27 Mayıs 2012 Pazar

seviyorum, sevmiyorum..

sabahtan beri PAZAR gününün varlığına hem şükredip hem küfrederek dinlenmeye çalışıyorum. nasıl saçma bir günse, hem bütün hafta iple çekiyorum hem de gelip çattığında içim daralıyor, yüreğim sıkışıyor. PAZAR günüyle de PAZAR günü olmadan da yaşayamıyorum bunu anladım.
her hafta içi PAZAR gününe dair planlar yapıyorum. planlarımın içinde bir tek sabah kahvaltısına gitmek yok çünkü ben sabahları uyandığımda son derece çekilmez oluyorum. bunu bile bile bir de arkadaşlarla kahvaltı için plan yapıp insanlara haksızlık yapmaya hakkım yok. genellikle geceden "yarın ne uyurum ama" dedikten sonra sabah bölük pörçük saçmasapan bir uykuyla idare ediyorum haliyle. uyanınca PAZAR günlerinin olmazsa olmazı şiddetli baş ağrısı da yakamdan düşmüyor. bir tek PAZAR kahvaltısını seviyorum o güne dair. kahvaltı bittikten sonra hemen en keskin ağrı kesici, ardından da kahvaltı üstü sigara.
sonrası, acaba dışarı mı çıksam, duşa mı girsem, televizyon mu izlesem, nete mi girsem ne yapsam acaba da can sıkıntım geçse diye saatlerce oturduğum kanepeden kalkmadan düşünüp duruyorum. zannedersin ki evrenin sırrını çözücem. öyle saatlerce oturup, üstelik kanalı bile değiştirmeden televizyona boş gözlerle bakarak "acaba ne yapsam" diyorum. bi bakıyorum ki saat en azından üç oluvermiş bile. ee geriye kalan zamanda ne yapıcam ki sanki, tekrar oturup zaman ne hızlı geçmiş yaa diye küfrediyorum.
akşam saatlerine yaklaştıkça daha bir geriliyorum, yarını pazartesi çünkü. bu arada en azından insanlık için küçük, kendim için aşşırı büyük bir adım atıp bilgisayarımı açmış, bi kahve içmiş oluyorum. ama bu ikisi gelmekte olan pazartesinin acısını dindirmeye yetmiyor. ciddi ciddi acı çekiyorum. biraz rahatlayayım bari diyerek duşa giriyorum ve bakıyorum ki PAZAR günü bitmiş tükenmiş. hani başka insanlar bu konuda ne düşünüyor bilmiyorum ama, pazartesinin içinde nasıl sanki bir ay gizliyse, hani zaman o denli yavaş geçiyorsa, PAZAR günleri de bir o kadar hızlı geçiyor. sanırım zamanın geçme hızında bi bozukluk var.

ps: bu yazıdaki bütün PAZAR'ların büyük yazılmasının tek sebebi, kendisine duyduğum öfkeyle karışık sevginin göstergesi. herkese iyi pazarlar.

