31 Ocak 2012 Salı

rüyamda çok mutluydum ben

selam panpa. artık o kadar pratik o kadar eğlenceli bir çağda yaşıyoruz ki bu çağı çok seviyorum ben. kalp. evet, yine bir takım işler peşindeyim, noolmuş yani? şimdi anlatamayacağım bunu, yani henüz plan tam manasıyla gerçekleşmeden bu riski göze alamam ama pek yakında beraber güleriz yine olanlara. umarım herşey planladığım gibi gider, umarım.
dün gece çok güzel bi rüya gördüm ben. öyle mutluydum öyle mutluydum ki anlatamam. aslına bakarsan rüyayı gece görmedim, sabah uyanmama yakın gördüm. ama bunun önemi yok çünkü burda önemli olan rüyanın içeriği. efendim bilinçaltım benden gizli nasıl hayaller kuruyorsa artık, sabah uyandığımda resmen gülümsemekten ağzım yırtılacaktı. neyse ki vaktinde uyandım. o derece mutluydum yani rüyamda. her neyse, benim burak özçivit'i ne derecede beğendimi bilirsiniz az çok değil mi? oyunculuğu, yakışıklılığı, karizması oooo evlere şenlik bi olay. işte ben rüyamda burak özçivit'in sevgilisiydim cancağızlarım. ama nasıl mutluyduk, nasıl romantik bir ambiyanstı anlatamam. böyle karlarda koşuşturmalar, burakçığımın bana çiçekler alması falan. el ele objektiflere poz vermeler, burakçığımın "düğün ne zaman" sorusuna "çok yakında arkadaşlar" diye cevap vermesi. tek sorun, kendisini çok beğendiğini söyleyen bülent ersoy'du açıkçası. yani kendimi rüyaya o kadar kaptırmışım, bunu o kadar sahiplenmişim ve öylesine gerçekçi bir şekilde yaşıyorum ki rüyamda bile bülent ersoy'un beni ham yapmasından korkuyorum. her neyse işte, neticede biz burakçığımla evlenmeyi düşünen bir çifttik ama işte yüzükleri takamadık gençler.
sonra uyandım, uyandım ve önce gülümsemekten ağrımaya başlayan yüz kaslarımı fark ettim. sonra da "yine mi üstümü açtım ben yaa" dedim kendi kendime. sonra yattım yerime, düşündüm. birincisi karlarda koşuşturmak ne yav, söz konusu burak özçivit bile olsa ben kar üstünde koşamam, düşerim bi kere ve çok üşüdüğüm için bunu zaten en başta reddederim. yani o koşacaksa koşsun kendi kendine, ben evde oturup kahve içmeyi tercih ederim. sonra ikinci olay da çiçek olayı. ben pek romantik biri değilim açıkçası, hatta düz "odun musun wod ya çiçek sevmeyen kız mı olur" diyen arkadaşlarım da mevcut. yani ne o öyle bi demet çiçek koskoca adamın elinde. te allaam ya. hem o çiçeğe para verene kadar bana bir adet loreal volume million lashes extra black maskara alsa o adamı ömür boyu başımın üstünde taşırım. yenmez içilmez, yüze göze sürülmez, koyucam vazoya ancak yanından geçerken takılıp durucam o çiçeğe falan. ya gerçekten çok saçma bence. ya da ne bileyim bana çok isterse çikolata da alabilir. bilhassa bitter. yani daha makbule geçer, geçmez mi yoksa, ben mi yanılıyorum.
işte böylelikle içimdeki oduna da tanık oldunuz kuzularım. sonra çıktım yataktan, baktım kolumun dünkü ağrısı yok, sonra yapıştırdığım yakıya baktım ve "nasıl çıkartıcam ben bunu yav, amma da yapışmış" diye düşündüm falan. sahi nasıl çıkıcak bu ya, hayır çıkartıp kas gevşetici krem sürmem lazım da ondan yani bu acelem.
rüyamı anneme anlattım sonra, güldü "aç tavuk seni" dedi bana yav inanabiliyo musunuz? akabinde de "ekmek yok evde, git ekmek al bakkaldan" havasını çaldı. abi sabahın köründe bakkala gitmek dert yeminle. iki adım yer diye mavi pijamalarımla çıktım evden, yolda sevgili komşumuzu gördüm ve yorumu "wod nan şirin baba gibi olmuşsun ne bu halin". abi şaka mısınız yav, babamla mı sözleştiniz siz. hayır bi kere şirin babanın pantolonu kırmızı ve kırmızı şapkası var. benim eşofmanlarım tamamen mavi. "hahaha göstercem ben sana şirinleri" dedim girdim bakkala. acaba evden eşofmanla çıkmak iyi bi fikir değil miydi diye düşünüyorum. hayır zaten kot falan giydikten sonra üşenmem az da makyaj yaparım ve kahvaltıyı dışarda yaparım di mi ama?
öyle yani canlarım, şaka gibi bi sabahtı. hala aklıma rüyam geliyo. bi de burak özçivit kendisine sevgili bulmuş, gördünüz mü kızı? çok çirkin değil mi allasen? resmi alta koyucam ve çok rica ediyorum "ııyyykk çok iğrenç ya burak bu kızın neresini beğenmiş wod" diye mesaj atın olur mu? hayır kıskanç değilim! neyse kuzular kızı yerden yere vuran mesajlarınızı bekliyorum öptüm kocaman :) kalp.
özellikle de saçları ve makyajı ve dudakları çok çirkin di mi nan?

30 Ocak 2012 Pazartesi

gerçekten çok acıyor, gerçekten!

