25 Mart 2012 Pazar

hayat kolay olsaydı kimsenin canı sıkılmazdı

saatlerle iki ileri bir geri neden oynarlar anlamıyorum. sabah uyandım, telefon saati kendiliğinden ileri almış, erken uyandığım için "yok bu kesin geridir, erken uyanmam yoksam ben" düşüncesiyle ben de ileri aldım bi güzel. sonra mutfaktaki saatin benimkinden geri olduğunu gördüm, anneme dedim ileri almamışsın falan, kadın aldım dedi ama şüpheye düştü sonra aldım mı almadım mı acaba diye. ilginç yanı evdeki öteki saatlerden biri bozuk, bayağı bi geride kalmış, biri ileri alınmamış, benim saat ayrı telden çalıyo zaten, muallakta kaldık bi güzel "acaba saat kaç olm" diye. bildiğin havuz problemine dönüştü durum, oturduk kara kara hangisinin doğru olduğunu düşündük. ee ruh hastası televizyondan baksanıza diyebilirsin, haklısın da, baktık ama bakana kadar da bildiğin beyin fırtınası oluşturduk gerçek saati bulana kadar.
babam ilginç adam, sabah hepimizi şok etti. şimdi efendim, bizim ev dededen yadigar, yani anlayacağın biraz tadilata ihtiyacı vardı. bu yaz da tadilat yaparız falan diye düşünüyoduk. hatta şu yakınlarda taşınmayı ve tadilata başlamayı bile planlıyorduk. bu taşınma mevzusu da benim gözümde büyüyodu. koca koca eşyaları sar sarmala, bardakları tabakları ayrıca kırılmayacak şekilde ayarla, taşınma esnasında kaybolması muhtemel olan eşyaların kederi vs vs... sonra sabah kahvaltı ederken babam durduk yerde "ben tadilattan vazgeçtim" dedi. hönk! annem sinirlendi tabi haklı olarak, boş zamanlarımızda internette bakıp beğendiğimiz onca mutfak dolabı modeli, fayans vs. boşa gitti. döndüm "baba biz evi ne renk boyayacağımıza bile karar vermiştik biliyon mu sen? neden ha neden? o kadar plan yaptık annemle" diye pöykürdüm adama. güldü bi.
sonra anlatmaya başladı işte, meğersem hesaplamış, evi tadilat ettirmekle, bahçenin diğer tarafına yeni ev yapmak arasında pek de bir fark yokmuş, az bi miktar oynuyormuş falan fıstık. bizim bahçemiz bildğin büyük bi bahçe, hani cidden yeni bi ev yapabilirsin, geniş geniş oturursun. ikinci hönk! durumu. vallahi ne yalan söyliyeyim ben sevindim, 24 yıldır bahçenin bu kısmında oturuyoduk, değişiklik olucak diğer tarafında oturucaz artık. madem ikisinin arasında çok büyük bi rakam oynamıyor dedi babişkom, masrafları da üstlenicekmiş madem, biz de gönül rahatlığıyla fayans, parke, perde vs. bakmaya devam edebiliriz. sanırım bu yakınlarda ailecek koçtaş ve bauhaus'tan çıkmiycaz biz. eheh. ama en çok sevindiğim nokta da taşınırken eşyalarımın kaybolma riskinin azalması oldu. olm cidden o kadar çok incik cincik şeyim var ki, kahroluyodum onları nasıl muhafaza edicem diye.
geçtiğimiz hafta yine gelgitliğim de üstümdeydi ayrıca. bi alınganlıklar, bi mutsuzluklar sorma. zannedersin 5 dakika önce babam carolin tarafından ayartılmış, kardeşim evi yakmış, bildiğin sokakta kalmışız, babannemin üç aylık maaşından medet umar olmuşuz, dünyanın yükü omzumda. hayır yani bi sebep te yok, hakikaten bak. nasıl acı çekiyorum kendi kendime anlatamam. kahrımdan ölücem ama neye kahrolduğumu ben de bilmiyorum. biri bişey dese "napalım ağbi sağlık olsun, hayat işte cıkcıkcık" diye iç geçiriyorum, sigara almak için girdiğim tekel bayideki abiye "bi de şarap ağbi, en ucuzundan, köpek öldüren olsun" cümlesini kuracağım diye korkuyorum falan. küçük emrah mode on! yani. böyle kendi kendime kazım koyuncu'dan acılı şarkılar -işte gidiyorum- söylüyorum, youtube'da cansever şarkıları aramamak için kendimi zor tutuyorum falan.
ben bu saçma ruh halini yaşarken tabi olan sevgili sevgilime oluyor. bu hatuna noluyor yahu durduk yerde diye düşünüyor adam haliyle. düşünsene ya, adama diyorum keyfim yok, neden bişey mi var bak diyor, yok diyorum bi sebebi yok. böyle ota boka bunalım yapan liseli ergenler gibin oldum. çok sabırlı adam çoookk. şanslıyım vallahi. ama bu hafta depresyon kotamı doldurduğumu düşündüğüm için uzunca bi süre depresyona girmemek için elimden geleni yapıcam. hiçbişey değil de adama yazık yahu, "acaba neye kızdı, neye alındı bu manyak yine" diye düşünmekten paranoyak olucak. sırf ona kıyamadığımdan bi süre depresyona girmiycem.

ps: keşke hayat da google gibi olsa. aradığım herşeyi saniyeler içinde bulmayı bırak, tek tıklamayla maillerime, bloguma, web albümlerime herbişeyime ulaşabiliyorum. ama hayat öyle mi, markete gidip sigara almak için bile bi dünya zahmete giriyorum.