22 Mayıs 2012 Salı

ben öyle olduğunu sanınca

şuraya "hastayım :(" şeklinde bi cümle yazmak istemiyorum. çünkü sürekli yorgun, mutsuz, hasta vs. olmaktan sıkıldım, etrafımdaki insanlara da tiksinti geldi bu cümleleri duymaktan. sürekli ama sürekli bitmek bilmeyen şikayetleri ard arda diziyorum. eskiden böyle bir insan değildim bak, yani çok enerjik çok mutlu çok neşeli olduğum zamanlar da vardı ve ben o zamanları nereye koyduysam bulamıyorum. yani sanırım onları kaybettim, ama bulucam.
tamam elbette insanın şikayet ettiği şeyler olur, sıkıldığı anlar olur ama bu gelir geçer. bendeki yakama yapıştı bırakmıyor mübarek. aslında bir bokum da yok bakma triplerime, sadece mıymıntı ve gıcık bi insan olmak daha kolayıma geliyor. ama böyle olmaktan da sıkılıyorum sonra. yok, ne yapıp edip bu salak hallerden kurtulmam lazım. insanların artık "hayırdır sen durgunsun bu ara" demesinden ve onlara "hastayım" demekten sıkıldım. hadi şimdi üşütmüşüm biraz, ciddi ciddi grip oldum da, şu anın dışındaki zamanlarda ne hastasıymışım çok merak ediyorum amk. hastalık hastası! bingo! bildiğin dümdüz hastalık hastası oldum. hani olur ya, 80 küsur yaşındaki insanlar her an ölebilecekmiş gibi yaşarlar, aynen öyle oldum. yaşım 24 ama ruh yaşım 1000 sanki. ve biliyorum, tamamen psikolojik. sürekli "yorgunum, halsizim, enerjim yok, mutsuzum, hastayım" diye diye kendimi hastalık hastası ettim. iyileşmem lazım amk, napıcam olm ben.
bu yüzden sanırım işten kovulabilitem bile arttı. kimsenin mıymıy mıymıntılanan, sürekli yorgun, sürekli mutsuz bir personele ihtiyacı yoktur değil mi? iş yerindekilere hastayım diyemiyorum iki gündür, ki bu sefer gerçekten hastayım. bu sefer "e sen hep hastasın be wod" diycekler diye korkuyorum. o değil de, civar esnaf adımı sonunda doğrudan ruh hastasına çıkarıcak, beni sürekli hasta olduğunu zanneden şizofren biri olarak anıcak. korkuyorum artık kendimden. aynı zamanda da şu yılgın ve bitkin halimden sıkıldım. ben sana "alışveriş yaparken bile yoruluyorum" diyeyim sen anla durumun vehametini.
her neyse işte, bu şekilde çok zaman geçirdim. tadım tuzum yok. öyle ki bazen "yazı yazamiycak kadar yorgunum, parmaklarım bile yorgun. saç diplerim ağrıyor, sanırım tırnaklarım hasta" diyorum. yuh ama insanın tırnakları ne kadar hasta olabilir ve bu ne kadar can sıkıcı olabilir. üstelik tırnaklarım da hasta değil ha, ben öyle olduğunu düşünüyorum. ne zaman olur bilmiyorum ama en kısa zamanda bu saçma ve boktan ve gıcık duruma çare bulmam lazım. ciddi ciddi KENDİMDEN BIKTIM BEN!!!
hadi herkesi öperim çok :)

20 Mayıs 2012 Pazar

hem zor hem zevkli

ailece alışveriş yapmaktan daha zor olan birşey varsa, o da ailece ev dekorasyonu işine girişmek. daha önce demiştim, babam ani bir kararla "bu eve tadilat yapılıcak parayla yeni ev yaparız" demişti ve hepimiz şokun içine düşmüştük. şu anda bu yazıyı henüz inşaat halindeki eve bakaraktan yazıyorum ve kafamda deli sorular. yer döşemesi, mutfağı, banyosu, oturma odası ıvırı zıvırı derken anasının gözü kadar iş var yapılacak. elbette tüm bunların uygulamasını ben yapmiycam, ama işte seçmesi zor. hele bir de her kafadan başka ses çıkınca annemle birlikte oturup sessizce ne bok yiyceğimizi düşünüyoruz. kardeşimle babam anlamıyor tam manasıyla bu işten. kardeşime kalsa mutfağın yer döşemesi siyah beyaz damalı olucak, beşiktaşlı ya ona ithafen ama olur mu ya allasen? güzel durmaz ki ne o öyle satranç mı oyniycaz mutfakta.
evdeki erkeklerden bu konuda makul ve mantıklı öneriler gelmeyince oturup önce internetten bi bakalım dedik şu mobilya ve aksesuarlara. sevgili ikeanın sitesini açtım, hani en azından bi fikir olsun aklımızda diyerekten. ama siteye "yer döşemesi" diyorsun, o sana bambaşka hiç alakası olmayan şeyler gösteriyor. bakıyorum, aynı dili konuşuyormuşuz gibi de duruyor ama ikeanın arama kutucuğu beni anlamıyor. napalım dedik, koçtaşa bakalım bi de. koçtaş desen ayrı bela, sanırım sitedeki resimleri 2 megapiksel cep telefonu kamerasıyla çekmişler. bej dediği bildiğin kahverengi duruyor, kahve dediği de bildiğin venge rengi. görüntü kalitesi ciddi önem taşıyormuş meğer. şu an aklımızda sadece tesadüf eseri ikea mutfak bölümünde gördüğümüz kırmızı lake mutfak dolapları var. onu da uygulayabilecek mobilyacı bulmak lazım ama. çünkü bir tanıdığın "kırmızı lake banyo dolabı" isteğiyle gittiği mobilyacı kendisine "turuncu lake banyo dolabı" yapmayı uygun bulmuştu. bahanesi de "bu kırmızıya uygun banyo paspası bulamazsın ablam, turuncu her yerde var ama" olmuştu. ne düşünceli di mi? adam "ben nasıl bi bok yedim de kırmızı olucak dolabı turuncu yaptım bilmiyorum" demiyor da, buna uygun paspas bulamazsın bikbik diyor. işte böyle olmayan bi mobilyacı lazım bi de. ha tabi güzel kaliteli ve istediğimiz gibi hazır mutfak bulursak ne ala. ama bulamama umutsuzluğuyla "en iyisi yaptıralım hem sağlam olur hem istediğimiz gibi" diye düşünüp şimdilik mobilyacı arayışındayız.
bu süreçte sevgili kardeşime düşen de bizi hafta sonları ikea, koçtaş, leroy merlin gibi mağazalara, halı bakmak için halıcılara falan götürmek. babam sponsor olmaya devam etsin yeter, kendisinden aramıza katılmasını beklemiyoruz. açıkçası zorunluluğu yok çünkü bir erkekle bile alışveriş yapmak oldukça zorken iki erkekle imkansız gibi olur. bakalım bu akşamüzeri anasının gözü gibi yorucu olacağa benziyor.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

