31 Ekim 2012 Çarşamba

gülsem mi? ağlasam mı?

eve grip için yığdığım ilaçlara, çaylara rağmen grip olmayı itina ile başardım sanırım. sabah kalktığımda bademciklerim resmen kendi başlarına imparatorluk ilan etmişlerdi ve ben sesimin boğuk boğuk çıkmasına rağmen gidip saatlerce insanlara laf anlatmak, kısaca çalışmak zorundaydım. hayat çok acı lan. bazen neden sabancı ailesiyle uzaktan ya da yakından herhangi bir akrabalık bağımız yok diye kederleniyorum.
geçen gün aktardan, hiç firma ismi vermemezlik yapmiycam, bursa gümüşçeken caddesinde aktaryumdan aldığım bitki çayı geldi şimdi aklıma gripten bahsedince. tadı da rengi de şahane bu çayın bakın. rengi böyle vişne rengi gibi, tadı içine bol limon ve yeşil elma da koyup kaynatınca ekşimsi şahane bişey. aslında bu karışıma rengini veren mekke gülü adındaki bitki. daha doğrusu, gül yaprakları. dün değil önceki gün aldım, ailecek grip olduğumuz için akşamları bu çaydan içiyoruz hep beraber.
insanlığın henüz ölmediğini fark ettim bugün. sürekli alışveriş yaptığım eczaneye gitmiştim, yaşlı bi kadının eczanede çalışan abiden ağrı kesici ilaç istediğini ve parasını ödeyemeyeceğini, maddi imkanının olmadığını duydum. durdum izledim kadınla abinin konuşmasını, sonra baktım bizim eczane teknisyeni abi çıkartıp en iyi ağrı kesicilerden bir kutu verdi teyzeye. gerçi hani "ben yapardım" demiş olmak için demiyorum, eczane teknisyeni vermese ben alırdım ilaç kadıncağıza. sağlık abi bu, hani lüks bişey değil. ihtiyaç yani. açıkçası, gidip kutusu 2 lira olan ve işe yaramayan bi ilaç vermemesi de gülümsetti. iyiler ölmemiş diyor insan bazen.
son olarak ta bir insanlık ayıbından bahsetmek istiyorum. iki gün önce beyin kanaması geçirip yoğun bakımda bir hafta yattıktan sonra vefat eden bir yakınımızın, hastanede otopsi yapıldıktan sonra, parçalara ayrıldığı için ÇÖP POŞETİne koyularak çocuklarına teslim edildiğini öğrendim. hastanede otopsi için yakınlarından izin alınması gerekiyor mu bilmiyorum açıkçası. ama otopsi yapılması için şüpheli bir ölüm olması gerektiğini düşünüyorum ki beyin kanamasından sonra vefat etti kadın. çöp poşetinde teslim etmek nedir allasen? insanlar, evcil hayvanları öldükten sonra hayvanlarının ölüsünü gömüyor. hiçbir insan öldükten sonra gereksiz yere parçalanmayı, uzuvlarının çöp poşetine konulmasını hak etmez bence. hiçbir insan, yakınını kaybettiğinde böyle bir durumla karşılaşmak istemez. bunu yapan da, bursa'nın devlet hastanelerinden biri. ilginç. gülsem mi, ağlasam mı bilemedim ben.
ne diyelim, Allah ıslah etsin.

18 Ekim 2012 Perşembe

kısa bir not

bu sabah onur gökşen'in hiç tweet yazmadığını fark edince twitter sayfasına baktım. ara vermiş, neden ara verdiğini açıklayan bir tumblr bağlantısı eklemiş sadece. onu okumayı seven biri denk gelirse http://onurgoksen.tumblr.com/post/33794916553 bağlantısı tam şurada, dikkatlice okuyabilir.
diyor ki onur abi, isimlerden bahsetmek istemiyorum ancak bilenler bilir, bu son linç olayı öfkelendirdi, yordu, üzdü, ara veriyorum. kendisi twitter'ın sivri dilli abisi. açıkçası, bu ülkede onun gibi düşünmeyen insanlar da çoğunlukta. ve onur abi yeri geldi bizim büyük koyun sürümüze küfretti, yeri geldi onlarla dalga geçti, yeri geldi bizler gibi sosyal medyayı sadece eğlenmek için kullandı. açık ve net söylemem gerekirse, twitter sayfasını açtığınızda yazdıkları ya tamamen size hitap ediyordur, ya da etmiyordur. arası çok nadir.
bir insanın düşündüğü şeyi benimseyemiyorsanız onu okumak, dinlemek zorunda olmadığınız bir mecra sosyal medya. size ulaşmasını, yazılarının zaman akışına düşmesini tamamen engelleyebileceğiniz bir platform. bu yüzden, sadece sizinle aynı şeyi düşünmüyor diye kimseye hakaret etme, mahalleden arkadaşlarınızı toplar gibi birkaç takipçi toplayıp linç girişiminde bulunma gibi bir hakkınız yok. kendinize ne kadar değer veriyorsanız o insan da o kadar değerli. hiç kimseden çok çok üstün değilsiniz. yani aslında demem o ki, onur abi gibi işinize gelmeyeni açıkça ifade edebilen birinden daha üstün değilsiniz, çirkin ifadelerinizle onu rahatsız etmek gibi bir lüksünüz yok.
ancak görüyoruz ki, insanlar henüz kendi düşündüğünü doğruca ifade edebilen birilerini hazmedemeyecek kadar çiğler. basitlikten öte değil onur abi'nin twitter'a ara vermesine sebep olan zavallıların davranışı. ben bekliyorum, onu okumayı seven ona değer veren benim gibi çok insan daha bekliyordur onur abi'nin öfkesinin yatışmasını, üçüncü kitabının bitmesini ve aramıza dönmesini. birileri saçmaladı diye onur gökşen yazmayı bırakmaz bayanlar baylar. siz istemiyorsanız okumayıverin bi zahmet.
sevgilerimle...

