bu küçük mahallenin, lisede sigaraya başlayan, lise bitince annesinin yanında sigara içen, bakkaldan çekinmeden sigara alabilen, dedikodu yapana "ah canım hem düşünüp hem konuşabilmen pek hoş" diyen, gerizekalı bulduğu bütün ortaokul arkadaşlarıyla dalga geçen, mahalle sakinlerinin düğünlerine gitmeyen, kimseye günaydın demeyen, hiçbir bakkalda gazete satılmıyor olmasının saçmalık olduğunu her yerde dile getiren, akşam oturmasına gelen komşuların yanında utanmadan kitabını suratına kapatıp okumaya yönelen, özel hayatına müdahale edilecek olduğunda "sana mı kaldı" diyerek atarlanan, babasının arkadaşlarını tanımayan, gece yarısı gürültü yapan sarhoşları polise ihbar eden.... huysuz, aksi, ukala, ne kokan ne bulaşan gıcık kızıyım.
lise birinci sınıfı bitirdiğimde saçlarımı aşk alevi rengine boyatmıştım. gerçekten de alev gibi, kırmızı kırımızı olmuştu. beyaz tenli bir canlı olduğumdan, bu renk hem tenime yakışmıştı hem de yaşım küçük olduğu için pek bir frapan kalmıştı. saçımın rengini gören karşı komşumuz "bu ne hal kız, bu yaşta böyle renkler boyatılır mı?" şaşkınlığını dile getirmiş, ben de "yakında uçlarına ara ara turuncu da yaptıracağım" demiştim. halbuki turuncu falan yaptıracağım yoktu, doyasıya kahrolsun benim saç rengime diye düşündüm. her gören şok geçiriyor, hadi madem saçımı boyatacaktım, neden sarı ya da röfle yaptırmadım diye düşünüyorlardı, hissediyordum düşündüklerini "iki üç sene daha bekleyip röfle yaptırsaydın bari, kızıl da ne ola ki?" diyorlardı kafalarının içinde. gülünç, asla saçlarımı röfle yaptırmayacağım oysa, arnavut gelinleri gibi gezemem ortalıkta...
mahallenin müzevir bakkalından ilk kez sigara aldığımda beni babama ispiyonlamıştı. babam, yıllardır sigara kullanıyor olmama teorik olarak karşı çıksa da, pratikte ses etmez. adama haddini bildirmiş "alıyorsa kendi parasıyla bekir, sana ne, ne isterse ver kızıma" demiş. bu cümleyle, babam ilk kez onay vermediği bir hareketimi başkalarının gözü önünde meşrulaştırmıştı. anneme defalarca anlattırdım o gün, ne demiş ne demiş diye. babamın bana güveniyor olması, tadına doyamadığım o vişneli missbonlar gibiydi, bütün gün tadı ağzımda kalsın istedim. hiç bitmesin.
yıllar biraz ilerlediğinde, lise sonda saçlarımı mavi siyah boyattım, uçlarında da üç tane sax mavi tutam vardı. okul yönetimi kızıldan daha çok sevmişti bu rengi. artık, kapıdan hızlı hızlı girmiyordum. maviler de zaten çok uzun zaman dayanmamıştı, çabucak tenkleri soldu, soluk mavi oldu. emoluğa hevesimin olduğundan değil, zaten bizim dönemimizde emoluk kavramı yoktu, sadece siyahla maviyi çok sevdiğimden, saçlarıma uygulattım. aklıma, bu eylemden yıllar sonra elif şafakın araf adlı kitabında okuyup sevdiğim, bağrıma bastığım roman kahramanlarından Gail geldi şimdi. zira o da saçında bir gümüş kaşık taşıyordu. böylece, sax mavisi tutamlarını gören mahalle sakinleri, herşeye alışmış gibi göründü gözüme, kimse sormadı maviyi. yadırgamadı ve sanırım benim asla o çakma sarışınlardan olmayacağımı anladılar.
lise bitti, iş hayatı başladı benim için. össye gir mutlaka diyen bütün komşulara ısrarla girmeyeceğimi söyledim. hayat başlamalıydı artık, para kazanmalıydım. çalışmaya başladığımda, saçlarımdaki siyahı akıttım, turuncuya çok yakın bakır rengi boyattım. kuaförüm levent, her zaman saç konusunda renkli olduğumu düşünmeye başladı. aşk alevi, mavi siyah, turuncu.... saçıma fön çekerken "bakalım bundan sonraki renk isteğin ne olacak cherry" dedi. bakalım... dedim. ertesi gün işe gidince, bütün iş arkadaşlarım ŞOKK!! geçirdi, patronum da dahil. o yıllarda yani 2006 yılında, turuncu ya da hürrem rengi pek moda değildi. müşteriler nerede boyattığımı soruyor, beğenenler gidip daha iddiasız bakırlara boyatıyordu saçlarını. leventten salonunun onlarca kartvizitini almıştım, her gün ceplerime üçer beşer tıkıştırıyordum, soranlara dağıtıyordum. iyi kuafördü levent, keşke gitmeseydi izmire. saçlarım sahipsiz kaldı sanki...