kadınları anlamak zırvası

kadınlar: erkekler bizi anlamıyor.
erkekler: kadın milletini anlamak zor.
sanırım bir tek bu konuda kesin olarak hemfikiriz. yanılıyor muyum?

ama kızlar şimdi adamlar da haklı bakın. yahu bir günümüz bir günümüzü tutmuyor ki. gece biz uyurken yağmur yağsa hormonlarımız, onların aracılığıyla da ruh halimiz etkileniyor bundan. yani en basiti, regl dönemimiz var, bunun öncesi var, sonrası var ve her evresinde farklı psikolojideyiz. ya o dönemde aşırı sinirli oluyoruz, ya aşırı mutsuz, ya aşırı yorgun. o dönemi gayet güzel ve mutlu geçiren bir kadın daha görmedim ben. yahu tipimizin meymeneti kayıyor bi kere yalan mı? yüz şişiyor, karın şişiyor, saçlara ne oluyor bilmiyorum ama benimkiler şekil bile almıyor ve anormal derecede yağlanıyor. hani günde iki kere yıkayıp fönlesem yeridir yani. onlara neyse artık. erkek milletinin, doğal olarak regl dönemi olmadan "aman canım ya prenses bu yenir ki ya yerim yerim" dedikleri kız o evreye giriş yaptığı anda bildiğin orta çağda yaşayan cadıya dönüşüyor. sonra efendim ilişkilerin ilk dönemlerindeyseniz gelsin kavgalar, gelsin tripler bilmem neler. adam der "kadınları anlamıyorum" kadın der "erkekler bizi anlamıyor" diye tabi. ha bak erkekler bunu yaşamadıkları için cidden bizi o dönemde anlamıyorlar ve sanki sakatmışız gibi muamelede bulunanları da var. hayır canım, gelip geçici bişey, sakin olsunlar bence paniğe mahal yok.
tabi bi de bunun dışında da ruh halimizin değişmesine sebep olan çok faktör var. mesela havanın yağmurlu olması bile bi kadını bunalıma sokabilir. düşünsene sabah ne güzel fönünü çekmişsin, giyinmişsin hatta yazsa babet falan giymişsin, evden bi çıkıyorsun aman allahım, havadaki nemden dolayı o canım dümdüz fönlü saç hoopp diye kabarıveriyor. özene bezene giyindiğin kıyafetler ıslanıyor ve babetler de maalesef ki genellikle su geçiriyor. gel de sinirlerin bozulmasın, gel de bütün gün mutlu mesut gez dolaş işte. sıkıyosa yap bunu. surat asmak makbuldür annem o gün. tabi beylere göre bi sıkıntı yok, saçın ıslansa ıslansa ne kadar ıslanabilir. sana bu durumda ne olabilir ey erkek milleti bi cevap versene bana.
sonra efendim bi de bizim "istediğimiz zaman asla güzel olmayan saç ve makyajımız" var. istersen altı saat boyunca hazırlan, eğer olmayacağı varsa olmaz o saç o gün. neden senelerdir saçlarımı dümdüz kullanıyorum sanıyorsun. en azından düz bi şekli yok uğraştırmıyor diyorum ama anasını satayım bazen o bile olmuyor. bi elektriklenmeler, bi birbirine yapışmalar saçmasapan tripler falan sorma yani. hayır saçım bile bana trip atarken ben nasıl insanlara trip atmayayım söyler misin?
