yıllardır çok yüksek ısıda saç düzleştirici kullanmama rağmen yine de yanmadıklarına, sertleşmediklerine şükretmem gerek sanırım. fırsat bu fırsat diyerek bu tatilde saçlarımı hem dinlendirmeye hem de hızlı bir bakım yapmaya karar verdim. yarın kırıkları aldırmayı, dip boyamı yapmayı düşünüyorum. bugünse kuaför sema ablanın tavsiye ettiği, eczacı -yıllardır kendisinden alışveriş yaptığım halde adını bilmediğim fakat bilgisine çok güvendiğim- adını bilmediğim abinin onayladığı karışımı yaptım.</div>
üç tane iğne serumu kırıyorsun bi kaseye. adları, bemiks, bephanten ve evigen. bemiks ve evigen vitamin ama diğerinin ne olduğunu ben de bilmiyorum. bu karışımın içine çam terebenti ve tatlı badem yağı koyuluyor ama sadece birkaç damla. ben ilaveten evicap ta koydum 5 misket kadar. evicap ta e vitamini. sonra temiz ve tamamen kuru saç derisine parmak uçlarıyla masaj yaparak sürüyorsun. kalan karışımı da saçlarına yediriyorsun. havlu sarıp, fön makinesiyle havluyu ısıtıyorsun. yaklaşık bir buçuk iki saat beklettikten sonra duruluyorsun. çam terebenti yoğun bir şekilde çam kokuyor, normal olarak ta bemiksin kokusu iğrenç. aslında bu karışımın içine bir de yumurta sarısı koymak gerekiyormuş ama bu sıcakta kafamdaki yumurta sarısına tahammül edemeyeceğim için ben koymadım. koyulursa iyi olurmuş ama koyulmazsa da bi sıkıntı olmazmış. sema ablayla eczacı abiden aldım onayı. haftada bir kez ya da iki haftada bir kez tekrarlamak gerekiyormuş bir süre. hem saç dökülmesine iyi geliyormuş hem de saçları güçlendiriyormuş. bakalım deneyip görücez.<br />
karışımı ilk kafama sürdüğümde "kel kalır mıyım lan" diye düşünmüş olsam da kel falan kalmadım çok şükür. yalnız ilk etapta uygularken ve yıkarken biraz saçım döküldü ama zaten normal yıkamada da o kadar oluyor. denemek isteyen olursa tavsiye ederim. tabi sonuçları daha sonraki uygulamalarda görücem.wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-572111690898054563.post-27225601074177170842012-06-24T00:49:00.000+03:002012-06-24T00:49:58.403+03:00gökkuşağı<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-Fznf8iGFWxw/T-Y5F0qhMXI/AAAAAAAABEs/yMWZPs9rbU4/s1600/imagesCAX2P9MG.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-Fznf8iGFWxw/T-Y5F0qhMXI/AAAAAAAABEs/yMWZPs9rbU4/s1600/imagesCAX2P9MG.jpg" /></a>sanırım yine yorgunluk birikti. bir haftalık yıllık iznimin ilk saatlerini boktan geçiriyor olmamın öncelikli açıklaması bu. yorgunluk. ya da yorgunluk adı altında kendimi kandırmaca. asıl sebebi mutsuzluk. uzaklaşma isteğini her zerremde hissederken uzaklaşmak istediğim herşeyin tam ortasındayım. neden uzaklaşıcam ki? işten uzağım mesela, iş ortamındayken bir türlü bitmek bilmeyen, içinde bir yılı gizli barındırdığına yemin edebileceğim koskoca bir haftam var. o geçmek bilmeyen zamanı çabucak tüketmek istemeyerek yine de göz açıp kapayıncaya kadar geçtiğine yemin ederek sonlandıracağım bir zaman dilimi.</div>