18 Mart 2012 Pazar

çocuklar gülsün diye

sabahtan beri hangi magazin programını açtıysam hepsinde bi "Gülben Ergen'in ŞAHDAMARI kim?" başlıklı haber var. yaşam koçu, yüce kişilik, ulu insan erol köse de bikbikbik yorumlarını katıyor bu habere. neymiş efendim tamamen reklam için, reyting için bilerek kameraların çok olduğu bir ortamda atılmış mesajmış ta, Gülben Ergen akıllı kadınmış ta, politikmiş te, planlı hareket edermiş bu da planmış ta bilmem neymiş. efendim bir de Gülben Ergen evli bir kadınmış, boşanma sürecinde bile olsa böyle bir ilişki yaşaması etik değilmiş, kılmış yünmüş tüymüş.
efendim konunun en basit açıklaması şudur bence; "Gülben Ergen yahut başka bir kimse, istediği kişiyle istediği biçimde mesajlaşabilir, ilişki kurabilir ve bu onun özel hayatı olduğu için de kimsecikleri bağlamaz." nokta. sevgili magazin habercilerimizin o mesajları ifşa etme hakları yok bi kere annem. en basitinden reklam yapmak amaçlı olsa, kendisi de demet akalın gibi twitter'da paylaşırdı bunu. hatırlarsınız önder bekensire giden tweeti. bu olayın hemen ardından da klip çekilen şarkıyı. kaldı ki, kimse kimsenin özel yazışmalarını ifşa etme hakkına sahip değil cicim. yok böyle bir olay yani. Gülben Ergen istediği takdirde bunu haber yapanları da buna yorum yapanları da dava etme hakkına sahip mi? sahip. bence etmeli de.
kaldı ki Gülben Ergen daha dün piyasaya çıkmış, iki gün hatırlanacak şarkılar yapan, günlük popülarite peşinde koşan bir kadın değil. eski şarkılarını, eski albümlerini zevkle dinlemekte olan onlarca insan tanıyorum. geçen yaza damgasını vurup, kışa çıkamayacak derecede kalitesiz müzik yapmadığı için seviliyor belki de, olamaz mı? olabilir, neden olmasın. boş işler bunlar, ki erol köse gibi çirkef bi adamın haddini aşar bu konuda yorum yapmak, bence tabi.
bi de "boşanma sürecinde olan kadın nasıl biriyle ilişki yaşar" blablabla lafları var ki evlere şenlik. bu bahsi geçen kadın bir yıl önce açmış boşanma davasını, mahkeme henüz sonuçlanmadıysa günahı ne? öte yandan zaten evlilik bitmiş, sadece kağıt üzerinde var. hadi hepsini geçtim sonuçta bir "özel hayat" olayı var, kime ne aga milletin özel hayatından. hadi madem "reklam yapmak istiyor, reyting için vikvik" diyorsun, madem bunun bilincindesin, neden çıkıp programlarda saatlerce bu kadını tartışıyorsun. amacı buysa bile, senin dangozluğun sayesinde gerçekleşiyor o amaç ve efendim bu da o kadının çok akıllı bir kadın olduğunu kanıtlıyor. akıllı kadınları severim bak, ciddiyim bu konuda.
kaldı ki Gülben Ergen'in "ÇOCUKLAR GÜLSÜN DİYE" adı altında gerçekleştirdiği çok şahane projeleri var. anaokulu yapıyor Türkiye'de anaokulu olmayan şehirlere, köylere vs. üstelik gönüllüleri de var ve sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla iyi de iş çıkartıyorlar. bunlardan bahsetsene bu kadının özel mesajlarını ifşa etmek yerine. hem topluma da bi faydan olur, parazit bakteriler gibi başkalarının üzerinden geçinmezsin böylece. gündüz kuşağı programlarına çıkıp bikbik hayat otoriteliği taslamak kolay elbette değil mi?

ilgilenenler olur diye ÇOCUKLAR GÜLSÜN DİYE derneğinin linkini şuraya bırakıyorum. biz daha önce baktık, ilgilenebildiğimiz kadarıyla ilgilendik bu konuyla çünkü. herkese sevgiler.

17 Mart 2012 Cumartesi

sen açıksın, dinden anlamazın tağaam mıııaağ?