eski sevgiliyi görme durumu da o günümüzün içine eder genellikle. erkekler bunu pek takmazlar, yani en azından etrafımdaki erkekler bunu takmıyorlar. ama biz gördüğümüzde "acaba nasıl görünüyordum?" "bana baktı mı?" "gülümseseydim iyi mi olurdu?" "yanındaki yeni sevgilisi miydi?" "öyleyse kız benden güzel mi acaba?" diye diye ömrümüzü çürütüyoruz. o günü de hiç yaşanmamış saymak lazım. aklımızda bu sorular dolanırken bizden kimseciklere hayır gelmez cidden bak.
sonra bi de "mesaj atsam mı, onun atmasını mı beklesem?" "arasam görüşelim desem hevesli der mi?" "aramasam benden soğur mu?" zırvaları söz konusu yeni başlayan ilişkilerde. hayır yani gören de bilimsel deney yapıyoruz zanneder ama yok sadece bu sorularla meşgulüz. keşke bunlarla uğraşıcağımıza bi deney falan yapsak, ne bileyim erkeklerin kadınları kolay anlayabilmesi için bi similasyon falan hazırlayabilsek ama yok malesef yapamıyoruz canına yanayım.
bi de unutmadan, bi düğün vs. bişey varsa, düğüne gidesiye kadar ne giyeceğimizle, ne renk makyaj yapıcağımızla meşgul oluruz. düğüne gittikten sonraki iki gün de kim ne giymişti, nasıldı bunlarla. yani kafa hep dolu azizim. düşünüyoruz, ciddi ciddi bunları düşünüyoruz.
dedikodu olayına hiç girmek bile istemiyorum ama yazıyı bitirmeden kısaca bahsedeyim. efendim, bazen o kadar çok dedikodu yapıyoruz ki, en sonunda olayları ve insanları birbirine karıştırdığımız bile oluyor. işte bundan dolayı kız kıza takıldıktan sonra çok yorgun ve enerjisiz oluyoruz. kafamız yoruluyor. kızların yanından ayrıldıktan sonra uzunca bir süre kafamızda birbirine girmiş olan olayları ve insanları ayırıp doğru bir şekilde eşleştirmeye çalışıyoruz.
işte anasını satayım çoğunlukla anlayamadığınız kadınlar bunlarla meşgul. yani bizim umrumuzda değil ülkede ne olmuş, dünyada ne haltlar dönmüş falan. biz aslında karmakarışık duran ama dümdüz yaratıklarız. sadece cidden yorgun olduğumuz zaman bi sakarlık yapıp sinirimizi zıplatmayın, size anlattığımız her muhabbeti her dedikoduyu ilgiyle dinliyormuş gibi yapın, bizi "arasam mı aramasam mı" ikileminde bırakmamak için günde birkaç kez arayın ve mesaj atın olayı çözersiniz. bi de başka hatunlarla alakanız olmasın tamamdır olay. kadınları anlamak çok zor değil ama bunun için kadın olmak lazım tabi. yani siz erkekler için yine de biraz zor. bi de regl dönemlerimizde "çok ağrın var mı canım" diyerek hastalıklı muamelesi yapmayın da en yakın marketten onlarca çikolata alın olay biter.

kızlara not: cidden böyleyiz ve cidden artık bunları aşıp düz ve sade insanlar olmamız lazım sanki. sırf bu mevzular yüzünden kadın olmaktan sıkılıyorum lan bazen. sırf bilmem kimimizin düğününde bilmem ne halanın kızının ne giydiğini konuşmak zorunda kaldığım için kadın olmaktan sıkılıyorum. hadi siz anladınız beni, öperim çok.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

içimde bi fanatik varmış, yeni fark ettim :)