bir süre sonra aktı turuncum, parlaklığı gitti. yaprak dökümünün heyecanını yitirmediği, saçmalamadığı dönemlerdi. ferhunde tekinin biricik seveniydim bizim ailede. o sıralar onun saçları patlıcan moruydu ve bir çarşamba akşamı elime aynayı alıp bir ferhundeye bir kendime baktım. benim de tenim açıktı, bana da yakışırdı. sonrası malum zaten "aloo, levent nasılsın, yarın boyaya geleceğim, turuncu aktı..." levent yine turuncu yaptırırım zannederken, ferhundenin telefonuma indirdiğim patlıcan moru saçlı rengini gösterdim ve "bundan istiyorummm!!" dedim. iyi seçim dedi levent, yakışır sana. boyadık, yakıştı. o akşam eve giderken yolda, minibüste, bakkalda karşılaştığım bazı komşularımız sordu "sen ne çok saç rengi değiştiriyorsun böyle, sevgilin mi terketti" diyerek. akıllarınca dalga geçiyorlar, dedikodu malzemesi arıyorlar. "insanın kendisini yenilemeyi sevmesi güzeldir, kendisini sevdiğini gösterir. senin gibi 30 yaşıma geldiğimde de hep aynı tipte aynı sıfatta olmak istemem, çok sıradan bir durum bu. ayrıca, özel hayatım beni ilgilendirir, terkedildiğim ya da edilmediğim benim sorunum işine bak abla" dedim. sonrası malum, yanındakine dönüp, "ukala" dedi benim için ve ayrıca "saygısız" da dedi. dar kafalı insanlara saygı duymuyor olmaktan utanmıyorum!
sene 2008 olduğunda, saçlarımı yeniden mavi siyaha boyadım. levent gitmişti, izmire yerleşmişti, burası onun için de çok dardı çünkü levent gaydi. istanbulun onun için fazla büyük olduğunu düşünüyordu, izmir hem rahattı hem insanları moderndi. gitti. levent gidince, yeni bir kuaför bulana dek kendi boyamı kendim yaptım. yıllardır mavi siyahta takılıyım yani. ama bu sefer "iyi bir kuaför bulayım da saçımı boyatayım" demiyorum, mavi siyahı seviyorum. leventle en son geçen hafta yaptığımız gmail yazışmasında, onun beni görmediğinden beri, makyaj tarzımı falan değiştirdiğimden, 2007 sonlarından beri, sürekli onun tavsiye ettiği gibi canlı pembe rujlar, karbon karası rimeller, bronz allıklar, koyu mavi göz kalemleri kullanır oldum. "siyah kalem sürme gözüne, mavi sür bak yakışacak, bu açık renk rujun yerine siklamen rengi bir ruj dene, kirpiklerini de karbon karası rimelle boya, allığın bronz olsun..." derdi levent.
ama çok iddialı olacak derdim ona, zaten saçlarım hep iddialı renklerde, parlayacağım... "kendi görünüşündeki pırıltı seni rahatsız etmiyorsa, boşver başkalarını..." dedi o da bana. en son gmail yazışmamızda kendisine 3 yıldır sabit olan makyaj tarzımla çekilmiş olan birkaç fotoğraf yolladım. yorumu mu? "bir ara, bu makyajın aynısını sana uygulamak için geleceğim, tam öğrettiğim gibisin, tam istediğim gibi olmuşsun. aferin cherry, aferin kızım..." dedi. levent benim için özeldir, gay olduğunu bilen tek müşterisiydim, oturup dertleşirdik, birbirimizi anlar çoğu zaman birbirimiz için iyi olacak şeyleri görürdük. sevgilim beni biraz üzecek olsa "bırak o adamı, seni üzüyorsa beş para etmez demektir" derdi. hiçbir kız arkadaşımın verdiği teselli onunki gibi olmazdı ve hiçbir kız arkadaşım bana onun kadar çok yakışan şeyleri söylemezdi.
gelelim mahalleliye, bazıları halen daha neden bu kadar iddialı makyaj yaptığımı anlamıyor, bazıları her sabah üşenmiyor musun diyor. üşenmem, ben bakımsız sokağa çıkıp etrafındakilerin içini karartan o kızlardan nefret ederim. ben kendi pırıltımdan, ışığımdan, renklerimden memnunum. böyle olduğum için mutluyum. onlar da alıştılar artık, ergenken oluşturmaya çalıştıkları "mahalle baskısı"ndan vazgeçtiler. baktılar ki cherry oralı değil, baktılar ki cherry kendi düzeninde, artık sadece halimi hatrımı soruyorlar. arada haddini aşan kişileri güzelce payladığım için beni babama şikayet ediyorlar ama babam da "haklı, iyi yapmış, size ne be?" diyerek korumaya geçiyor. çünkü annem de babam da biliyor, cherry masum pozlarına yatıp saman altından su yürütmüyor, deli görünüp, masum işlerle uğraşıyor. bu postu okuyacağından emin olduğum "levent" e sevgilerimle, özledim dostum, gel de dip boyamı yap artık!
16 Ekim 2011 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 kişi olaya son noktayı koymuş:
Yorum Gönder