selam bebişim. geçen gün gelişen bi mevzu sonucunda birinin kendince akıl verme şekline acayip gıcık oldum. şimdi durum aslında şundan ibaret; akşam iş çıkışı bikaç kız arkadaşla oturduk sigara içiyoruz konuşuyoruz öyle laf nerden geldiyse bunlara ard arda 3 gecedir görmekte olduğum aynı rüyadan bahsettim. rüya dediğime bakma bildiğin kabus, böyle arkamda biri var beni kovalıyo falan fıstık işte. adamın bacakları ne alakaysa yeşil renk ve adamdan kaçıcam derken çarşı pazar koşuyorum.
ben rüyayı anlattıktan sonra kızlarla gülüştük, bunlar ooo adam kesin fanatik bursasporlu kızım falan diye dalga geçiyolar benle. sonra o akşam o ortamda karşılaştığım, kapalı bi kız bana "aaa canım geceleri uyumadan önce dua oku mutlaka" dedi. gerildim, cidden gerildim. tamam bunda kötü bişey yok, ama kızın konuşmasının devamı insana cinnet getirtecek cinsten. başladı sormaya "şu duaları biliyor musun, bilmiyorsan mutlaka ezberle, bu yaşa gelmiş insanın bilmemesi tuhaf ama bazıları namaz kılmayı bile bilmiyor, buna inanabiliyor musunuz namaz bile kılamıyorlar ahah. gerçi sizin namaz kılmaya da vaktiniz yoktur bütün namaz vakitlerini kaçırıyorsunuz iş yerinde" blablabla...
sinirlendim! sinirlendim çünkü kız resmen ezmeye çalışarak konuşuyo. sonra kızlardan birisi "ne alaka canım hepimiz uyumadan önce dua okuyan insanlarız zaten" dedi. ben de döndüm "ahah sen ne çok nasihat veriyorsun ya kendimi ananemle sohbet eder gibi hissettim, ama verdiğin nasihatler boş be canım bilmez misin bi kere Allah'la kul arasına girmek günahtır. sana mı kaldı hangi duaları bildiğimiz ya da namaz kılıp kılmadığımız. kendimi orta okulda din kültürü dersinde gibi hissettim, eh hiç yoktan nostalji yaşattın eyvallah" dedim ve bildiğin yanımda oturan kıza doğru arkamı dönüp diğer kızlarla muhabbete daldım. tabi sadece kapalı olduğu için kendisini bizden daha dindar gören ablamız tırt oldu.
ben bu olaya çok sinirleniyorum. yani sadece açığız diye, makyaj yapıyoruz diye kapalı kadınların çoğu tarafından "onlar" şeklinde nitelendiriyoruz. kimler be canım, o "onlar" çoğul şahsını bi aç bakalım neymiş senin karın ağrın. ha sadece başım açık olduğu için senden daha az dindar olduğumu düşünüyorsan bebeğim orda büyük bi yanlış içindesin işte. sen islamı da yanlış anlamışsın. eve git beş vakit namaz kıl, bütün mevlitlere katıl, kandillerde bile oruç tut tamam sevabı kazan ama sonra kendin gibi olanlarla bir araya gelince sadece görünüş ve kılık kıyafet itibarıyle size benzemeyenleri "onlar" çoğul şahsıyla dışla bi de yetmezmiş gibi tamamen Allah ve kul arasında olan namaz, oruç vb. ibadetleri yapmadıklarını ileri sürerek kul hakkı al, olacak iş değil. öğretmediler mi sana kul hakkı almaman gerektiğini. Allah aşkına o katıldığınız sohbetlerde bir kişi bile bunu söylemedi mi? yani bize öğretilen "kimsenin yüzüne karşı söyleyemeyeceğin şeyi arkasından konuşma" oldu. ve sana çok da samimi söylüyorum, kimin arkasından ne söylüyorsam onu yüzüne de söylüyorum. hakkını helal edip etmemek ona kalmış, orasını ben bilemem. ama neticede bi "hiii sakın duymasın ammann sır kalsın aramızda" olayı yok bende. kim bilir ondandır belki çekememezliğiniz.
bi benzeri olay da ablamın başına gelmişti. o da çok güzel verdi cevabını akıl veren üstün meziyetli kişiye. "bi sende mi akıl fikir var, biz düşünemiyoruz çünkü dua etmek gerektiğini" deyivermişti suratına pat diye malum zatın. eh, utanmasam oracıkta ayakta alkışlayacaktım ama sözlü destek vermeyi tercih ettim. bi de öyle bi durum var ki, bu cevabı aldıktan sonra karşıdaki kişi daha bir sinirlenip katıldığı sohbetlerden falan bahsetti. şimdi efendim benim cemaatlere mensup çok fazla tanıdığım var. e aralarında az buçuk takılınca da kapıyoruz birşeyler, yahut kitaplar hediye ediyorlar bana okuyayım diye. okuyorum da, okumaktan kim ne zarar görmüş canım. işte ablama gittiği dini sohbetleri sayarak ayar vermeye çalışan bu ablaya da bazı cemaatlerin ileri gelen hocalarının hediye ettiği kitaplardan, zamanında kendileriyle birebir sohbet ettiğimde öğrendiklerimden bahsettim az çok, sonuç mu? rengi eflatun oldu efendim.
hani olabilir, herkes her konuda çok fazla bilgi sahibi olamaz mutlaka. benim din hakkında bilmediğim çok fazla şey var, herkesin öyle hemen hemen. yanlış bildiğim konuyu oturup anlatsa, doğrusunu izah etse amenna, sevinirim daha çok. ama işte, "siz açıksınız ne anlarsınız dinden abdestten namazdan" diyen insanları bi çay kaşığı suda boğuvermek istiyorum. hayır yani neticede her koyun kendi bacağından asılıyorken "ben kapalıyım çok dindarım çok müslümanım rererörö" demenin alemi ne söyler misiniz? bi sen mi inanıyorsun amk, bi senin mi aklın basıyor bu mevzulara. te allaam ya. sen affet Allah'ım. amin.

13 Mart 2012 Salı

kişisel gelişenler ve gelişmeyenler

- facebook'un var mı? sana oyun isteği yolliycam, komşu lazım.
+ var ama ben oyun oynamıyorum facebookta, gelen istekleri de kabul etmiyorum.
- ee neden facebook kullanıyosun o zaman? ne yapıyosun ki internette?
+ sevdiğim blog yazarlarını okuyorum, bazen de sözlükleri.
- blog ne ola ki? hangi sözlüğü okuyorsun, nasıl sözlük be?
+ blog ne mi? sözlük nasıl mı? tamam neyse boşver, unut gitsin.

