15 Nisan 2012 Pazar

insan olmak zor ve uğraştırıcı

yaşarken anlamıyorsun da kafanı kaldırıp takvime baktığında "oha anassının gözü gibi geçmiş ya onca zaman" diyorsun. ne var sanki akreple yelkovan birazcık daha ağırdan alsa, ne var sanki sakin olsalar iki dakika da doya doya yaşasak her bi haltı. hep bi acelemiz var tavırları, hep bir yerlere geç kalmacalar, hep bir yorgunluklar falan. zaman ne zamandan beri düşman biz insanoğluna. ne zamandan beri tokatlayarak geçip gidiyor, biz anlamıyoruz sıcağı sıcağına da attığı tokatın izini aynada gördüğümüzde "oha" diyoruz. canım sıkılıyor artık şu hadiseye. en geçmez günün bile bitebildiğini, üstelik akşamın olduğu vakit "geçmez diyorduk ama geçti gitti" dediğimizdeki o yorgunluğu istemiyorum. hayır mesele yorulmak değil, mesele yenilen sillenin acısı.
aslına bakarsan telaşelerle tüketiyoruz herşeyi. doya doya yaşamak varken, kaçamak kaçamak tadına bakıp uzaklaşıyoruz hızla. nedendir bilmem, herşeyden tad alma arzusu ele geçirmiş ruhumuzu. hayır, herşeyin tadına bakarak hiç birinden tam manasıyla keyif alamazsın ki. hep bir "hepsine sahip olma arzusu" mevcut. ne gereği varsa artık. birinin keyfini sürmek varken beşinin onunun tadına bakma telaşında sürükleniyoruz. sonra da "ama ben birşey anlamadım yaşadıklarımdan" safsatası. ne hoş, dünya böyle güzel değil, olamaz da zaten.
günleri birer birer saymayı bıraktığımdan beri takvime her baktığımda "yok artık, o kadar zamanı tüketmişiz vay anasını" der oldum. burada inanılmaz bir mantık hatası var ama. ben zamanı tüketmiyorum, zaman beni tüketiyor. hiç çaktırmadan, şakayla karışık tokatı patlatıyor suratıma da, aynaya baktığımda yüzümde kalan izinden anlıyorum bende bıraktığı hasarı. bi oturup konuşsak aslında, bi sakin olsak önce, kim bilir barışırız belki de. barışırsak aynı çocukluğumdaki gibi günler upuzuuun olur yine, doya doya keyfini çıkartırım sabahın da akşamın da. ne güzel olurdu, halbuki bi oturup konuşabilseydik. böyle kaçak göçek savaşmakla olmuyor işte. "zaman" dünyadaki bütün kavramların en kaşarlanmış olanı bence. nasıl da işini biliyor, nasıl da "severmiş" gibi yapıyor ama sevmiyor. nasıl da kandırıyor canına yandığım.
aslında tutup yakamızdan cehennemin ta dibine götürse bizi, her bokundan şikayetçi olduğumuz bu dünyaya geri dönmek isteriz hemen. çünkü insanoğlu denilen nane hep geri dönmesinin imkansız olduğu şeyleri özler, bir adım atarak kolayca ulaşabileceği şeylere değer vermez. dna kodumuzda var bu, bundan işte eski sevgiliye duyulan nefret. geri dönme ihtimalinin az da olsa olduğu bir insanın adını anmazken asla geri dönüşü olmayana takılır dururuz yalan mı? aslında ne var biliyor musun insan olmak hem zor hem uğraştırıcı bir hadise. çok çelişkili. bütün çelişkilerine tüküreyim de insanlığa birşey olmasın.

0 kişi olaya son noktayı koymuş:

 
↑Yukarı