selam. nihayet kendimde saçlarımı boyayacak enerjiyi buldum ve boyadım. ama yine her zaman olduğu gibi sağ kulağımın arkası tamamen siyah saç boyasıyla kaplı ve ayrıca alnımda da benek benek siyahlar var. öte yandan annemle bunu nasıl becerdik bilmiyorum ama yanaklarımda da minik saç boyası izleri var ve tıpkı çok yüzümü yıkamışım da artık renkleri solmuş benler gibi duruyorlar. böyle bir garip işte. eskiden kendimi hiçbirşeye benzetemiyordum, şimdi alnımı 101 dalmaçyalıya yanaklarımı da izzet altınmeşeye benzetiyorum iyi mi? ama işte beyaz tenli bir insan olduğum için saçlarımı siyaha boyadığımda rus kızlarına (hani şu siyah saçlı olan fıstıklar var ya) benzemeyi çok isterdim ama olabildiğim ancak 101 dalmaçyalı izzet altınmeşe arası bişiy. napalım, sağlık olsun artık.
öte yandan vicdansız sağ omzum öyle çok ağrıyor öyle çok ağrıyor ki anlatamam. özellikle sabahları resmen beş dakika kımıldatamıyorum. hatta bu sabah yatakta dönmeye çalışırken öyle uyuşmuş ki "hasstır galiba sonunda felç oldum" dedim kendi kendime. aman ya rabbim evlerden ırak, tütü şeytan kulağına kurşun. zaten bu hususta rezilliği de az evvel yaşadım. babama tembihledim eczaneden yakı al bana yapıştırayım oraya da iyi gelir belki diye. adamcağız gitmiş, yakıyı almış bi de kas gevşetici hap krem falan alayım diye düşünmüş beni aradı istediğim özel bi hap var mı diye. açtım telefonu, babam sorunca "yaa narkoz ya da morfin falan satıyolarsa ondan al baba ya, ancak geçirir ağrısını çok fena çoookk" dedim ve fondan bir kahkaha tufanı koptu. evet gülenler arasında babam da var tabiğ ki ama bütün eczane personeli de kopmuş durumdaydı. ne bileyim ben babamın eczacı duysun diye hoperlörü açtığını söyler misiniz?
ailemizin eczacısı engin abi toparladı durumu "vah canım ya o kadar fenaysa doktora gitsene be abicim" falan dedi ama tahmin edebiliyorum babam küfrediyodu o sıra içinden "rezil ettin beni maymun" diye. allahtan her zaman söylerim beni az çok tanıyanlar alışık dengesizliklerime de pek sıkıntı olmuyor, gülüp geçiyorlar sağ olsunlar. hayır şimdi doktora git blabla demeyin. özel hastaneye gitsen alakaya maydanoz onlarca tahlil istiyorlar para kopartmak için ve beni en çok kahredeni de tüpler dolusu kan alıyor olmaları. evet kan vermekten çok korkuyorum ne olmuş yani? devlet hastanesine gitsem kafam oluyor bi dünya, anlamıyorum şurda tahlil yapın diye pıtpıt seri şekilde anlatıyorlar ama nereyi anlattıklarını ben anlamıyorum. sonra hemşireye ya da doktora tekrar sormaya da korkuyorum "gerizekalı mısın? anlayışın mı kıt dangalak?!" diyecekler bana kızacaklar diye çok korkuyorum. sağlık ocağına gidip aile hekimimize muayene olsam, adam yine pıt diye yazacak sevki, nasıl bi doktorsa "grip oldum" diye gittim bir kere sevk vermeye çalıştı. hayır yani sen iki hap yazamayacaksan neden doktor oldun söyler misin bana?
bursada tek tanıdığımın olduğu hastane de zübeydehanım doğum evi. oraya bir kere gittim regl gecikmesi sebebiyle, onda da hastaneye girdiğim anda saat 10:35ti, hasta kartı çıkartmam, başhekim yardımcısından sıra almam, adamın beni ultrasonla muayene etmesi ve ilacımı yazması yalnızca 25 dakika sürdü. millet sabahın yedisinde gidiyormuş meğer oraya ve ben çıkarken daha muayene olamamış kadınlar vardı. şanslıydım çünkü hiç bilmediğim halde Ayhan abiciğimin orda çalıştığını gördüm, karşılaştık ve benim yerime bütün işlemleri pıtpıt halletti, hani neredeyse benim yerime ultrasona da girecekti o derecede. doktor beyefendiye de "yeğenim hocam" diye beni emanet etti. yalnız hala gözümün önüne oradaki hamile ya da ciddi rahatsızlığı olan kadınların nefret dolu bakışları geliyor. ben sabah süslenip püslenmişm, makyajımı yapmışım, hastaneden ziyade arkadaşlarla kahvaltıya gidebilecek bir moddayım ve onlardan saatler sonra gelip hepsinden daha önce işimi halledip gidiyorum. evet farkındayım haksızlık bu ama yapabileceğim birşey yok açıkçası.
şimdi babamın gelmesini bekliyorum. ilaçlarımı yutup kremimi sürüp yakımı yapıştırdıktan sonra bi de kahve keyfi yaparım ki hiç sorma. şimdilik hoşçakal, öperim kocaman. kıps :)

29 Ocak 2012 Pazar

yarım kaldığını hissettiğin anda...

birkaç saat önce yani henüz hava tam olarak kararmamışken, güneş hala daha yüzünü gösterme çabasındayken "lalalala lağğğğğ" modunda şarkılara eşlik ederken sonra güneş batınca, akşam olunca, akşam yerini geceye bırakınca, media player'da çalan şarkılar ufaktan istasyon insanları, kıskançlık, martılar, zaferlerim'e yerini bırakınca ve ben yine içimdeki o büyük eksikliği fark edince böyle nasıl anlatsam, içim tamamen kararınca yine "herşey hep böyle devam edecek, hiçbirşey bütün olmayacak" düşüncesiyle boş boş bakmaya başladım bu ekrana. ne kadar zamandır böyleyim, ne kadar zamandır herşeyin yarım olduğuna inanıyorum, hiç bilmiyorum.
aslına bakarsan hiçbirşeyi bilmiyorum ben. bilmemeyi kolay zannediyorum, kolay olduğuna inanmak istiyorum ve sonra sadece "bilmiyorum". ama ne var biliyor musun? ben hiçbirşey yarım kalmasın istiyorum. bütünü, tamamlayanı her neyse bulsun onu, bulsun ve bitsin bittiği yerdeki hüznü. bulsun ve yarım nefes almasın, derin nefes almak istediğinde batmasın içine eksikliği. bütünlensin, bir bütün olsun, acımasın içinde kalan yalnızlık. akmasın gözünden görünmez göz yaşları. ve en önemlisi neşenin en sahtesini "doğalmış" gibi sahiplenmesin, gerçekten gülsün gözleri ve gerçekten sevsin kendisini. eksikliğine duyduğu nefreti ne hayattan çıkartsın ne hayatındaki insanlardan. en önemlisi, gerçekten kendisiyle barışık olsun, barışmış gibi yapmasın. görünmeyen bir yerlerde hep bir kavga hep bir çatışma olmasın. artık, hani şu an olmasa da yakında bir zamanda hiçbirşey yarım kalmasın.
gündüz açığa çıkmayan pek çok duygu gece gösterir yüzünü. acımsı, boğaz yakan bir tadı vardır. gündüz saklanırlar, asla yüz göstermezler çünkü gün ışığını sevmezler. belki karanlıktan güç aldıklarından dolayı böyle, belki de insan vakit gece olduğunda daha yalnız daha savunmasız o yüzden. hangimiz karanlıktan cesaret alıp, yine karanlığa bir kereliğine anlatmadık ki en derin yaralarımızı. hangimiz kaldırmadık o yara kabuklarını, kanatmadık "uyuyunca geçecek nasılsa" düşüncesiyle. ama geçmez. çünkü gece, gündüz gibi değildir unutmaz hiçbirşeyi. senin çığlıkların gündüzün karmaşasında kaybolur unutulur gider, karışıverir sokaktaki ayak seslerine, gündüz hatırlamaz bir daha, unutur biter. ancak gece öyle değil işte, sessizdir karanlıktır ve o karanlığın ardında çok büyük bir hafıza saklıdır. en savunmasız, en sığınmasız anında yakalar seni, bir bir hatırlatır daha önce bir kereliğine mahsus anlattığın herşeyi, öylece kalakalırsın inan bana tek kelime edemezsin, edemeyecek duruma gelirsin çünkü boğazına kitlenenler izin vermez. bu sefer gece anlatır sen dinlersin. hiç acımaz, en çıplak haliyle anlatır herşeyi, aptallığını, mutsuzluğunu, yalnızlığını ve umutsuzluğunu yüzüne vura vura anlatır ve inan bana hiçbirşey yapamazsın.

kız muhabbeti yapalım mı?

hehheyyttt işe gitmedim, evdeyim, sınırsız yatıştayım.