bu diyalogdaki + işareti bana ait. - ise, interneti tamamen facebook'ta oyun oynamaktan ve arkadaşlarının fotoğraflarını beğenmekten ibaret zanneden bir kız arkadaşıma. efendim, blogları bilmiyor olması normal hani de, sözlükleri bile bilmiyor olması bana ilginç geldi. yani google amcaya sözlük yazdığında ilk önce ekşi sözlük çıkar, sonra uludağ, itü.. şeklinde uzar gider sıralama. hiç mi merak edip tıklamadın acep burda ne oluyor diye be güzel insan. aynı zamanda artık pek çok konuyu arattığında google'da bloglar da ilk sonuçlarda çıkıyor. sen hiç mi merak edip bişey okumak istemedin. ya gerçekten internetten bütün beklediğin facebook'taki oyunlarda level atlamak mı? bu mudur yani?
sonra efendim diyorlar ki biz olanı biteni anlamlandıramıyoruz. hani dünyada, memlekette bişeyler oluyor ama bizim kafamız bu olanları almıyor, bi anlam veremiyoruz. e tabi çiçeğim, sen hiçbişey okumazsan, gazetelerin sadece magazin kısmını okur, yemek tariflerine bakarsan tüm olan biten dışında kalırsın. yaşadığın şehirde olup bitenlere karşı bile dış kapının dış tokmağı sayılırsın. gerçekten interneti bu amaçla kullanıyorsan bence hemen o facebook'taki kaydını sil. bak yeğenimin oyun oynaması için kullandığımız bazı siteler var, oyun siteleri, çocuk oyunu siteleri, birkaç tane önerebilirim.
yanlış anlaşılmasın, siyasete falan pek kafası basan biri değilim. açıkçası çok süper zeki bi kız olduğumu da düşünmüyorum doğruya doğru. ama okuduğumu anlayabiliyorum. yani, lisedeki sınıf arkadaşımın düğün fotoğraflarına göre dikkatimi ve ilgimi çeken daha ciddi, daha ilginç mevzular var. facebook'ta milletin fotoğraf albümlerine dadanmaktansa google amcaya ilgimi çeken mevzuları soruyorum o beni yönlendiriyor. okuyorum, belki hayatımın hiçbir alanında işime yaramayacak bilgiler de almış olsam bundan mutlu oluyorum. işime yarayacak diye asla bir kişisel gelişim kitabı okumadım mesela. ahmet şerif izgören miydi o adamın adı, öyleydi değil mi, kitaplarını pek çok arkadaşım getirdi "al oku bak çok faydalı" dedi ama okumadım. ve bence bu hayatta kişisel gelişim kitabı okumak kadar saçma birşey daha yok.
yani bana çok ilginç gelir, adamın teki çıkmış ve insan ilişkileriyle ilgili taktikler vermiş resmen, efendime söyleyeyim insanları gruplandırmış şu gruba şöyle davran bebişim falan demiş ve insanlar bu adamların kitaplarına para vermiş. zırnık ödemem, bedava olsa yine okumam. çünkü karşınızdaki insanı biraz dikkatli dinlediğinizde ve iyi gözlemlediğinizde zaten nasıl davranmanız gerektiğini çözersiniz. yani kişisel gelişim kitapları okumak ancak kendi zevkinize hitab eden ilgi alanlarınıza giren ve belki hayata bakış açınızı geliştiren şeylerden uzak kalmanızı sağlar sadece. bence bu büyük kayıp.
mesela bu ahmet şerif izgören abimiz bu ay bigün bursaya gelicekmiş, semineri mi varmış neymiş. kardeşimin kız arkadaşı koşa koşa iki tane bilet almış ikisi için. hatta kardeşime sormuş arayıp "ablan da bizle gelmek ister mi acaba? hem tanışmış oluruz" gibisinden. kardeşim huyumu bilir o dakika "ablamı öldürsen gelmez bi kere" demiş. eh çocuk beni tanıyor neticede. sonra geçen pazar kahvaltıda bunu anlatırken abartısız 10 dakika güldüm bunlara. "ahahahaaa cidden mi gitçeniz olm, ahahahahaaa manyak mısınız pazar gibi kıymetli bi gün böyle harcanır mı?" diye. e kız daha öğrenci gerçi, öğrenicek ilerde öğrenicek.
nerden nereye geldik bak, aslında amacım interneti ve sosyal medyayı sadece facebookta oyun oynayıp arkadaşlarının fotoğraflarına yorum yapmak sanan arkadaşıma iki çift laf etmekti. ne ilginç, bazı insanlar kendilerini geliştirmemek için ellerinden geleni yaparken, bazıları da aksine geliştirmek için yırtınıyor. ya bu geliştirme çabaları da iyi değil. bizim çarşıdan bi abi vardı, senelerdir tanırım elinde hep bir kişisel gelişim kitabı var, adam sonunda trt radyosuna bağladı. muhabbeti bile dinlenmez oldu, nezaketten kırılıcak o derecede. bence hiç kasmanın alemi yok, insanlar yeteneklerini ya da ilgi alanlarına dair bilgilerini geliştirse kendilerini otomatikman geliştirmiş olurlar zaten. yani bu olayı da sıkılmadan yapmak varken, nedir abicim o insanın içinde kanser çıkartacak kadar sıkıcı olan kitapları okumak.

11 Mart 2012 Pazar

hayat işte böyle olsa ya

o kadar çok canım sıkıldı ki, oturup satılık ev ilanlarına bakmaya başladım. sanki alacak param varmış gibi bi de kriter belirtiyorum siteye. yok şu semtte olsun ordan işe gitmek daha kolay ulaşımı güzel, 3 odası olsun mutlaka, mutfağı büyük olsun blablabla. parke renklerine bile bakıyorum, sanki alıcıyım da sonradan değiştirmekle uğraşmayalım der gibi. keşke bi ev alıcak kadar param olsa. ancak şu an elimde olan ve ay sonuna kadar sigara-abur cubur-saçmasapan şeylere harcamam gereken para, kredi çekmiş olsam bi taksidini ödemeye yetmez. halbuki bi evim olsa çalışmazdım bile. verirdim kiraya oohh miss. hatta belki bi süre daha çalışır, birinci evden gelen kira parasını biriktirirdim ikinciyi alırdım. sonra ikinci evi de kiraya verince işi bırakırdım. sonra evlerden birinin kirasını harcar, diğerininkini yine biriktirirdim bi ev daha alırdım. böyle anlatınca negzel, sanki oyuncakçıdan barbie evi alıyorum yeğenime di mi? ama işte eğer o birinci evi alabilecek param olsaydı tüm bu planlarımı gerçekleştirme ümidim de olurdu. işte bütün mesele de bu.
kolaycı bi insan değilim ancak bazı şeylerin kolayca oluvermesini istiyorum. mesela canım kahve istediğinde gidip kahvemi ben yapmayayım. ben düşününce böyle kahve olsa negzel olurdu diye, kahve fincanı hoopp yanımda bitiversin. kendiliğinden gelsin. ben bunun için enerji harcamayayım. ya tamam en azından ben aklımdan geçirince su kaynasın bari, gidip fincana iki kaşık kahve atıp suyu üzerine dökebilirim. ama suyun kaynama süresini beklemek bence çok saçma. fincanı da yıkaybilirim. sanırım bütün sıkıntım su kaynarken beklemek, o zamanın boşa harcandığına inanıyorum galiba.
sonra sigaram bitince, olmadık bi zamanda sigarasız kalınca bakkalı arayıp, sırf adamlara ayıp olmasın diye "bi tane su en büyük boylardan, bi paket de sigara abiğğ" demek zorunda kalmayayım. tut ki haftada üç gün aniden sigaram bitti. ne olacak o kadar su? yani 20 litre olsa en büyük boy, 60 litre su eder bu haftada. napıcaz yani evde baraj mı kurucaz sonra. bakkal abi de artık anlasın benim su ve sigarayı aynı anda söylediğimde sadece sigara istediğimi. bi de bakkalına gidip sigara istediğimde bana o 14 numaralı "sigara içiyosun haağ, babanın bundan haberi var mı peki?" bakışını atmasın. hayır yani yıllardır durumu kabullenemedi adam, sanki uyuşturucu kullanıyormuşum gibi muamele etmenin manası yok bence.
bi de otobüs beklemeye gıcık oluyorum. hayır yani ne var sanki biz durağa gider gitmez o otobüs gelse, hiç geç kalmasa, kimse otobüs yüzünden gideceği yere gecikmese, insanlar şoföre trip atmasa, herkes mutlu olsa, hayat bayram olsa.. hatta otobüsteki herkes kol kola girip "hayat bayram olsa"yı söylesek neşe içinde, otobüs şoförü sürekli gülümsese. yani otobüs geç kalmasa, bölge kontrol amirlerini arayıp "şu plaka 15 dakika geç kaldı. hıh." diyerekten şikayet etmeyecek kimse, amir de o şoföre bir tur cezası yazmayacak. hiç ceza nedir bilmeyen şoför de, yolcuların duyabileceği yüksek bi sesle "hangi gavat şikayet ettiyse yine yedik cezayı. amk gel de kendin kullan, gör trafiği. sen yarım saatte ordan oraya git ben etek giyerim yarın bütün gün" diye söylenmez. sonra şikayeti eden esnaf isa abi de şoförle kavga etmez, sabah sabah gereksiz aksiyon yaşamaz diğer yolcular da, bence. çünkü isa abi sinirlendi mi kolay kolay sakinleşmiyor. bi de her sabah esnafız, muhabbet ederiz diye yanıma oturduğundan isa abiyi tutup sakinleştirmesi bana kalıyor. tabi benim ufak bünyem dev gibi isa abiyi kontrol edemiyor. isa abi sınırlarını aşıp, bendini çiğneyip taşıyor. olaylar kontrol altına alınamıyor.