genel olarak zaman kavramından da mekan kavramından da nefret etsem bile, bu iki kavramın arasında sıkışıp kalmış vaziyette yaşıyorum. hayatımda hiç saate bakmadan dakikaları saatleri hesaplamadan bir gün geçirmedim ben. hiç bir gece saatin kaç olduğuna bakmadan uyumadım. pazar günleri dışında alarmı kurma ihtiyacı hissetmediğim tek bir sabahım olmadı. herkesin öyle değil mi aslında? herkesin öyle tabii ama, ben zaman ve mekan kavramından nefret ediyorum fark burada. mekan kavramından nefret ettiğim halde, bağlı kalmayarak yaşamayı çok arzuladığım halde ben 24 yıldır aynı evde yaşıyorum. 7 yıldır aynı iş yerinde çalışıyorum ve yıllardır sadece aynı insanları görüyorum. bazen, yaptığım bir takım şeyleri hiç alakası olmayan insanlara açıklamak zorunda kalıyorum. canım sıkılıyor onların arasında, eğlenceli değiller. renkleri pembe, sarı, mavi, kırmızı, yeşil değil. renkleri kahverengi, gri ve tonlarında. içimdeki renk karmaşasıyla aralarında çok sırıtıyorum. sonra kendime en yakın renkliye yaklaşıp onun o koyu ve kasvetli rengine sığınmaya çalışıyorum, olmuyor daha beter sırıtıyorum onun yanında. <br />
kafamı gökyüzüne kaldırdığımda gördüğüm maviliği bir insanın yüzüne baktığımda da görebilmek istiyorum. o kadar ferahlatıcı olsun. o kadar ona baktıkça içim aydınlansın. yanında ferah nefesler alabileceğim insanlara çok ihtiyacım var. yanında zaman ve mekan kavramını önemsemeyeceğim insanlara çok ihtiyacım var. oturup karşılıklı birer sigara yaktığımızda, o sormadan anlatmak istediğim herşeyi, acaba saçmalıyor muyum kaygısını taşımadan anlatabileceğim insanlara ihtiyacım var. kasvetli duruşlarından, yüksekten atışlarından ve her seferinde ıskalamalarının acısını renklerini daha da koyulaştırarak çıkartmalarından sıkıldım. mesele yüzlerine bakıp gülümsemekte zorlanmakta değil, mesele o gülümsemeyi içten gerçekleştirememekte. yapmacık davranışlar bende çok sırıtıyor. bakıyorum, hiç kimse kendisi gibi değil, ben de onlar gibi yapmacık olayım o zaman diyorum. beceremiyorum, elime yüzüme bulaştırıyorum. annesinin makyaj malzemelerini aşırmış, yüzünü gözünü ruja bulamış kız çocukları gibi hissediyorum kendimi. ne öteki olabiliyorum, ne kendim olabiliyorum ne de kendimle barışabiliyorum.<br />
mesele küslük meselesi değil. kendimde sevmediğim ve en yakınlarımı bile delicesine rahatsız ettiğinden emin olduğum o kadar çok yönüm var ki. kendimi kontrol edemediğim, kontrol etmeye çabalarken kenarda bir yerde debelenip durduğum o kadar çok anım var ki. ve ben hepsinin de adını hiç sorgulamadan mutsuzluk ve can sıkıntısı koymuşum. bi de oturup üzülmüşüm bi güzel benim neden hep canım sıkılıyor diye. sıkılmayacak ta ne yapacak ki. ne öteki olabiliyorum ne beriki. kendim olmak, bu kadar yapmacık insanın arasında kendim olmak çok zor. işte bu yüzden kendi renklerimin arasında boğuluyorum ben. pembelerim, mavilerim, sarılarım da başkalarının gözünü yoruyor. hayır, o kadar da renkli bir insan değilim aslında. yani görünüşte o kadar renkli değilim. yüzeysel olarak tanıyan -ki en derinliklerime kadar, içime aklıma ruhuma kadar tanıyabilen olmadı- için çok renkli değilim. gökkuşağından bir parça kopartabilseydim, ilk önce kopkoyu renkli insanların üzerine serperdim birazını. gerisi de benim olurdu, kararmaya başladıkça çalardım renklerinden. öyle işte..wodkahttp://www.blogger.com/profile/14031583381297691203noreply@blogger.com0