içimdeki gizli olan fanatiği bu sabah keşfettim. sabahın 07:15'inde uyandım, bi oturdum yatağın içinde ve "bu akşam kadıköyde alcaz olum o kupayı" dedim kendi kendime. hayret bi durum ki ben normalde sabahları "olum yine sabah mı oldu uyuyoduk negzel" derim ilk cümle olarak bu sabah ne alakaysa bi anda içimde bi fanatik bi futbol delisiyle uyandım. tabi maçın saatine kadar işmiş, anneler günüymüş çok da tındı yani. maç saati yaklaştıkça o stres o heyecan o "olum bi an önce akşam olsa maç bitse de şampiyon olsak" duygusunu tam olarak ifade etmem pek mümkün değil.
yalnız o kadar da temkinli bir insanımdır ki, derhal totemimi yaptım, kazancaz, şu kadar gol atçaz triplerine girmedim. yani sonradan yenilince "nooldu olum rengin soldu" denmesine karşı tedbir değil bu elbette. pekala yenilebilirdik te üstelik, hiç de sorun olmazdı benim açımdan hayatımdaki fenerbahçelileri tebrik eder geçerdim. ama ne zaman galatasarayın maçları hakkında çok iddialı konuşsam biz yeniliyoruz olum ya. ne zaman yencez bak gör tribine girsem yeniliyoruz. tamam sevgili galatasaray taraftarı kızma lütfen, artık "kesin yencez b'oluuuummm" demiyorum. biz de o zaman çok nadir yeniliyoruz. efendim her neyse, işte saat yedi oldu mağazadayken aha dedim maç başladı. ama yemin ediyorum ilk yarı bitti haberini alana dek resmen kalp spazmı geçirdim. ne bitmek bilmez kırk beş dakikaymış ya, o kırk beş dakikanın içinde bir yıl gizliydi resmen. bi onbeş dakika rahat ettim derken yeniden stres sardı beni. bu arada esnaftan abiler arkadaşlar falan maçın skoru hakkında sık sık bilgilendirdiler sağolsunlar. o açıdan bi mağduriyet yaşamadım çok şükür. sonra işte ikinci yarı başlayınca baktım saat dokuza gidiyor, soruyorum kaç dakika var diye 15 dakika diyorlar. biraz zaman geçiyor soruyorum tekrar ne kadar kaldı diye yine 15 dakika. amk bi 15 dakika ne kadar uzun olabilir ki dedim yani en sonunda bana sinir geldi. hayır çocukları durduk yerde yordular çünkü daha kadıköyde kupa kaldırıcaz yani enerji lazım.
her neyse efendim maç bitti, pasajdan dışarı bi çıktım, bizim bursaspor taraftarı adliye parkında toplanmış bursaspor adına tezahüratta bulunup seviniyorlar. hayır gidip "ya size noluyo, şampiyon biziz biz sevincez" demek istedim ama çok fazla çevik kuvvet polisi vardı ve beni oraya göndermezlerdi. anlamadım artık neden dolayı bursasporlular bu triplere girdiler ama umarım en kısa zamanda çıkarlar. ha unutmadan kupayı gerekirse sabaha kadar bekleyip kadıköyde alcaz canım, sevgili fenerbahçeliler de bunun futbol olduğunu, yenmenin de yenilmenin de içinde olduğunu kabul etçekler bi zahmet. herkesi kocaman öperim, ama özellikle galatasaraylılar gelin annem bi sarılalım kocaman bi kutlayalım bunu :) hadi iyi geceler.
ŞAMPİYON GALATASARAY!!