ps: isa abi bişey sorucam, sabah sabah muhabbet etmek te ne allasen? uyuyorum yahu ben orda görmüyo musun? halen daha gece gördüğüm rüyanın etkisinde oluyorum ve müsadenle müzik dinleyerek ayılmak istiyorum. inan sabah sabah işlerin ne kadar durgun olduğuyla ilgilenmek istemiyorum. bu çene nerden geliyor bi ara açıkla bana n'olur. kıps.

10 Mart 2012 Cumartesi

sosyal medyada kurulan arkadaşlıklar

twitter üzerinden tanıdığım ve çok değer verdiğim, çok sevdiğim bi dostuma çok ayıp ettim. uzun zamandır telefonlaşmıyorduk, aynı şehirde yaşamıyoruz zaten, o telefonunu çaldırdı numaramı kaybetmiş, ben de işe güce hayat derdine dalıp aramayı ihmal ettim. sonra bigün mesaj atmıştı feysten küstük mü biz diye, tabi ki küsmemiştik ona da dedim ariycam ben seni sonra, sonra da yine işe güce daldım aramadım. nereden baksan 2 ya da 3 ay önce ariycam demiştim ama işte bazen fırsat olmayınca olmuyor. özel mevzular, işle ilgili mevzular derken kuzumu çok ihmal ettim farkındayım.
sonra işte dün twitter'dan bi mesaj atmış, mesajda bi video linki var, gökhan özen'in aramazsan arama diye bi şarkısı vardı ya onu yollamış, üzüldüm sonra. gerçekten şu sosyal medya üzerinde tanıdığım pek çok insanın yanında dünya kıymetlisidir o. hani yeri başka olan insanlardan biridir. inanılmaz severim. bugün de mesaj atmış, "sen molanda beni bi arama bak ben napıyorum" diye, aradım, çok özlemişim. kendisinden bu yazıda özür dilerim, ihmal ettiğim için affetsin, bi daha yapmam. kalp.
hazır konusu açılmışken sosyal medya üzerinden kurulan arkadaşlıklara değinmek istiyorum. aslında etrafımda gerek twitter, gerek de facebook için "amaan sanal ortam neticede, insanlar hep sahte" düşüncesi taşıyan çok insan var ve bu görüşlerine zerrece katılmıyorum. evet pek çoğumuz gerçek adımız yerine nick kullanıyoruz, belki sosyal ağlardaki hesaplarımızdan günlük hayatımıza dahil olan çok az insan haberdar ancak bizler gerçeğiz. blogger'da, twitter'da, facebook'ta ya da başka sosyal paylaşım ağlarında yazdığımız yazılar tamamen bizim düşüncelerimiz. hani gözle görülür, elle tutulur derecede gerçekler. çoğu zaman hissettiklerimizi, düşündüklerimizi günlük hayatta tanıdığımız her insanla paylaşamıyoruz ama burada öyle değil, yazıyoruz ve yazdığımız metine denk gelen herkes okuyor. kafamızın içinden geçenlerden haberdar oluyor. en güzeli de, iş hayatında ya da sosyal hayatta takındığımız pek çok politik tavrı burda sergilemiyoruz. yani en azından kendim için söyleyebilirim ki, canımın sıkıntısından tut da, tepemin tasının attığı en ufacık şeylere kadar herşeyi yazıyorum buraya. yazdıkça rahatlıyorum, başkalarının yazdıklarını okudukça da mutlu oluyorum.
bir de kurulan arkadaşlıklar var. bazen molalarda ya da arkadaşlarımla dışardayken facebook'u, maillerimi ya da twitter'ı kontrol etme ihtiyacı hissediyorum. mesela bi defasında, arkadaşımla dışardayken facebook'a baktım ve gelen bi mesajı yanıtlamak için iki dakika müsade istedim. kız sordu haliyle kim diye, dedim bayx, aa nerden tanıyosun falan dedi, blogger kullanan bi arkadaşım dedim istanbulda yaşıyo kendisi, garipsedi bu. söylediği aynen şuydu "ya hiç tanımadığın, belki hiç nasıl biri olduğunu görmediğin biriyle nasıl arkadaş olabilirsin, anlamadım" ona göre arkadaş olabilmek için aynı şehirde yaşamak, aynı insanları tanımak, beraber sosyal ortamlarda bulunmak gerekirdi. aslında öyle değil işte. bazen bi konuyu yanıbaşında olan arkadaşına anlatmazsın da, buradan tanıdığın bir arkadaşına anlatırsın. onun seni anlayabileceğini, belki fikir vererek yardımcı olabileceğini düşünürsün. ya da canın öyle ister neyse ne işte. bu ortamı bilmeyen insanların sosyal medyada muhatap olduğumuz kişileri de "sanal" görmesi çok mantıksız geliyor bana. halbuki konuştuğun kanlı canlı insan, verdiği olumlu ya da olumsuz tepki tamamen kendi kişiliğini yansıtıyor. ne yani pek çoğumuz aynı şehirde yaşamıyor olduğumuz için mi arkadaşlıklarımız sanal oluyor. hadi canım sen de.
en komiği de dizi karakterlerini gerçekmişçesine takip eden insanların bize sanalsınız demesi. çok ilginç. hoş kim ne derse desin o arkadaşlıklar, dostluklar bozulmaz o ayrı. buralardan tanıdığım ve iyi ki tanıdım dediğim insanlar var ve ben onları çok seviyorum. aynı şehirde yaşayıp yaşamadığımız da hiç önemli değil, önemli olan paylaştığımız güzellikler bence.