sabah 10:30'a alarmımı kurmuşken, üzerine bir de uyanmış, buzz gibi suyla dişlerimi fırçalamış ve yüzümü yıkamışken müdüre ablam aradı. daha doğrusu aramış, çünkü o esnada ben "allaaam bu sular yazın soğuk kışın sıcak olsaydı nolurdu? hani işine karışmış olmayayım, isyan ya da sitem kabul etme de öneri ve istek olarak say bunu" modundaydım. sonra ne giysem??? soru işaretleriyle odaya geçtim ve telefonumun amansızca titremekte olduğunu gördüm. anladım aslında yok gitme diyeceklerini ama açtım telefonu "yaa işte gideyim hava da güzel baksanıza" falan ayakları yaptım. bu arada "allaam umarım bunu okumuyorlardır." çünkü okuyorlarsa ve ayak yaptığımı da fark ettilerse bu hiç hoş olmaz, işsizler ordusunun bir neferi olmak istemem açıkçası.
öte yandan uzun zamandır tumblr sayfamı kullanmıyordum, siyah beyaz ölü gibi bir temayla, eski birkaç gönderiyle kaderine terk etmiştim. zaten blogspot erişim engeli geldiğinde açmıştım, engel kalkar kalkmaz da kaderine terk etmiştim. ama dün gece canım sıkılırken bi bakayım dedim, arada müzik falan paylaşırım ne bileyim kısa kısa yazarım falan fıstık işte. sonra düzenledim kendi çapımda ama işte tema ayarlama konusunda özürlü olduğum için yine bunu da beğenmedim, yine içime sinmedi ama olsun napalım elden gelen bu kadar işte.
dün gece saç rengi sorunsalına son verdiğimi söylemiştim, siyahta karar kıldım tamam da şimdi de boyamaya üşeniyorum. ciddi anlamda sıkıntı yaşıyorum bu konuda. ki her seferinde de kulaklarım, ensem ve alnım boyanıyor, yok mu bunun bir çaresi? ayrıca dün boyayı alırken mağazadaki kız bana syoss diye bi marka önerdi. köpük boyaymış, bulaşmaz bu ve çok rahat boyarsın dedi. ben normalde vital, koleston ya da igora royal kullanıyorum. ancak kolestonda mavi-siyah yoktu, o yüzden mavi-siyah boyadığım zamanlar hep igora royali seçtim. şimdi uuu igora iyi boyadır demeyin, mavi-siyahı inanılmaz akıyor. hiç de memnun kalmadım. hatta bir keresinde çok acelem olduğu için ve girdiğim mağazada tek boya o olduğu için nevacolorun mavi-siyahını almıştım o bile daha iyi çıktı. hem o zamanki fiyatı sadece 3.50 tl idi. yalnızca saç derisini inanılmaz derecede yakıyor, o 35 dakika bir an önce geçsin istiyorsunuz. e bu da saç derisi için hiç faydalı değil, rengin kalıcılığından çok memnun kaldığım halde bir daha da almadım.
bir de voila ile boyamıştım mavi-siyaha. aman allahım, böyle rezalet bir boya daha görmedim. kızıllık içeren renkler için bir ayda rengin akması oldukça olağandır ama kahve ve siyah tonları için hiç normal değil. bir ayda kahveye döner mi bir renk. nefret ettim o boyadan. ayrıca da saçlarımı öyle saçma bir şekilde yumuşattı ki 3 kat fön çekiyordum yine de bozuluyordu. yani kızlar sakın denemeyin. kolestonun renk kalıcılığı falan iyi, ayrıca saçı parlak gösteriyor. bu sefer sadece siyah aldığım halde neden kolestonu seçmedim bilmiyorum ama memnun kaldım. onun da bir sürü yeni çeşidi çıkmış, sanırım kafam karışsın istemedim. ama en güzeli normali ve kuaförlerin kullandığı professionel serisi. professionel serisi için de kuaför malzemesi satan mağazalara bakabilirsiniz. mesela bursada alpeda'da var.
vitali de yıllar öncesinde kullanmıştım ilk kez. lisedeyken saçlarımı siyaha boyadığımda. rengi inanılmaz kalıcıydı o zamanlar ki acayip ucuz bi boya. sadece 5.50 tl. hatta bir süre önce bi kuaför arkadaşımla konuşurken o da vitali seçmemi önermişti. bakalım, üşengeçliği bıraktığımda boyayacağım ve göreceğiz nasıl olduğunu.
neyse pazar pazar ne güzel kız muhabbeti yaptık di mi? bu arada size loreal'in volume million lashes adlı maskarasını şiddetle öneririm. özellikle de extra black olanını. fırça kısmı altın sarısı, altı siyah olan bi ambalajı var ve cidden bugüne kadar kullandığım en iyi loreal marka maskara. herkesleri tek tek öperim, iyi pazarlar. :)

28 Ocak 2012 Cumartesi

bazı günler saçmadır ama yine de güzeldir

selam. tam 15 gündür aklımı kurcalayıp duran ciddi bir sorunsalı çözdüm bugün. günlerdir etrafımdaki herkesi "ayy sence saçımı ne renk boyalamıyım? mavi-siyah mı, siyah mı, koyu füme mi, koyu kahve mi yoksa orta kahve mi?" sorusuyla canından bezdirmiştim. hayır artık bir an önce karar vermeliydim çünkü diplerim öyle bir geldi ki, biraz daha beklesem özerklik ilan edecekler yani o derecede. "asena ve dipleri"nden sonra "wodka ve dipleri" olarak geçecektim tarihe. ayrıca böyle olunca kimseye mana da konduramıyorsun biliyo musun? demezler mi adama "sen önce saçlarının diplerine bak manyak" diye. derler ve dediklerinde de haklı olurlar, gıkım çıkmaz.öte yandan bu önümüzdeki hafta bir kez daha yıllık izin kullanacağım. bir hafta evdeyim yani. daha doğrusu bir hafta boyunca sadece zorunlu ihtiyaçlarım için yerimden kalkacağım. yok vallahi yorgunum ben, sanırım yorgun doğmuşum ben. ha bu yarın çalışmayacağım demek değil ayrıca. bakalım, uzun zamandır hedeflenen "wodkaya pazar günü iş kitleyelim" projesi nihayet hayat buldu ve zavallı wod klima soğuktan dolayı çalışmadığı için -20 derece kadar soğuk olan mağazada bir başına yaşam mücadelesi verecek. ne acı değil mi? umarım alışkanlık yapmaz, umarım.
öte yandan sevgili eski sevgilimin bir takım zırvalıkları olmuş. efendim biz ayrılalı bir yıl oluyor, adama ciddi manada hiç pislik yapmadım, öyle ki dedikodusunu bile yapmadım ama artık yeni sevgilisine ne dedi ne ettiyse kız bana düşman gibi bakıyor. en son bugün bir yerde karşılaştık. öğlen yemeğine gittiğim mekanın tuvaletinde karşılaştık daha doğrusu. ben makyajımı tazelemekle meşgulken kız içeri girdi, yanıma gelip "sen lütonun eski sevgilisisin değil mi?" dedi. ben de "ona tam sevgili denmez canım, bi süre hatta ciddiye alınmayacak bir süre takıldık o kadar" dedim. o da, "ama bana senin hala ondan bahsettiğini söylüyorlar" dedi. ben de "yok kendisini hatırlamayacak kadar meşgulüm bu ara, hem baksana kendisini düşünecek pırlanta gibi sevgilisi de varmış, ben niye düşünüp enerji harcayayım ki?" dedim. kız da "çekemiyorsun ilişkimizi değil mi?" dedi. yaklaşık 3 dakika güldüm buna. hemen cevap veremedim yani ama tabiğ ki cevap hazırdı. "yok tatlım, pokemonların aşkına tanık oldum sayenizde, neden kıskanayım, ben insanlardan hoşlanıyorum" dedim ve kız ne dediğimi anlayamadan çıktım mekandan. molam bitmek üzereydi yoksa onun o soru işareti dolu suratına uzuuuun uzun bakmak isterdim elbette.
sonra işte işe gittim, ciddi anlamda üşüdüm falan. bütün gün ümit ettim "yedek anahtarı alma boşver soğuk hava zaten" derler diye ama ses çıkmayınca saat yedi gibi dayanamayıp sordum "şeyy ben anahtarı alıyim miii?" diye. "efet wodcum al" dedi müdüre ablamız, aldım mecbur. yani yarın s.s. kanunları hükmünde çalışıyorum gençler ve ben pazar günü çalışmaktan gerçekten nefret ediyorum. umarım iş olur müşteri gelir de canım sıkılmaz. öyle yani gençler, bugün eğlenceliydi ama yine de. haftaya bol bol kafanızı ütülerim nasıl olsa, şimdi herkesleri kocaman öperim, gelin sarılalım da bir haftalık tatili kutlayalım. kıpss..

27 Ocak 2012 Cuma

tek şarkılık post

bak bu şarkı çok güzel

sevildiğim zamanlar birer öykü oldular
meraklı çocuklara anlatıldılar...