10 Mayıs 2012 Perşembe

en çok ani ölümler etkiliyor insanı bu hayatta

insan ani ölümler karşısında tepkisiz kalıyor. bu akşam karşı komşumuz, hem de uzak akrabamız Hüseyin abinin ölüm haberi karşısında ilk anda tepkisiz kalmış olmam gibi. daha bu sabah, hadi en uzak dün sabah selamlaştığım insanın ölüm haberini almak biraz tuhafıma gitti açıkçası. dünyanın ölünebilen bir yer olduğunu bir kez daha hatırladım. ve bu akşam cenaze evinde yaşlıca bi teyzenin -kim olduğuna dair en ufak bi bilgim bile yok- şu sözleri çakıldı kaldı aklıma. "hepimiz kendi çukurumuzu doldurmak için yaşıyoruz" demişti kadın. bir yerde de öyle, çok doğru ve çok haklı. doğduğumuz andan itibaren, önce büyümenin mücadelesine giriyoruz. sonra büyüyünce dost, düşman, iş, para, kariyer vs.. sahibi olabilmenin mücadelesi. en nihayetinde de ölümü görüyoruz-göreceğiz, ki bir çukuru doldurup, belirli bir süre sevenlerimizin içinde acı bırakacağız.
hayatta en önem verdiğim şeylerden biridir cenazelere gitmek. bak şimdi, her evden gelin çıkmaz, her eve gelin gitmez ama her evden cenaze çıkar. insanın acılı gününde yanında olabiliyorsan eğer, gerçekten komşusu, dostu, akrabası olabilmeyi başarmışsındır. sen var da gitme düğününe bayramına, eğer o evde yas varken yalnız bırakmayıp gidebiliyorsan, hal hatır sormanın dışında üzerine düşeni yapabiliyorsan ne alâ. ama oraya sadece "dostlar alışverişte görsün" hesabı laf olsun diye gidiyorsan, hani açıkça söylemek gerekirse ne ölüye ne de yasta olana karşı saygı gösteremiyorsan hiç gitme güzel kardeşim. sevmem cenaze evinde saygısızca davrananları. en yakınım bile yapsa bu saygısızlığı uyarırım, hatta kolundan tutar çıkartırım.
benim iki misli yaşımda, benden çok çok daha fazla ölüme tanıklık eden insanların bu "yasa saygı" durumundan bihaber, tuzsuzca davranmasına da deli oluyorum. en basit örneği, gidildi bu akşam hüseyin abinin evine, baş sağlığı dilendi çocuklarına ve eşine ki en büyük oğlu babamla akrandır, oturuldu evin bahçesine. yanımda iki kızı, bir komşum var. torunları çay ikram ediyor gelenlere, bir bardak çayı zorla içtim, o da "ablam iç hatrım için" diyen en büyük kızının hatrına. komşumuz olan ve annemden yaşça büyük olan ablanın "bu çay çok açık, ben böyle içemem" muhabbetine girmesine de hasta oldum. sanki aile çay bahçesi, sanki ev oturmasına bahçe sefasına gelmişiz. hayır madem o çayı içemezsin neden içiyorsun. hadi çay içip içmemen de beni alakadar etmez de, bu yaşına gelmişsin affedersin ama dinozor kadar kadın olmuşsun, o ortamda nasıl davranılacağını bilmiyorsun. bu yetmezmiş gibi tuzsuzlandıkça tuzsuzlandın be ablacım, biraz sussaydın iyiydi yani. susup orada bir saat adabınla oturabilseydin, ben seni bize davet eder çayını da istediğin gibi demlerdim de ayrıca. ayıp oldu açıkçası, gerçi sen nerden bilicen.
son olarak ta, ani bir şekilde hayatını kaybeden Hüseyin abiye de Allah'tan rahmet diliyorum. nur içinde yatsın inşallah. herkese iyi geceler.