8 Mart 2012 Perşembe

nice 8 martlara

dünya kadınlar günümüz kutlu olsun. bu sabah haberlerde denk gelmedim hiç kadın cinayetine ya da kadınlara uygulanan şiddet haberlerine, belki ruh hastası sapkınlarımız bir günlüğüne ara vermişlerdir faaliyetlerine. ya da ne bileyim insan olasıları gelmiştir. belki de ben çıktıktan sonra düşmüştür bu ve benzeri haberler sabah haberlerine. açıkça söyliyeyim mi, ben bir erkeğin bir kadına hakaret edebilme, bir kadını dövebilme lüksünün olduğunu düşünmüyorum. yok öyle bişey abi. kocaysa koca, babaysa baba, sevgiliyse sevgili kim olduğunun hiç önemi yok haddini bilecek paşam, sınırını bilecek.
tabi muhtemelen içinde az biraz medeniyet olan insan benimle aynı şeyi düşünüyordur aşağı yukarı. ama işte bu gerçekleri değiştirmiyor. nasıl bir düsturumuz varsa artık, millet olarak halen daha kadının söz hakkının olmadığını, dövülebilen, yasak getirilebilen, sadece üremek, yemek yapmak, temizlik yapmak, itaat etmek için var olan bir canlı olduğuna inanıyoruz. yok artık denilecek bir hadise ancak öyle işte. sanırım, osmanlı devletinde kadınların ikinci sınıf vatandaş olarak görülmesinin psikolojisini atlatamadık henüz. yahu yıllar geçti, neredeyse bir asır geçti ancak kafatasının içindeki o küçük organı doğru düzgün kullanmayı öğrenemedi erkeklerimizin bir kısmı. yani elbette modern ve anlayışlı erkekler de var şimdi hepsini aynı kategoriye koymak da büyük haksızlık bence.
çok ilginçtir ki bu olayın tamamen eğitimle alakası yok. yani bakıyorsunuz gayet eğitimli, modern görünümlü, kariyer sahibi erkekler de eşlerine, kız çocuklarına ya da kız kardeşlerine karşı şiddet içeren tavırlar takınabiliyor. içinde canavar taşıyan modern erkeklerimiz. iğreniyoruz sizden hani bilin de. yine aynı şekilde gayet eğitimli, kariyer sahibi kadınlarımız da eşlerinden şiddet görebiliyor. pek çoğu ayrılıp kendisine yeni bir hayat kursa da bir kısmı çocukları için bu eziyete katlanıyor. işte aslında yok öyle birşey. bir çocuğun içinde canavar olan babanın yanında yetişmesindense, annesinin vesayeti altında yetişmesi elbette daha sağlıklı. üstelik kadın bu durumda kariyer sahibiyken, kendi ayakları üzerinde durabilecek gücü varken katlanması da mantıksız geliyor bana. ha bak yaşamayan bilmez bunu o da ayrı bi konu elbette. her şekilde o kadına saygı duymak düşer bize de, müsadenizle o erkeğin de yüzüne en okkalısından güzelce bi tükürmek isterim.
bir de maddi manevi kendi ayakları üzerinde duramayacak kadınlarımız var. eğitim yok, meslek yok, baksan hayatı boyunca hiç çalışmamış bile. evlenmeden önce babasının eline bakmış, evlendikten sonra da kocasının eline bakmış. "muhtaç" olduğu düşünüldüğü için de, erkek tarafından stres topu haline dönüştürülmüş. bu adam kahvehanede kendisiyle dalga geçen arkadaşına cevap veremez, o özgüven yoktur ancak eve gelince bütün hırsını eşinden çıkartır. gücü kendisinden daha güçsüz olana yeter çünkü. kendisi eziktir çünkü, kendisini ve erkekliğini ancak bu şekilde kanıtlayabileceğini düşünür. çok yazık nan vallahi çok yazık, böyle insanları vatandaştan sayıp kimlik falan veriyorlar ya ona yazık işte. adam yerine bile koymaya değmez.
bir yerde eğitim yetmez bu sorunu çözmeye, dediğim gibi eğitimli erkek de eşine şiddet uygulayabilir, eğitimli kadın da buna maruz kalabilir. işte asıl yapılması gereken bu hastalıklı ruhları tedavi etmektir. ceza vererek çözülmüyor bu mevzu çünkü. adamı karakola şikayet etsen ne çıkar ki, "öpüşün barışın" felsefesiyle hareket edildiği için adam eve gelince o kadını daha beter hale getirecek. kadın ne yapsın? şikayet etmese de aynı etse de aynı. az mı okuyoruz gazetelerde, savcılığa suç duyurusunda bulunan kadına 3 ay sonra polis gidiyor, tabi adam o sürede kadını öldürüvermiş oluyor. teoride kadın haklarını koruyan yasalarımız var ancak iş pratiğe geldiğinde son derece amatörüz bu konuda. üstelik bu yıllardır devam etmekte olan bir sorun. her zaman olduğu gibi, özellikle 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde de kadınlara uygulanan şiddete hayır diyorum bir kez daha, insan yerine konulduğumuz, değer gördüğümüz, şiddete maruz kalmadığımız nice 8 Martlara kızlar. herkesi öperim kocaman.

