21 Ekim 2011 Cuma

ALDATMAK; ben sana kıyamam ki!

herkes gibi ben de tattım ihaneti. aldatılmanın ne boktan bir duygu olduğunu bilenlerdenim. birlikte ortak bir gelecek planlamaya başladığım sevgilim, en yakın arkadaşlarımdan biriyle aldatmıştı. ölümcül vaka yani, iki farklı sevilenden aynı anda. onlara duyduğum nefret çoookk uzun zaman boğazımda bir yumruk olarak takıldı kaldı. sevgilimin bahanesi hazırdı; "inan duygusal birşey değil, sadece ihtiyaç. ben sana kıyamazdım ki, kıyamam ki."
halbuki, en yakın arkadaşımı koynuna aldığı gece kıymıştı bana, bize. anlatamam bende oluşan duyguları, hayal kırıklıklarını. tarifi yok ki bunun, bir gün beni aldatacak olsa bile en azından bununla değil dediğin, asla adlarını yan yana yakıştıramadığın en yakın arkadaşınla bir gecelik mola vermiştir ilişkinize. ona göre "mola" ama sana göre öyle değil işte. küfrettim, hakaret ettim, yüzüne tükürdüm ama geçmedi bendeki aşağılanmışlık duygusu. evet, en yakın arkadaşımla aldatılarak aşağılandım!
adam yüzsüz yüzsüz "ben sana kıyamazdım ki" dediği an cinnet noktalarına geldim. dışarıdan bakınca, nefretle bakan bir çift göz görülüyordu bende, onun dışında cansız gibi oturup karşısındakinin aptalca savunmasını dinleyen bir taş kütlesi. evet, taş kütlesi gibi oldum o anda, ne nefes almak geldi içimden ne tekrar insani duyguları taşıma hevesi. güvensizlik, uç noktaya varan paranoyalar, yalnız kalma korkusu. bir kez aldatıldığınız zaman bir daha hiç kimseye güvenemeyeceğinizden korkarsınız, kapılarınızı kimseye açamayacağınızdan, yalnız kalacağınızdan korkarsınız. hayatımda ciddiye aldığım, bağlandığım tek sevgilim de bütün güven duygumu yıkıp, hayal kırıklığını koynuma salıvermişti. ondan sonra hiçkimseye tam manasıyla güvenemedim işte.
insanın unutması zaman alıyor, onları düşünüp aynı kareye sığdırmaya çalışıyorsun. Nasıl öptü onu acaba? Neden onu seçti? gibi sorular sorup, kendi kendine en ağır cevapları veriyorsun. "aslında hep birbirlerinden etkilenmişlerdi ama o gece..." diyerek, en berbat hikayeyi uyduruyorsun onlar için. kendi kendinin seri katili olmak gibi bir şey, bütün aydınlıklarını bir bir öldürüp, onların yaptığının karanlığında boğuyorsun kendini. ne yazık ki, haketmediği halde, bir de halen o adamı sevdiğin için acı çekiyorsun. bu en beteri işte, bazen kendi kendini onu affedecek bir bahane ararken buluyorsun. ama, affedemiyorsun.
zamanla bütün ortak arkadaşlarınızın arasında, dilden dile dolaşıyor bu mevzu. kimisi acıyor sana, kimisi sakinliğin için saygı duyuyor. onlara kızıyorlar, bazıları tavır takınıyor. sen her ne kadar uzaklaşsan da bu ortamdan, onlar seni yalnız bırakmamak adına yakanı bırakmıyor. aslında tek istedikleri, yanlarında kendini rahat hissedip tüm olan biteni, tüm hissettiklerini onlara anlatman. daha fazla dedikodu yani. ve arkandan, "yazık ya canım benim", "çok üzgün çok" dediklerini duyuyorsun ara ara. işte o zaman telefon edip "yazık sülalene derler, üzgün olacağım tabi YA NE OLACAKTI?" demek geliyor ama uğraşasın olmuyor.
arkandan gülen, senin için üzülen, sana yardım etmeye çalışan onlarca insan oluyor. dediğim gibi, pek çoğu sükunetine hayran kalıyor, ama hiçbiri bilmiyor sen gerçekten NE HİSSEDİYORSUN. anlatsan onlarca yapmacık cümleyle üzülmemen gerektiğini söyleyecekler, bunu zaten her gün kendi kendine yapıyorsun, o yüzden kimseye bulaşmak istemiyorsun bile. aradan uzuun zaman geçiyor, kendine olan güvenini yeniden kazanıyorsun, hayatına yeni biri giriyor belki ama o eski sevgilinin "duygusal birşey değil, ihtiyaç meselesi. hem ben sana kıyamam ki..." dediği lafı hiiiiçç unutamıyorsun.

0 kişi olaya son noktayı koymuş:

 
↑Yukarı