6 Mayıs 2012 Pazar

bazı insanların insanlığına lanet olsun

selam canlar. napıyoruz bakalım, keyifler yerinde mi? nerden baksan bi yarım saattir şu ekrana boş boş bakıyorum cicim. yani aslında bugün de çuval çuval laf söyleyeceğim çok insan var ama, hangisine öncelik vereceğimi şaşırdım. o yüzden böyle en anlam veremediklerimi en tilt olduklarımı bi listeleyeyim istedim. mesela sevgili "ben çok kitap okuyorum, bak görün işte çok okuyorum, çok kültürlüyüm bu yüzden, siz cahilsiniz çünkü okuduğunuz kitapların adlarını her yere yazmıyorsunuz, gösteriş yapmıyorsunuz" mesajını vere vere yaşayan tipler sizden başlayalım mı? de hadi başlayalım o zaman. amacınız ne, ya da hangi amaca hizmet ediyorsunuz bilmiyorum ama bi kere çok sıkıcısınız. kitap okumayı sevdiğim halde sizi sevemiyorum bakın. üç cümlenizden ikisi okuduğunuz kitaplar olunca, iki kelime konuşulduktan sonra "ben kitap okumaya döneyim" dediğinizde ağzınıza fırıncı küreğiyle vurasım geliyor. hayır yani artistliğiniz kime bilmiyorum ama iki satır okuyunca galaksinin ilim ve irfanını yutmuşsunuz da paçalarınızdan akıyormuş gibi davranmanız çok komik. yazıktır olm, hakikaten üzülüyorum. bakıyorum bazılarınızın twitter profillerine, bildiğin yayınevi reklamcısı gibi geliyorsunuz bana. bi de sizin günlük hayatta da yaşamaya çalışan tipleriniz hiç çekilmiyor. "en son bikbiklerin vikvikleri" adlı kitabı okumaya başladım, tabi sen anlamazsın canım nerden bilicen, yazar şöyle iyi anlatmış hikayeyi böyle can vermiş karakterlere bikbikbik -ıyyyykk dedirtenli cinsten- konuşmalarınız hiç çekilmiyor. bakın burada "kitap okumayın" demiyorum canolar, okuyun ama içinizden okuyun, biz de size görgüsüz kıro ya, tüh embesil etiketçi demeyelim oldu mu bebişim? anlaştık mı? hadi dağılabilirsiniz.
bi de başka bir görgüsüz türe değinmek istiyorum itina ile. "şu pantolona zara'da ne kadar para verdim biliyo musun?" diye soran sevgili hemcinslerim. şimdi o pantolonları da, onların fiyat etiketlerini de sakince yere bırakın olur mu? çünkü çok gizli bi bilgi açıkliycam size "daha geçenlerde senin o pantolona verdiğin paradan daha fazlasını ben gidip bi göz kalemine verdim" ama bunu senin dan diye suratına da söylemem. neden mi? çiğ değilim çünkü, ondan olabilir. hayır yani anlamıyorum ben bu yazar kasa fiş rulosu gibi dolanan hatunları. "ay canım ya çantan çok şirinmiş" desen "bilmem nerden aldım şu kadar para verdim" diyor. yahu ne zamandan beri "aa canım sağol ya ben de çok sevdim de aldım" deme olayına son verdik. hani bize ne kaç paraya aldığından. sanki fiyatını soruyoruz, anlama kıtlığı mı var "güzelmiş" diyoruz sadece bebişim. bi de bu insanların sıklıkla düştüğü bi hata var ki ciddi ciddi dövmek istiyorum bu yüzden. herkes çok iyi gelire sahip olmayabilir, malum bu ülkede hayat şartları cidden zor, herkes marka giyemeyebilir. ama bu ikoncan bozuntusu tiplerin kendileri gibi olmayan kadınlara "çok varoş, ay çok ucuz giyinmiş" demesi çok cahilce. yahu sen kimsin ki böyle bir cümle kurabiliyorsun. bi insanı bi pantolona eşşek yüküyle para ödemediği için nasıl küçümseyebilirsin ki? kusura bakmayın ama çok çiğsiniz kızlar. aynı zamanda da çok özentisiniz yani. o güzel kafalarınızın içinde olan ve düşünmeye yarayan organı biraz daha çalıştırsanız kendiniz de akıl edersiniz bunu.
bi de çocuğunun fiziksel ya da zihinsel özrünü gelir kaynağı olarak gören insanlar var. çok sinirleniyorum bunlara çooookk. mesela bi tane adam var, oğlunun adı emrah. kaç yaşlarında bilmiyorum ama emrah sanırım aşağı yukarı 20 yaşlarında. zihinsel ve fiziksel engelli. bu adam emrahı oturtuyor tekerlekli sandalyeye, bütün çarşıyı dolaşıp dileniyor resmen. her cumartesi de bizim pasajda. adam çalışamayacak durumda mı? hayır değil, gayet de çalışabilir. yahu yağmur demeden, kar demeden, aşırı sıcak demeden o çocuğu gezdiriyor öyle kapı kapı. nasıl sinirleniyorum var ya. sanki açlıktan ölecek adam ya. olum gidip çalışsana, senin yaşıtların inşaatlarda çalışıyor biliyor musun? biliyorsun da işine gelmiyor di mi? neden çalışasın ki, sermayen var, zihinsel ve bedensel engelli bi emrah var. koy onu arabaya, gez esnafın kapısını tek tek. günde 100 lira toplasan, haftada beş gün farklı bi bölgeye çıksan eder sana ayda 2000 lira. eh senin de zorluğun var ama, arabayı it falan arkadan. sıfatına sıçayım sıfatında nur kalmamış be amca. bu nasıl bi duygu sömürüsüdür böyle. kendisi engelli olup ta dilenenleri, mendil satanları yine anlıyorum, ulan diyorum bu adam çalışamaz kimse iş vermez ama çocuğunun engelini kullanarak duygu sömürüsü yapıp dilenenlere acayip sinir oluyorum. bal gibi de çalışırsın işte amk, ama içinden gelmiyor di mi? neden yorasın ki kendini. sen ne ananın gözüsün var ya.
her neyse canolar, bazı insanların insanlığına lanet okuma faslını burada kessem iyi olucak. çünkü aklıma geldikçe sinirleniyorum, sinirlendikçe daha çok laf edesim geliyor. laf etsem ne fayda, bazıları hakikaten insanlıktan çıkmış durumda zaten. ne diyeyim ya, Allah akıl fikir versin biraz.