6 Mart 2012 Salı

cennetten satılık

selam bebişim. yeni bi işe atılmaya karar verdim. hemen bahsedeyim çok heycanlıyım zira. şimdi efendim, malum millet cennetten yer satıyor ediyor ya, hiç düşünmüyorlar bu insanlar nerede kalacak diye. hani cennetten yeri sattın, adam öldü ve hoop diye cennete gitti diyelim, nerede kalacak bu adam kardeşim açıkta mı kalsın bunu neden düşünemedin sen? zaten düşünmemen de iyi olmuş bence, ekmeğime yağ sürdün bak. şimdi kafamda tasarlayıverdim planı projeyi, cennetten dubleks daireler, villalar, studio daireler, konaklar, yalılar, çiftlik evleri, malikaneler artık aklına ne gelirse, tavuk kümesi ve köpek kulübesi de dahil olmak üzere satışa çıkardım.
yalnız şu an için ufak bi sorun var, bu saydığım binaları yapacak birini bulamadım. bana bi mimar, bi inşaat mühendisi, bol miktarda da inşaat ustası lazım canlarım. haa bi de bu binaların maketi lazım şimdilik, e insancıkları cennete götürüp getiremeyeceğime göre en azından maketten göstereyim. işte bu ufak sorunları da hallettikten sonra geriye kekleyecek insanları bulmak kalıyor ki bu da bizim memleketin insanları varken sıkıntı olmaz bence.
şimdi kafama takılan şöyle bi konu var, yazının şu üst kısmını okuduktan sonra bana cennetten ev almak istediğini ifade eden andavallar ulaşır mıydı, ulaşmaz mıydı merak ettim doğrusu. yahu sene olmuş 2012, millet ileri teknolojilerin haberini yapıyor bizim insanlarımızın düştüğü durumlara bak. akıllının teki çıkmış "cennetten yer satıyorum" demiş, bu mallar da inanıp almışlar. he yavrum ya bi siz çok zekisiniz zaten, geri kalan onca müslüman geri zekalı ki beş vakit namaz kılıyorlar falan böyle cennete girebilmek için. sanki konser bileti alıyolar yahu, hey allahım gülsem mi ağlasam mı bu insanların cahilliğine bilemedim. zamanında da marstan aydan falan yer satan uyanıklar vardı ve bunlara inanan insanlar vardı. artık bu kafaya gelmek için ne yapıyorlar bilmiyorum ama özendim vallahi. saf desen saf değil aklınca uyanıklık yapmaya çalışıyor, akıllı desen hiç değil. bu insanlar ne tür hangi statüde bilemedim.
adamlara da helal olsun yalnız, millet yeryüzündeki tapulu arazisini zor satıyor bunlar cennetten yer satmayı becerebiliyor. ilginç. gerçekten ayakta uyutulmaya müsait milletiz hani, ne diyelim artık söylenecek söz bile yok. acaba cennetten yer aldığına inananlar arasında ölen oldu mu nan? merak ediyorum da, ölürken "amaan ne güzel ölmek hoopp cennete düşüvericem şimcik, yer de var zaten iyi ki önceden parsellemişiz" diye düşündü mü? çok ilginç nan valla bak çok ilginç. hayretlere düşüp düşüp çıkarak herkese iyi geceler.

3 Mart 2012 Cumartesi

bi yaz vardı, ona n'oldu?

geçtiğimiz haftaki hava durumunu özlüyor bünye. tam "tamam artık kesin bahar gelicek yuppiiğğ" diye sevinirken, pazartesi günü birden yine soğudu hava. salı gününden hiç bahsetmek istemiyorum zira yağan kar neydi öyle? donduk azizim, soğuktan geberdik. o kadar kalın giyiniyorum ki hareket etmekte zorlanıyorum neredeyse. geçen sene bu zamanlar bu kadar çok üşümüyorduk, 2011'in kıymetini bilememişim yemin ediyorum. ama dostum en kötüsü de ne biliyor musun? buz gibi havada sıcak yataktan çıkıp sabahın köründe işe gitmek. yemin ediyorum kabir azabı çekiyorum sanki, resmen sürüne sürüne çıkıyorum o yataktan ve herşeyden nefret ediyorum o dakika. 5 dakika bile geç kalkma lüksüm olmadığı için ağlıyorum resmen. hayat gerçekten çok zor bir hadise.
ümitle bekliyorum artık yazın gelmesini. hani gerçekten yazdan da geçtim de, bahar gelsin bari. yani yağmur yağsın ama hava soğuk olmasın, buna bile razıyım. bi de burun üşümesi olayı var, nasıl saçma bi durum bu ifadesi yok yani. bu sene ilk kez eldiven kullanmaya başladım, en azından çok soğuk havada eldiven takarak parmaklarımı donmaktan kurtarıyorum. saçlarımı toplamadığım için kulaklarımı da saçlarım sayesinde ısıtıyorum da burnuma henüz bi çare bulamadım. bi de faranjit durumu var ki evlerden ırak. her hafta bir gün boğaz ağrısı çekiyorum, 3 gün antibiyotik kullanıyorum geçiyor ve bi sonraki hafta yeniden boğaz ağrısı başlıyor. hayır yani ağrıyan boğazla o kocaman antibiyotikleri yutması da ayrı bir dert.
diyorlar ki ozon tabakasındaki delik kapanmış ondan küresel soğuma oluyormuş blabla. hayır yıllarca küresel ısınma var diye feryat edip durduk da ne oldu, bak işte küresel olarak soğuyoruz çok mu mutluyuz sanki. en azından bir aydır her hafta kar yağıyor, sözüm ona cemre de düştü ama onlar da nereye düştüyse artık yine de ısınamadık gitti. belki de ozon tabakasındaki delik kapandığı için cemreler düşemedi, biz düştü sandık sevindik boş yere. ayrıca ozon tabakasını kim kapattıysa artık iyi bi bok yemedi bence, hemen geri delsin bi zahmet. üşüyoruz yahu dünyada, donuyoruz hatta haberi var mı? mutlu mu şimdi ha mutlu mu?
ilginçtir ısınma amaçlı kullandığımız klimalar bile sıcaklık eksilere düşünce çalışmıyor. gözünü sevdiğimin teknolojisi işte. en lazım olduğu dakikada duruveriyor o klima, bütün gün, hani nereden baksan on buçuk saat boyunca sadece iki saat çalışıyor. tıpkı ihtiyar amcalara benziyor, hani ihtiyar amcalar az bi yokuş çıkınca tıkanır öksürür ya, bizim klima da öyle işte. biraz çalıştıktan sonra hava soğuksa hemen duruyor, sonra arada sırada üç dakika falan çalışıp bi ce-ee diyip kayboluyor. yine bize hüsran, yine bize üşümek yani. çok rica ediyorum artık yaz gelsin, en olmadı bahar gelsin de insan gibi dolanalım ortalıkta. böyle lahana gibi giyinmekten zerre kadar zevk almıyorum açıkçası.

