18 Aralık 2011 Pazar

wodka bizi diskoya götür!

selamlar, iyi pazarlar. bu sene yılbaşında napıyoruz bakalım. bizim program belli, her sene olduğu gibi annemle evde dizi izleyip milletin saçına, kıyafetine bok atacağız. şimdi "kızım git bi sokağa çık sosyalleş, eğlen arkadaşlarınla" demeyin. o kadarına benim de kafam basıyor. hatta süper teklifler de aldım. bir arkadaşım "beceren oteldeyim, onlar müşterim özel davetlileriyim, gel beraber gidelim" dedi, biri evine davet etti, biri müzik grubuyla sahne alacağı mekana davet etti ancak hepsini nazikçe geri çevirdim. hayır anneme yılbaşı eğlencesi dediğim anda "ne işin var o gece dışarda, görmüyor musun taksimde nasıl kadınları taciz ediyorlar blablabla" yahu diyorum anne, biz istanbulda yaşamıyoruz ki, bursa burası, o gece taksimde olan insan sayısı kadar nüfus var nerdeyse bursada, "her yer aynı, sapık her yerde sapık" açılımıyla son veriyor muhabbete. görüldüğü üzere henüz amerikan ailelerine dönmedik, bizde öyle kafaya esince çıkıp içmek falan yok, bildiğin türk ailesiyiz. evde oturur limonlu çay içeriz (vücuttaki toksinleri attığını duyduğumuzdan beri çayı limonlu tüketiyoruz da), çerez yeriz, bilete para çıktı mı diye trtyi izleriz falan fıstık işte.
dün sabah şehreküstü meydanındaki güvercinler yine aklımı aldı gençler. yahu bursada bu kadar kuş var mı diyorum. abi her sabah oradalar, mecburen yanlarından geçmek zorunda kalıyorum, ben geçerken onlar uçuşmaya başlıyorlar, "allaaam şimdi gagası gözüme girecek, şimdi laakk diye suratıma çarpacak hayvan, allaam sen sırtımı kolla ben öndekileri hallederim, saçıma sıçmasalar bari" diye diye, korkudan öle dirile geçiyorum oradan. kış olunca göç etmiyor muydu bunlar ya? neden hala orda duruyorlar ki? buradan yetkililere sesleniyorum, can güvenliğim yok, kuşlar toplu hücuma geçecek diye ödüm patlıyor, beni yiyecekler sanıyorum, kuşlardan korkuyorum, bu garibe bi çare...
dün mavi-yeşili gördüm nan. çıkış saatine az kalmıştı, aynalara bakıp garip hareketlerle kendimi inceliyordum ki eneee bi baktım mavi-yeşil geçiyor. geç kalmışım yalnız fark etmekte, bakamadım gözlerine. ondan da bir icraat yok zaten. bi de geçen bahsetmiştim ya hani, mektup yazan yapışkan bir genç vardı diye. perşembe sabahı pasaja iniyorum bu mal durmuş merdiven başında sırıtıyor. ama nasıl sinirlendim anlatamam, elimdeki 1.5 litrelik su şişesini kafasına vura vura vura kafatasının içinde bir beyin olmadığını herkeslere kanıtlamak istedim. hayır, şiddet yanlısı değilm.
dayanamadım gittim yanına iki adım ötede durdum "ya anlamıyor musun sen, konuşmak istemiyorum, muhatap olmak istemiyorum, hatta sıfatını görmeye bile tahammülüm yok, bi erkek arkadaşım var (amma da atmışım he, allah söyletti galiba) illa ki gidip valilikte görevli olan polis arkadaşlardan mı yardım isteyeyim, hayır mesele buysa hepsi benim arkadaşım, bir daha seni etrafımda görmek istemiyorum" dedim. hatta carladım bir güzel. bu da "bilmiyordum özür dilerim" dedi ve gitti. o gün bugündür kendisini görmedim daha da. kurtuldum yani gençler. polis meselesine de gelince, çevik kuvvetlerin eski kadrosundaki herkes kankamdı, şimdiki yenilerle henüz tanışamadık, ama yardımsever ve iyi komşu olduklarından hiç şüphem yok.
şu sıralar etrafımda okuduğunu hatta duyduğunu anlamayan insanlar görüyorum. çok yazık nan, süper aptallık yani. hülya avşarla aynı dertten müzdaripiz sanırım, ne demişti o da "aptallar" demişti değil mi? anlama sorunu yaşayanlara bol bol beyin jimnastiği öneriyorum. pazar zırvalarımı sonlandırırken buradan herkesin huzurunda valide sultanla büyük teyzem sultana sesleniyorum. "valide bizi diskoya götür" "teyze bizi diskoya götür" bari bu sene ikimizden birinde toplanıp, çerez, mandalina, tatlı yiyerek, çay, kola, meyve suyu, çok sıkılırsak kahve içerek, birbirimizi kutsayarak geçirmeyelim yılbaşını nan. 23 yaşımı bitireceğim dışarda yılbaşı nasıl kutlanır göstermediniz, ölürsem gözlerim açık gidecek. hadi kuzular, öperim hepinizi, can-ı gönülden kucaklarım, kendinize iyi bakınız efem. :)

0 kişi olaya son noktayı koymuş:

 
↑Yukarı