14 Ekim 2012 Pazar

kısa bir ara

yazı yazmayalı aylar oldu. açıkçası içimden tek satır da yazmak gelmedi. 140 karakterlik tweetler atmaya bile üşeniyorum. ciddi anlamda zor geliyor yani. sevgilime attığım mesajları falan saymazsak tabi, genel anlamda yazmaya üşeniyorum. neden yazı yazma gereği duyduğumu falan sorgulamaya başladım. sonra, yazarken rahatladığımı hatırladım. benim hayatımda bu işe yarıyordu yazı yazmak, sonradan toparladım durumu.
hayatımda değişiklik yok, aynı iş aynı hayat işte. tek heyecanım sevgilimin bursaya beni görmeye geldiği zamanlar. tek beklentim onun gelmesi. bi de kardeşimin askerliği var, yakında gidicek. kaygılar, merak, şimdiden özlemek gibi çok fazla duygu var içimde bu durum karşısında. bir an önce yapıp gelsin askerliğini. zaman çabuk geçsin, bence bunun için hepimiz dua edelim.
bu gece Felix stratosferden dünyaya atladı. ben olsam atlamazdım, atlayamazdım zaten. o kadar yükseğe çıkmayı gözüm kesmezdi. korkarım lan, elin adamı nasıl süzüldü 5 dakkada dünyaya. bi de şimdi sevgilime ben de 11'de uyandım dedim gülücüklü, o da bana dil çıkarmış. iki dakka duygusal bağ kurayım dedim adam dil çıkarıyo. sonra vay efendim sen hiç romantik değilsin hatun bıdıbıdısı. haksızlık bence.
çok canım sıkılıyor her zamanki gibi. eskiden beni eğlendiren insanlar da eğlendiremiyor beni. kalıplaşmış esprilerden falan çok sıkıldım. mümkünse hiç kimse bir süre espri falan yapmasın. sonra gülmeyince, vay efendim sen suratsız mısın oluyor. suratsızım diyelim, napıcan lan var mı bi çaren. konuşma boş boş karşımda.
bu aralar film izlemeye başladım. daha doğrusu ortalama on günde bir film izliyorum artık. eskiden tvde denk gelmezse hiç film izlemezdim ben. güzel bi'şeymiş. mesela geçenlerde The Artist filmini izledim. tamam olm biliyorum film çekileli, sen izleyeli yıl oldu, tamam kabul ediyorum yıllar önce açılan mekanı yeni keşfedip bi de üstüne yeni açıldı zannedip eşine dostuna hevesle tavsiye eden o değişik insanım şu an, ama bi dinle. Artist filmi çok iyiydi lan. sessiz film izlerken hiç bu kadar keyif alacağımı tahmin etmezdim. çok güzeldi. hem kafam dinlendi gereksiz ses olmadığı için, hem eğlendim güldüm, hem de ağladım böyle ara ara. George Valentin eğer gerçek biri olsaydı alıp eve götürüp bakabilirdim ona, o derecede sevdim ben o karakteri. izlemeyeniniz varsa izleyin, mutlaka izlettirin bence.
uzun süre sonra yazdığım ilk yazı aracılığıyla diyorum ki, cümle kurabilen herkesi çok seviyorum. bi insanın iki satırını okumak onun hayatına dokunmak gibidir. her ne kadar kurgu yazan birini bile okusan, onun hayatından küçük bi parça vardır orda, onu hisset. ancak başkalarının hayatına dokunabildiğinde insan olabiliyoruz biz iki ayaklı düşünebilen canlılar. başkalarının hayatlarının farkında olmadığımız zaman bencilleşiyoruz. bencil olma, oldurma. haydin iyi geceler.
 
↑Yukarı