25 Ocak 2012 Çarşamba

zayıflamak için o haplara ihtiyacımız yok! evet!

yaklaşık 2 sene önceydi sanırım. gençliğin başımda duman olduğu dönemlerde zayıflama haplarından kullanmaya başlamıştım. ha sorarsan kaç kiloydun, çok mu şişmandın diye, yok çok şişman değildim. hatta zayıflama hapı kullandığımı bilenler "sen niye kullanıyosun manyak mısın?" diyorlardı. sanırım 56 kiloydum ve "54 olunca bırakıcam yaa" diyerekten bunlara başvurmuştum.
benim kullandığım bu acı biber hapı diye bilinenlerdi. çin malı olan vardı bi de orjinal olan vardı, orjinal olanı seçtim. hapı ilk aldığımda kapsüle bakıp "bu ne yaa, bu mu zayıflatacak beni, çok tipsiz" demiştim çünkü gerçekten görüntüsü son derece uyduruktu. ama işte satan arkadaş "kullan bak çok memnun kalıcaksın wod" dediği için güvenmiştim. hapı daha önceden kullanan arkadaşlar "çok susatıyor yea, iştahı da kesiyor hem" diyordu. ilk gün içtim pek birşey olmadı. susamıyordum ve iştahım da yerindeydi. her zamanki gibi normal öğünlerimi, normal düzensizliğinde yiyordum yani. ancak 3. gün akıl edebildim porspektüsünü okumayı.
yan etkileri kısmına gelince "günde 3 litre civarında su tüketilmezse karaciğer ve böbreklerde tahribata yol açabilir" demişlerdi. korktum ama vazgeçmedim hapları kullanmaktan. işte gençlik, cahillik ve bir miktar da aptallık olunca aslında tamamen zararı olan şeyden medet umuyorsun. vay benim saflığım diyorum. bu sefer uyardıkları gibi günde 3 litre su içerek devam ettim hapları kullanmaya. su miktarını arttırır arttırmaz da iştahımda azalma olduğunu fark ettim. midem bulanıyordu 2. litreden sonra ve hiçbirşey yemek istemiyordum. bu da akşam yemeğini ister istemez iptal ediyordu.
o dönemde bursa'da zayıflama hapı içtiği için ölen biri olmuştu. şimdi aslını bilemeyeceğim, açıkçası medyanın yalancısıyım. biliyorum ama aynen devam ediyorum hapları içmeye. annem bilse zaten beni isot dolu küpe basarak çıkartırdı onun acısını ya, çaktırmıyordum. sonra işte mağazada çekmecede zulaladığım hapları genel müdür yakaladı. kimin bunlar derken gözü benim üzerimdeydi "senden başka kimse yapmaz zaten bunu" der gibi bakıyordu. atladım hemen "benim" diye. "sen geri zekalı mısın, bunları içip kilo mu vereceksin. hadi bunu geçtim, bu hapları içmeni gerektirecek kadar kilolu musun? kızım sen manyak mısın?" şeklinde tam 30 dakikalık bir konuşma yaptı bana. tabi sevgili biber haplarım da anında çöpte. çok sinirlenmiştim ama, cidden bak.
sonrasında almadım bi daha haplardan, günde 3 litre su içerek diyet yapmaya devam etmemi önermişti müdürüm, aynen dediği gibi yaptım. günde 3 litre su içince gerçekten insanın yemek yiyesi gelmiyor, iştah gidiyor ve biraz yürüyüş yaptığınızda da istediğiniz kiloyu veriyorsunuz. yani hem para tuzağı hem de sağlığı ciddi anlamda etkiliyor.
tüm bunların sonrasında tam bir hafta mide ağrısı çektim biliyor musunuz? tabi anneme "ben bu hapı içtim" diyemiyorum, terlikle döver, dövse yine iyi bi fotoğrafımı poster yaptırıp üzerinde de "bu geri zekalıyı ben dünyaya getirdim" diye yazdırırdı yeminle. o zaman da sinsi sinsi doktora gittim, bi güzel doktor abiden de yedim fırçayı tabi. gençler bakın doktor abinin dediğine göre, çok zayıf olan bünyelerde beyinde hasara bile yol açabilirmiş bu tür haplar. hatta şöyle de bi durum var, hormon bozukluğundan cilt bozukluğuna, karaciğer ve böbrek hastalıklarına kadar yolu varmış. yapmayın etmeyin olur mu? tecrübeyle sabit bi durum. zayıflamak için gerçekten yürüyüş yapmanız, sebze ağırlıklı beslenmeniz ve bol su tüketmeniz ki bu da günde 3 litreyi geçmeyecek yeterli. bu da tecrübeyle sabit. aranızda hap kullanmaya teşebbüs edecek olan varsa lütfen o elindekini hemen yere bıraksın hatta çöpe atsın, anlaştık mı? şimdi herkesleri öperim, iyi geceler, sevgiler :)

23 Ocak 2012 Pazartesi

görmemiş evlenme teklifi almış...

hiç evlenme teklifi almadım, nasıl bir duygudur cidden bilmiyorum. ancak bazı hemcinslerimin bu durumu abarttığını düşünüyorum. yani tamam evlenebilirsin, tamam o tek taşı daha dün gece parmağına takmış olabilirsin, tamam biz komşu da olabiliriz ama tüm bunlar benim işimin en çok olduğu dakikada gelip vırvır toz pembe hayallerini anlatıp o yüzüğü 5 farklı açıdan 13er kez inceletmeni gerektirmez. evet sinirliyim. sabahın 11i daha, ben orada iade ürünlerle uğraşıyorum, o nalet olasıca koli bantı her nereye girdiyse bir türlü bulamıyorum ve hatun başımda vırvır "yok ceyhun bana şiir okudu, yok şuraya yemeğe gittik, yok başımdan kırmızı gül döktü blablabla" konuşuyor.
adama bi sus bi etrafına bakın, bak bakalım seni dinleyecek pozisyonda mıyım, işim gücüm var mı bi gör demezler mi? diyemedim mecburen, tam 45 dakika onun romantizm kokan muhabbetini dinledim. "başımdan aşağı kırmızı gül yaprakları döktüler" dediği anda "yuuuuhh sence de bu çok kıro değil mi bebeğim ya" diyip kahkaha basmak istedim ama yapamadım. sırf hevesi kırılmasın, bozulmasın üzülmesin diye sabrettim ama sabır da bir yere kadar bence. hayır zaten işim gücüm var, o iadeleri paketlemem lazım ama koli bantını bulamıyorum böyle de ciddi bi sorunum var bi de milletin romantizm kokan evlilik teklifi hikayelerini dinleyemeyeceğim. hatun gelmiş 27 yaşına halen daha aşk böcüğü stayla takılıyor, kendinden utanmalı bence..!
dayanamadım, tahammül sınırımın sonuna geldim ve tam bu dün geceyi hayalinde yaşarken, olanları hararetle anlatırken "abla ya bizim koli bantı nerdeydi?" dedim. abla döndü, ya ordaydı değil mi falan diye arayışa geçti ve bizim aşk böcüğü tatlı rüyasından uyandı tabi. ama o nasıl bozulmaktır, o nasıl bir hayal kırıklığıdır anlatamam. aha dedim kızım wod, başardın, hatunu bozguna uğrattın yuppiiiğğğ. sonra döndüm buna "ay tatlım ya seni de rüyandan uyandırdım ama naparsın iş güç yani, birinin de böyle meselelere kafa yorması gerek değil mi?" dedim. "ay evet ya bi an ne diyo bu dedim ben de" dedi ama sesindeki titremeden anladım verdiğim sübliminal mesajı aldığını. sonra zaten elinden şekeri alınmış çocuk gibi tırs tırs gitti iş yerine.
şimdi bana sakın "ay wod sana kimse evlenme teklifi etmedi diye kıskandın kızı di mi?" demeyin, lütfen carlamayın canlarım. kimseyi kıskandığım falan yok sadece ben işle meşgulken birinin gelip vırvır saçmasapan zırvalamasından hoşlanmıyorum, o kadar.
hadi öperim herkesi, kıpss :)