1 Mart 2012 Perşembe

komşu komşunun tatil edebilme yetkisine muhtaçtır

hayatımın en uzun gecikmesini yaşadım bu hafta. salı sabahı saat dokuzda iş yerinde olmam gerekirken onda ancak gidebildim. üstelik evden de saat sekizde çıkmıştım. iki saat trafikte geçer mi ya, trafiğin normal akışında üç dakikada geçilebilinecek bi caddeden tam bir saatte geçilebilir mi? sanırım belediyemiz ya kar yağdığını hatta çok fazla kar yağdığını fark etmemişti ya da yolları tuzlamayı unutmuştu. kocaman kocaman otobüsler yollarda kalınca sanki bursa'da değil de kars'ta yaşıyormuşuz da, kar kalınlığı bi adam boyunu bulmuş, biz de yollarda mahsur kalmışız gibi bi hadise cereyan etti. kar kalınlığı da ancak beş parmak ya vardı ya yoktu. ama işte o lanet yollar kayıyordu.
öyle bi durum ki, hani otobüsteki bütün yolcular tek tek inip kahvaltı için poğaça falan alsa, o kadar zaman geçse bak o otobüs yerinden kımıldamazdı. ben gecikmeyi sevmem, gideceğim yere vaktinde hatta vaktinden önce gitmek prensibimdir. ama işte elden birşey gelmeyebiliyor bazen. yapacak birşey yoktu, oturup kuzu kuzu o trafiği gelip birinin açmasını bekledik. ilginçtir, insanlar iş yerlerine haber veriyorken ben can bonomo'nun eurovision için hazırladığı şarkıyı dinleyip "bunu kim beğenmez ya, gösterin çakıcam tokatı" diye düşünüyordum. sonra dibimde dikilen ve bana yapışmış gibi görünen kıza sinir oluyordum. neden sonra aklıma geldi arayıp mağazadakilere durumu haber vermek. hani o da işi bıraktım falan sanmasınlar diye, ben salı gününe kadar işe hiç geç kalmadım çünkü.
sonra işte yolların tuzlanmamış olmasına takıldım bütün gün. acaba belediyemizde para mı yoktu? sevgili yetkililerimiz belediye binasının camlarından bakıp ta "beş paramız kalmadı, vatandaş yollarda masur kaldı, tuz bile alıp dökemiyoruz" diye dertlendiler mi acaba diye düşündüm. hatta kendi şahsıma vatandaşlık görevimi yapıp marketten birkaç paket tuz alarak belediyeye götürmeyi bile istedim. neyse ki o gün eve giderken yollarda sıkıntı yoktu, unutmuşum bunu tamamen ben de. dün de kar yağmadı, önceki gün yağan kardan kalan buzlar vardı yolda, düşmeden işe gitmeyi de başardım.
bu sabah bi uyandım, camdan baktım enee yine kar yağmış gece. çok tutmamış ama. sonra işte giyindim süslendim falan, oturdum mutfak camının dibine sabah kahvemi içiyorum. birazdan işe gidicem yani. camdan bi baktım, şok. kar yağıyor ama nasıl yağıyor anlatamam. ben kahvemi ve sigaramı içip evden çıkana kadar yerler kar tutmuştu bile. sonra aklıma yine yollar geldi. ya gerçekten belediyemizde hiç para kalmadıysa dedim, ya o yollar bugün de tuzlanmadıysa, ya yine işe geç kalırsam.. bu daha kötü çünkü bu sefer patroncum "ee ama senin işe geç kalman alışkanlık olcak gibi wod, en iyisi ben seni kovayım" derse, hem ben işsiz kalmış olucaktım, hem de belediyemiz beş parasız olucaktı.
dua ede ede bekledim otobüsü, geldi neyse ki, zamanında geldi. otobüste gidiyoruz ama, geçen sefer yolda tıkanıp kaldığımız yere gelince resmen kalbim çarpmaya başladı. böyle elime ayağıma bi titreme geldi. hani inip yürüsen yürürsün de, o kar yağışının altında ordan taa iş yerine gitmek demek soğuktan ölmek, kar altında kalıp donmak, kardan kadın olmak demek. tamam işsiz kalmak istemem, işsizler ordusunun bir neferi de ben olmak istemem ama açıkçası soğuktan ölemem yani. neyse ki korktuğum başıma gelmedi, sevgili belediyemiz tuzlamış yolları. heyyoo tuz alacak paramız varmış demek ki. hatta o kadar çok paramız varmış ki kaldırımları bile tuzlamışız, kar bile tutmuyor kaldırımlarımız. ne güzel di mi? ne kadar ince düşünerek hizmet eden bir belediyemiz var bizim. canım kalp onlara.
sonra aklıma bu öğrencilere yapılan kar tatilleri mevzusu takıldı. yani vali beyefendiyle senelerdir komşuyuz, şu günden şu güne bi kerecik bile tatsızlığımız olmadı ama vali beyefendi hep okulları tatil etti. bir kerecik bile "bugün iş yerleri de zorunlu tatil" demedi. kendisine bu hususta çok kırgınım. hani bu sene geçti artık, yakında bahar gelicek ama önümüzdeki kış kısmetse tarçınlı havuçlu kek yapıp kendisini ziyarete gitmeyi, gitmişken de bu konuyu görüşmeyi planlıyorum. canım herşeyi biz söyleyeceğiz sanki bu adamlara, bi kerecik te sen akıl et de tatil et iş yerlerini zorunlu olarak. hayır yani komşuyuz biz, komşu komşunun tatil edebilme yetkisine muhtaçtır. dedim ya bu sene geçti ama önümüzdeki sene gidip konuşayım vali beyefendiyle de şu işe bi ayarlama çekelim. hem belki bütün yurda örnek olur bu asil davranışı, kendisine sivil toplum örgütlerinden plaketler ödüller yağar belki sayemde. olamaz mı? olabilir.
 
↑Yukarı