ps: bu arada, kitap okuma mevzusuyla alakalı kısa bi not düşücem. okumayın demiyorum, kitap okumak süperdir, en basiti diksiyonu düzgünleştirir ama allah rızası için bunu da gösteriş yapma unsuru olarak kullanmayın. çok itici duruyor. hadi herkesi öperim kocaman, iyi pazarlar.

2 Mayıs 2012 Çarşamba

insanlar beni yoruyor artık

merhaba sigaraya gelecek olan 1.50 tl'lik sağlık vergisi, merhaba bitmek bilmeyen hafta, merhaba iç bayan mıymıy insanlar. siz üçünüzden nefret ediyorum bilin de!
şimdi efenim, biz sigara kullanan insanların bu memlekete ne zararı var hiç anlamıyorum. yani sigaramızı alırken vergimizi de ödüyoruz, kullanmayan insanlara "olm nolur yak bak hatrım için başla" telkininde de bulunmuyoruz ama bizle dertleri bitmedi tükenmedi. hayır yani memleketteki bunca insan sigarayı bırakıcak da ne olucak biri bana açıklayabilir mi? tamam, sağlıksız bunu kabul ediyorum ama neticede zararını bile bile kullanıyoruz bu mereti işte kardeşim, özgür iradeyle kullanıyoruz. ben kendi ciğerimi düşünmüyor olabilirim de sana ne amk benim ciğerimden sana ne? istersem zifir karası yapabilirim gayet rahat akciğerlerimi, tertemiz kalsa ne olcak sanki? madalya mı takıcaklar olm bi açıklayın bana nolur ya. aynı zamanda, memleketteki tüm tiryakiler bi anda sigarayı bıraksa, zaten çökmeye yakın duran ekonomimiz çöküvericek. hiç bu açıdan düşünülmüyor ama! ha bak, "sen dert etme bebişim, biz elektriğe, doğalgaza falan senede 12 kez zam yaparak hallederiz bu işi" diyorsan, bu sefer de sigara kullanmayan insancıklara yazık yani. bizi kötü alışkanlıklarımızdan kurtarıcaksınız diye o insanlar anassının gözü kadar fatura ödeyecekler. hani uyandırayım da.
hayır yani, zam üstüne zam geldi ses çıkartmadık. kapalı alanlarda sigara içmek yasaklandı, karda kışta dışarlarda sigara içtik, ses etmedik. nedir bu sigaraya gelecek olan sağlık vergisi zamazingosu. ne gereği var allah aşkına nolur birisi beni aydınlatsın ya! kışın kapalı mekanların balkonlarına, bahçelerine, kapı önlerine bi baksanıza, nasıl da dışlanmış duruyoruz. nasıl da üşüyoruz, öyle böyle değil yani. ay sinirlendim artık ya.
ayrıyetten bu hafta da anassının gözü kadar uzun bi hafta, nasıl bitmek bilmedi böyle, nasıl can sıkıntısından çat diyerekten çatliycam anlatamam. hani pazar olsa da uyusam doya doya, uzatsam ayaklarımı dinlensem, olmazsa kardeşimin yakasına yapışsam "nooluurr beni anatolium'a alışverişe götür, hadi ablam minibüslerde süründürme" diye yalvarsam diye dört gözle pazar gününü bekliyorum ama yok canına yandığımın haftası bitmedi gitti. sıkıldım ya, günleri 3 gün kadar ileri alıversek noolur sanki ha noolur? bi de zaten yeterince derdim yokmuş gibi şu mıymıy mıymıntılanan insanlardan çok fazla var bu ara etrafımda. yani onlar neden bu kadar yavaşlar anlamıyorum. konuşurken ortalama uzunluktaki bi cümleyi tamamlamaları nerden baksan tam 15 dakika sürüyor. yürürken desen resmen adım atsam mı atmasam mı diye düşünüyorlar. kim bu insanları ağır çekimde unuttuysa hemen normal moda çevirsin lütfen. artık tahammül edemiyorum yani ben.
 
↑Yukarı