22 Ocak 2012 Pazar

"bak ta azıcık insanlık öğren wod" dedi bana

dün gece resmen "düşman" bellediğim bir insanın iyiliğiyle ezildim gençler. bakın anlatayım durumu. şimdi benim çok yakın bi arkadaşım ünlü bi pastanede kasiyer. dün izinliydi, iş çıkışı buluşalım dedik. elifin işyerine uğrayıp halletmesi gereken küçük bi iş varmış, gittik beraber. dedim kuzum sen git, ben sigara içilebilen bölümde oturup seni bekliyorum. hayır 10 dakika sürecek bi iş olduğu için önemsemedim soğuk havayı falan, oturdum bekliyorum. büyük patronlarının da dün gece geleceği tutunca, işi biraz uzadı bizimkinin. yaklaşık bi yarım saat falan bekledim.
bu arada dışarıdayım, soğuk hava ama içeri girmemekte direniyorum, "nasıl olsa çıkıcak şimdi yaa" diyerekten. bunların gıcık bi müdürleri var adı tolga, kendisiyle yazdan beridir konuşmuyoruz biz. ufak bi sorun yaşadık, ben kıl kaptım adama selamı sabahı kestim kısacası. hoş onun da pek umrunda değil. neyse, boş zamanlarımda tolganın dedikodusunu yapmak, tolgayla dalga geçmek en büyük hobim oldu. adamdan nefret ettiğimi herkes biliyor, kendisi de hakkında söylediğim her kelimeden haberdar bundan eminim.
dün gece ben oturup elifi beklerken, sigara üstüne sigara yakarken ki beklemeyi hiç sevmem ama işte elden bişey gelmez kızın o meseleyi halletmesi lazımdı, birdenbire yeni başlayan garsonlardan biri salep getirdi bana. elif te arkasından geliyo, allah allah dedim bu kız salep gönderse ilk başta gönderirdi, zaten şimdi kalkıp venezia'ya gidicez. e ben de salep ya da başka bişiy istemedim eminim yani. ben bunları düşünürken garson geldi yanıma, elif te arkasında. sordum çocuğa "iyi de ben salep istemedim ki nerden çıktı bu?" diye. orda bombayı patlattı "tolga bey gönderdi size" diye. git sor diycektim emin miymiş yanlışlık olmasın. adamla birbirimizden o kadar nefret ediyoruz ki, anlam veremedim açıkçası. yani birimizin başına bişey gelse diğerimiz biscolata pia dağıtır eşe dosta mutluluktan, o derece.
elif te yanımda gülüyo bana. "naaann allah kahretmesin adam iyiliğimle ezerim seni pis ezik demiştir içinden" dedim, ama nasıl gülüyoruz. tabi tolga da içerden bizi izliyo, bu şimdi geldi aklıma, o sıra bunu akıl edememiştim. zaten güldüğümüzü görünce "yaranılmaz bu mikropa, nalet olasıca pislik" demiştir kesin. elif "iç bak ayıp olur şimdi" dedi, içtim salepi ama bi yandan da elife sövüyorum "allahın belası daha erken halledemedin şu işi bak ne hale düştüm, tolga bunu yapacağına döveydi öldüreydi daha iyiydi" diyerekten. tabi bi de olayın teşekkür etme kısmı var, girdim içeri "tolga teşekkürler salep için" dedim, mecburen. e medeni insanlarız neticede, teşekkür etmemek te tam öküzlük olurdu hani. ne bileyim ben, bilsem elifin işinin bu kadar uzun süreceğini kendi salepimi kendim söylerdim, tolga efendiyle de yüzgöz olmaya gerek kalmazdı gibime geliyor. adam resmen "iyi niyetimle ezerim seni pis cadı, bak ta insanlık öğren azıcık" demiştir içinden. çok kötüüüü...
sonra gittik venezia'ya ama nasıl gülüyoruz. te allaamm ya, gülmekten doğru düzgün konuşamadık kızla, zaten hava soğuk, malum sigara içenlere de ezik muamelesi yapılıyor bu memlekette. sigara içmeyenler her mekanda sıcacık misler gibi oturuyor, bizler de ezik gibi kış bahçelerinde polar şal ve ufoyla ısınmaya çalışıyoruz. kaldı ki venezia'da ufo bile yoktu. tamam kahveleri çok güzel, mekanı seviyorum en önemlisi işletmecileri çok tatlılar ama ufo şart yani bu kış ayazında. sevgilisi gelince "hadi yemeğe gidelim çok açım ben" dedi, ben de zaten üşümüştüm bi de aç değildim fazla "siz beni eve bırakın ben tokum" dedim, geldim evime.
şimdi yarın bu tolga artistiyle karşılaşmak ta var anasını satayım. ben her öğlen oraya gidiyorum da yemeğe, tost börek falan yiyorum ama maksat elifi görüp iki kelime muhabbet etmek. selam vermeme gerek yok di mi canlar? yani bence olmaması gerek te. her neyse, çok da önemli değil. yıllık izinime bir hafta kaldı, elif dün akşam "izine çıktığın hafta cuma günü sabahtan buluşup bişiyler yapalım" dedi. hayır, sevgilisi elif ve ben buluşucaz yani. hayır hayatta en nefret ettiğim şey bir çiftin yanında üçüncü kişi olmak. öyle sap gibi elinde telefonla geziyorsun yanlarında. kızla doğru düzgün dedikodu bile yapamıyorsun çünkü bi erkek adı geçse sevgilisi radarları açıyor hemen "kim o, elif nerden tanıyor?" diye. mecburen onların mutluluklarını izleyip "ayrılsanıza nan siz, nefret ediyorum mutlu çiftlerden" diye geçiriyorum aklımdan. neyse bakalım bi güncük katlanıcaz bu duruma, umarım seçkin abinin işi toplantısı falan çıkar da biz de elifle kız kıza takılırız. ne diyem artık. hadi öperim herkesi kocaman, gelin bi sarılayım nan :) kalp.

20 Ocak 2012 Cuma

bugün günlerden huysuzluk

selam, azıcık huysuzluk etmeye geldim bu gece. zaten amirim, kankim, çok canımıniçi carpediem de yok ortalarda, bu sebepten daha da huysuzlaştım, daha da tatsızlaştım kısacası. ne çok alışmışım meğer varlığına, kendisini online göremeyince -ki birkaç gün ortalarda olmayacağından haberim vardı- üzüldüm daha da tatsızlaştım açıkçası. insan birinin varlığına bir kere alışmayagörsün, hep yanında istiyor hep yanında istiyor azizim. hele de benim gibi ilgi arsızı kedi gibi bişiyseniz daha da vahimleşiyor durum. ne diyeyim, kendisinin en kısa zamanda aramıza dönmesini bekliyorum. carpediem geri dööööööööönnnnnn!!
kış mevsimini sevmem, yağmuru çamuru karı fırtınası hiç bana göre değil. ölüyorum yahu soğuktan, işten çıkıp eve gelesiye kadar ellerim böyle mosmor oluyor, parmaklarım şişiyor falan. sanırım genel aksiliğimin sebebi de bu. eğer bir daha yaz sıcağından şikayet edersem ne olur çekip vurun beni olur mu?
hazır alışmak demişken bugün öyle kendi kendime düşünürken bişey farkettim. ben insanlara kolay kolay alışamıyorum. hani görüntüde alışıyorum, samimi de davranıyorum ama gerçek anlamda samimi olabilmem için çoookk zaman gerekiyor. hele ki ilişkiler, sevgililer konusunda. sanırım bu yüzden müzmin bekarım ya. ama taktığıma da takıyorum hani, malum en yakın örneği mavi-yeşil beyefendi. adam ortadan kayboldu, sırra kadem bastı resmen. umarım ölmemiştir ya, üzülürüm nan cidden yakışıklı adamdı.
eski sevgililerime nedense etiket olmayı, takıntılı bir psikopatlıkla yapışmayı beceremedim. ha acı çekmedim mi, en büyük boyundan çektim acıyı ama işte kendi kendime, sinsi sinsi. yani adamın kapısına dayanmadım ya da gece vakti gizli numaradan aramadım. bitmiş olana bitmiştir diyebiliyorum ya en çok bu huyumu seviyorum aslında.
keyfim yok iki gündür, özel bi sebebi de yok. bu arada horozz.net'te de yazmaya başladım. sevgili Adnan beyefendiciğimin sitesiymiş, davet etti, e icabet etmemek mümkün mü? hayır değil. arada oraya da karalıyorum iki satır bişiyler, buraları ele geçireceğim diyorum saçmalıyorum falan ama sağolsunlar arkadaşlar hoşgörüyle karşılıyorlar durumu. şimdi gidip biraz onların başına ekşiyeyim, sevgilerimi iletirim herkeslere kocaman öptüm, kalpkalpkalp :)

ps: resmi de carpediemciğim yapmış bana, nasıl çok güzel di mi?

15 Ocak 2012 Pazar

"wodka sana bi koca lazım!" yok canım şu an değil.. :)

"SENİN İÇİN ENDİŞELENİYORUM!"

pazar sabahının dokuz buçuğunda çok sevgili kuzenimin kurduğu bu cümleyi anlamlandıramadım haliyle. henüz uyuyorum, ev telefonu çılgınlar gibi feryat figan çalıyor, "hayır hayır açılmayacğım işte" diye ağlayan göz kapaklarımı zor bela açıyorum ve o telefona cevap verip, eğer biri ölmediyse ya da acil hastalanmadıysa, iş yerimde yangın çıkmadıysa, beni pazar uykumdan uyandıran bu kuvvete çemkirmek için telefona cevap veriyorum. amanın o da ne? kuzenim, işi gücü bırakmış, "anne kahvaltı anneee" diye ağlayan ufaklığın sesine kulaklarını tıkamış bana "senin için endişeleniyorum wod!" diyor. anlayamadım ilk başta, herhalde rüyasında gördü dedim, ya da yalan yanlış bir dedikodu gitti kulağına, geçen kocasını görmüştüm "hastayım yav üşütmüşüm" demiştim herhalde çok hasta olduğumu düşünmüştür diyorum, beni sabahın köründe böyle uyandırması için mantıklı bir sebep arıyorum kendi zihnimde.
w: hayırdır kuzum ya, neden endişeleniyorsun benim için, rüyanda mı gördün hayırdır sabahın bu saatinde.
k: sen hala uyuyor musun?
w: hönk! kızım pazar bugün yav, akşam da geç yattım biliyo musun? bırak uyuyalım yani.
k: cidden senin için endişelenmeye başladım artık, bu ne tembellik.
w: oha, kızım ben bütün hafta yedide uyanıyorum, bu kadar da olsun yani.
k: hayır senden küçük kızlar nişanlandı, evleniyor, yaşıtların çocuk doğurdu, sen hala pazar günleri evde kös kös otur. gün yüzüne çıkma sakın, turşunu kurucam artık.
w: ya manyak mısın bu soğukta ne dışarı çıkması, bütün hafta geberiyorum soğuktan zaten, yaz gelsin gideriz gezmelere.
k: ay bunu da yanlış anlıyorsun, ben sana dışarı çık demiyorum ki, bana gel, sevgiye gidelim, görümceme eltime gidelim ki kocamın arkadaşlarının anneleri görsün seni, artık evlen nişanlan falan yani.
w: hem yuhhh hem yok artık, bana ne millet evleniyorsa yahu, koca bulmak için güne mi gidicem, bilirsin hiç tarzım değil!
k: ee nasıl koca bulucan yoksa, evde kalıcan kızım evde. var mı bi fikrin bu konuda.
w: vallahi cicim "koca bulayım evleneyim" cümlesi hayat felsefem olmadığı için şu an bu tartışmaya girmiyorum bile. şimdi müsadenle telefonu kapatıyorum, gidip biraz uyuyayım. hadi öptüm çok, beyine selam söyle, hatta söyle de bi ara seni bize oturmaya getirsin.
k: aloo, dur kapatma dur dur!!
w: dıtdıtdıtdııııııttt!!
evvet canikolar, anlaşıldığı üzere sevgili kuzenimin beni sabahın köründe aramış olmasının tek sebebi hala daha evlenmemiş, nişanlanmamış olmam. daha önce de bi kuzenim 3 kez nişanlanıp nişan atınca "senin kısmetin mi kapalı acaba, hem nihalden daha güzelsin, daha zekisin" demişti. yani hatunun fikrine göre, bir kadının yaşamdaki temel amacı evlenip çocuk sahibi olmak, evinin kadını bebişinin annesi olmak. budur olay. ha sormuyor hiç "wod kendini evliliğe hazır hissediyor musun?" "wod hayatına evlenirim nan bunla diyeceğin biri girdi mi?" diye.
evliliğe şu an için kendimi hazır hissetmiyorum. evet yaşım 23, evet benimle aynı yaşta olup ikinci bebeğine hamile olan arkadaşlarım var, evet liseden bir arkadaşım evlendi boşandı ve bir daha evlendi yani bana tur bindirdi, evet benden küçük kızlar evleniyor ama ben evlenmek istemiyorum. belki temel sebebi "evlenirim nan bunla" diyeceğim bir adam tanımamış olmam. yani öyle uzun soluklu ilişkilerim olmadı, hiçbir allahın kuluyla evlilik hayali kurmadım, öyle çok sayıda ilişkim de olmadı, geriye dönüp baktığımda "bu adamla bi ara sevgiliydik ama ne ara hatırlayamıyorum" diyemem. az ve kısaydı ilişkilerim. sanırım kimseye tam manasıyla güvenemedim ve aşık olamadım. kendimi evliliğe hazır hissetmiyor oluşumun temel nedeni budur belki de.
yanlış anlaşılmasın evlilik karşıtı değilim ama sırf "ay zengin olsun bana baksın" "ay başımda bulunsun yeter" "ay aman evde kalmayayım" düşüncesiyle gencecik yaşında önüne ilk gelenle evlenen hemcinslerimi anlamıyorum. dövesim, ciddi şiddet uygulayasım geliyor. baba baskısıyla evlenen arkadaşımı da gördüm, 18 yaşında adama aşık olup, acaba anlaşır mıyız, ailelerimiz ne derecede uyumlu, yahu gerçekten seviyor muyum ve bir ömür bu adamla geçer mi diye düşünmeksizin evlenen, aradan 2 sene geçince "wod ben boşanıcam, senin şu avukat ablanın kartını versene" diye gelenler de oldu yanıma. yani öyle çocuk oyuncağı değil yekparem bu işler, "ay bu renginden de olsun bende" diyerek ruj almıyorsun neticede, ömürlük bişey. ha boşanmak, dul bir kadın olmak elbette ne ayıp ne kötü ama işte ne gerek var değil mi? yapboz değil bu neticede, dikiş tutturacağına inanmadığın bir adamla neden evlenesin ki?
bir de işin maddiyat kısmı var. şimdi elbette herkes ister rahat geçim sağlayabileceği, maddi olarak sıkıntı yaşamayacağı bir adamla evlenmek. bana bile sorsan, ilk tercihim bu olur, böyle bir tercih hakkım varsa. niye çalışayım ki, beyim getirsin ben yiyeyim. ama işte esas mesele bu değil. karşılıklı saygı ve sevgi yoksa, yani adam seni seviyorsa sen adamın cüzdanını ve kredi kartını seviyorsan yaş annem o iş. bir iki sene canım cicim takılırsınız, sonra adam bakar parayı verdikten sonra başka kadınlar da var ortalıkta, sonra ya sana sepet havası çalar ya da gözünün içine baka baka "parasıyla değil mi?" diyerek boynuzları takar. o boynuzlar yörüngeden çıkar da sırf kendi ayaklarının üzerinde duramayacak kadar aciz olduğun için sesini çıkartamazsın. yapma annem, yapma kuzum boş işler bunlar e mi?
bana "evlen evlen" diye tutturan kuzenimin de çok mükemmel bir evliliği yok açıkçası. sevgilisiyle evlendi, maddi sıkıntısı falan yok ama hani ben olsam o hayatı yaşayamam. ekonomik özgürlüğü yok bi kere, kocası olur diyecek te gezmeye gidecek, ha tabi evliysen belli başlı sorumlulukların olur, başını alıp 3 günlüğüne arkadaşına yatılı misafir gidemezsin tamam da, çarşıya çıkmak için şirinlikler yapıp izin kopartmaya çalışmak ta neyin nesi? onu geçtim bizim damadın bikaç kaçak et kesme vukuatı oldu sanırsam. hani %100 kanıt aramadım, ararsam bulacağımdan emindim o kadar. işte bu da erken yaşta özenip evlenmekten kaynaklanan bir durum.
bir de kayınvalideyle falan tek çatı altında yaşıyorsan aman allahım allah kolaylık versin. aynı apartmanda bile olsa, kayınvaliden dünyanın en melek en mükemmel insanı bile olsa bir yerden sonra birbirinize batmaya başlıyorsunuz. insan ki öz anası ve babasıyla bile aynı evin içinde çatışıyor bazen, yalan mı? huyunu suyunu bilmediğin insanları kabullenmek, sahiplenmek, onların seni kabullenmesi ve sahiplenmesi için de zor ve sancılı bir sürece ihtiyacın oluyor. eğer yeterince sağlıklı düşünemiyorsan ve yeterince sabırlı değilsen orada bir sürü tatsızlık çıkıyor, evliliğin ilk dönemi, cicim ayları sana zehir olabiliyor. o yüzden bin kere düşünüp, ince eleyip sık dokuyarak verilmesi gereken bir karar bu. yani demem o ki, şimdilik böyle iyiyim çok ciciyim, evlenmeye karar verdiğimde ilk davetiyeyi de "evlen artık" diye başımın etini yiyenlere vereceğim. hadi öperim herkesi, gelin bi sarılalım bakalım. :) iyi pazarlar efenim, kıpss..

14 Ocak 2012 Cumartesi

bu ara insanoğlu beni eğlendiremiyor

ne zamandır kimsenin dedikodusunu yapmadım di mi? birine olan nefretimi şööylee güzelce dolu dolu dökmedim buralara. ama yok, nefret edecek biri yok şu aralar. yani demem şu ki, hayır bu ara insanoğlu beni pek fazla eğlendirmiyor. ciddiyim yav. bugün oturup düşündüm, çok boş vaktim oldu düşünmeye, işim yoktu, hava soğuktu, keyfim de yoktu ve düşünmeye ara verdiğim konuları oturup düşündüm, üşenmedim, ertelemedim.
hani bazı anketler vardır ve "10 yıl sonra kendinizi nerede görüyorsunuz" gibi saçma sorular sorarlar. insanların geneli yaptıkları kariyer planının gerçekleşeceğini umarak hayal ettikleri mevkiyi yazarlar hemen. bense bu soruya "oha 10 yıl çok uzun nan ne bileyim nerde olacağımı" cevabını verenlerdenim. hani yarın ne yapacağımı bilmezken kalkıp 10 yıl sonrasını planlayamam, gereksiz bi kere. o kadar uzun vadeli plan yapamam, o kadar uzun vadeli banka kredisi bile çekemem. ne gerek var ki, anlık radikal kararlarla yaşamak varken, hele bir de yarına çıkacağımı bile bilmezken ne gerek var tüm bunlara değil mi? anlayamıyorum 10 yıl sonrası için plan yapanları ve bu planlarını harfi harfine uygulayanları. eksiklik bende mi bilemedim?
gelelim esas mevzuya. daha doğrusu tatsızlığa. iki üç gündür "hastayım" diyorum bu keyifsizliğime. bahaneler bahaneler yani. hayır ama hasta olduğum için değil, çok da kötü durumda değilim, biraz üşütmüşüm o kadar. esas mesele "eksiklik" duygusu. ne yaparsam yapayım, neyi nereye koyarsam koyayım bi eksiklik hissediyorum bugünlerde. boşluktayım, boş zamanım var ancak bu boşluğu dolduracak olan şey ne bilmiyorum. açıkçası bu boşluğu neyle doldursam diye oturup düşünmedim de hiç. ne olacak böyle bilmiyorum.
kış mevsimini sevmem, zaten geçimsiz insanım, kışın daha bi tatsızlaşıyorum, daha bi geçimsiz oluyorum. en ufacık şey bile batıyor gözüme. çok sevdiğim birinden tek bi sözü yüzünden uzaklaşabiliyorum. kızıyorum falan böyle kendi kendime triplere giriyorum, sonra soğuyorum o insandan, yine esas kadroyla baş başa kalıyorum. iyi ki varlar zaten, mümkünse hep de olsunlar.
o değil de mavi-yeşil geldi bugün aklıma. hayır hayır, öyle manyak gibi merdivenlere bakmadım nerden çıkıcak bu adam şimdi diye, sadece o kadar mevzu arasında onu da geçirdim aklımdan. olmayan başından görmüştüm olamayan sonunu. demiştim kendime "diğerlerinden pek bir farkı olmayacak" diye. bu modeller böyle çünkü. bu adamların huyu bu. yani demem o ki, egoları öyle şişkin ki, hayatlarında başka birine barınacak yer kalmıyor, canları sağ olasıcalar. zaten artık umrumda da değil, hani yarın tanışsak "ay aman sevgilim olsun" demem. olay bitmişse bitmiştir. o hesap yani.
tüm bunlar dışında ıvır zıvır bi haftayı daha geride bıraktık kısacası. bakalım umarım önümüzdeki günler biraz iyi geçer, falan fıstık. bu ara insanoğlu da beni pek eğlendiremiyor, etrafımdaki mallar azalınca eğlenecek malzeme de hiç oldu iyi mi? bakalım artık yenilerine sağlık. hadi herkeslere iyi geceler, öperim çok. kıpss.. :)

9 Ocak 2012 Pazartesi

ikili ilişkilerdeki çıkarcılık

hayatta en nefret ettiğim tiplerden biri de kendisini ispatlamak için başkalarının saflığından yararlanan çakallardır. bu tipler genelde bir taraftan haksızlığa uğramış gücendirilmiştir, kendisine sahip çıkan ilk az biraz güç sahibi saftirik vatandaşı da "yürü yiğidim, arkandayım aslanım" gazını vermek suretiyle kullanarak kendisini ezen tarafa aslında önemli biri olduğunu kanıtlamaya çalışır. biraz karışık oldu değil mi? yani, kendisini kanıtlamak için başka birinin gücünden faydalanır. o kadar profesyonelleri var ki ve o kadar arsızlar ki yaptığını fark edebilmeniz için gözünüzü çok iyi açmanız şarttır. insanları gözlemlemeyi sevdiğimden bu vakalara alışığım, uyarmak isterim kullanılan şahsı tabi ama sonra onlar yine iyi olunca benim kötü olma durumum olur, hiç uğraşamam. yani ne yapalım o da o kadar süzük olmasaymış değil mi?
bir de insan kullanan tipleri sevmem. bunların kendilerini ispatlamak gibi bir niyeti yoktur, yiyeyim içeyim, gezeyim eğleneyim ama beş kuruş ödemeyeyim arkadaşım/sevgilim ödesincidir bunlar. daha bugün üşenmeyip rusyadan manita yapmış bir ağbimle konuştuk bu mevzuyu. mesele aslında bizim türk kızlarına geldi dayandı. şimdi bu ağbimin sevgilisi ayda bir kez Türkiyeye geliyor. e tabi uçak bileti parası falan bizim ağbiden çıkıyor doğal olarak. dedim ki;
- ağbi ne gerek var bu kadar masrafa yahu, batarsın vallahi. yemesi içmesi gezmesi ayrı, bi de bilet parası veriyorsun.
+ wodcum canım, inan bundan önceki sevgilimin aylık masrafı bana 2000 tl falandı.
- yuh ağbi, naptın sen yahu?
+ ne sandın ya, hatun her gece gezmek istiyor, kıyafet dedin mi en markalısı, yemeğe gittin mi en lüks mekan, ne sandın sen?
- ee ağbi, bu bişey istemiyo mu gelince ya da ne bileyim geziyosunuz falan neticede.
+ yok be kızım, bi hafta kalıyosa iki gece çıkıyoruz dışarı, ben işteyken evde oturuyor zaten, alışveriş yapalım diyorum iki parça alıyorsa üçüncüyü ben zorla aldırıyorum.
- iyiymiş o zaman.
şimdi burada direkt "türk kızları adamları kullanıyor, ruslar çok edepli adaplı" demiyorum bakın cicişler. her millette kullanan cinsi var, maddiyatçı cinsi var. onların çıkarcısının yanında bizim kızlarınki sıfır kalır ki onlar da zaten hep para babalarıyla takılır. hey allahım hatunlara fizik vermişsin tabi, ne isteseler şıppadanak olur. ama işi bir bütün olarak düşünürsek yok annem yav, her istediğime o şekilde sahip olacaksam hint fakiri olayım, asgari ücretle çalışarak yaşayayım daha iyi. bana ters o mevzular neticede.
her neyse konuyu saptırdık, esas mesele o değildi. şimdi kızlar bana bakın bi, adamlarla yemeğe gittiğinizde gözünüz bir mantarlı tavuğa dünyanın parasını ödediğiniz yerlerde olmasın. yahut da kahve içmek için illa ki starbucks ya da gloria jeans'a gitmek zorunda değilsiniz. adamı "ay bi bakıp çıkalım" diye 3 stadyuma bedel alışveriş merkezlerine götürüp, mağazalarda çılgınlar gibi gezip beğendiğiniz herşeyi "ayyy aşkııaamm bu çok güzel di mi? bana da çok yakışır yae" demek suretiyle şımarıklık yaparak adama aldırmayın. siz ağzınızı yaya yaya şirinlik yaptığınızda "ay ne şirin sevgilim var dur alayım şunu" demiyor adam, "ulan ne çıkarcı karısın mikrop" diyor. hani bilin de üç kuruş için rezil olmayın durduk yerde. hiç alemi yok böyle şeylerin.
ha tabi gittiğiniz her mekanda hesabı siz ödeyin, kendinize alışveriş yaparken adamın gardrobunu da yeniden düzün de "bonkör kız" olun demiyorum bakın. sadece alışverişinizi kendiniz yapın, arada sırada gittiğiniz mekanda hesabı siz ödeyin ki adama jest olsun. bir örnek daha vereceğim kendimden bu kez. bakın anlatıyorum;
yaklaşık dört yıl kadar önce, başımda kavak yelleri eserken yakup adında biriyle tanışmıştım. adam yakışıklı, harbi yakışıklı şimdi ama bi huyu var ki evlerden ırak. görseniz nasıl süslü, nasıl cool anlatamam. kahve içelim dedi bigün, tamam dedim içelim. gittik kahvelerimizi içiyoruz, bu demez mi "aa kahveler senden bak" tamam dedim eyvallah. neticede hepi topu 20 lira için kendime laf söyletemem yani. o akşam belki parası yoktur diye ısmarladım, bu ertesi sabah bildiğiniz ödemeli arıyor. olabilir dedim kontörü yoktur belki. aradım bunu, demez mi "hadi bu akşam bana tatlı ısmarla" durdum düşündüm, çok afedersiniz enayi mi yazıyor alnımda. paran yoksa bana emrivaki yapma ve o kahveyi içme tatlıyı yeme arkadaşım. ne zaman ki ben ararım "yakupçum gel tatlı ısmarlayayım" derim eyvallah. işim var dedim salladım. sonra ertesi gün bi daha ödemeli aradı, aramadım geri. sonra bi daha, yine aramadım. yani adam süslenip giyinip kuşanıp gezecek diye eğlence, yeme içme masrafını da ben karşılayacak değilim hani.
yani demem o ki, bu durumun bi ortasını bulmak lazım. tek tarafa yüklenip onun üzerinden asalak gibi geçinmek hiç hoş değil neticede. anlamıyor sananlar varsa yanılıyor, karşı taraf çok net anlıyor da pek çaktırmıyor. sonra de en olmadık zamanda hoop ilişki bitiyor. o yüzden biraz empati yapalım ve "bana biri bunu yapsa nasıl olur acep?" diye düşünelim olur mu? bu akşamlık bu kadar, herkesi kocaman öptüm iyi geceler.

4 Ocak 2012 Çarşamba

"yamaç paraşütüne gidelim mi?"

dedikoduya geldim ama öyle büyük havadislerim yok ne yazık ki. ilk olarak sozluk.org'la bütün bağımın koptuğunu bildirmek isterim. yani "böyle aşkın ızdırabına başlarım" dedim ve çektim kapıyı. bu arada uludağ sözlükte de yazar oldum. yine wodkaenerjii adını kullanıyorum. eski sözlükten birkaç arkadaş ta geldi, ortamı sağladık yine. hadi iyiyiz..
önümüzdeki hafta için yaptığım evde yatış planları yerle bir oldu. mağaza sorumlumuzun böbreğinde taş çıkınca küçük bi operasyon geçirmesi şart oldu. yani, muhtemelen ocak sonu ya da şubat başına ertelendi planlarımız. plan demişken evde yatacağım canım, kılımı kıpırdatmaya niyetim yok açıkçası. mis gibi sıcacık ev, oohhhh! ayrıyetten plan diyince "vazgecmemek" adlı arkadaşın dedikodusunu yapayım birazcık. ömrü hayatımda kestelde yamaç paraşütü yapıldığını ilk kendisinden duydum. arkadaş pilot olacak yakında, hani bildiğiniz pilot. "yazın yamaç paraşütüne gideriz" dediği anda bi an kalakaldım. hani ne tepki versem de "yamaç paraşütü kim ben kim, yahu uçan güvercinden korkuyorum ben" mesajını hissetsin diye. arkadaş gezmeyi, uçmayı seviyor şüphe yok ama o uçak kullanabiliyor, uçmaktan korkmuyor diye ben de korkmayacak değilim. hemen kestirip atma demişti, buradan sana sesleniyorum bayım, gerçekten yamaç paraşütü yapacağımı sanıyorsan yanılıyorsun. hiç "yaa korkucak ne var ödlek" diyip te beni gaza getirmeye çalışma, bildiğin korkuyorum, cidden bak. teslim oldum.
ben şehir dışına çıkmamış bir kimseyim. yani, belki tembelliğimden belki de akıl edemeyişimden bilemiyorum ama şehir dışına çıkmak gibi bir programım olmadı bile. istanbulda mağaza açıldığında "allaaam kim kalkacak feribota yetişmek için sabahın köründe nolur beni götürmesinler" diye dua etmiştim. o derece yani. dün akşam da en son şehreküstündeki güvercinlerden bahsediyorduk, birden pragdakiler de güzel muhabbetine geldik. pragda güvercin var mı, onu bile bilmiyorum. sonra bizim yalnız kovboya "bana da kart atarsın" dedim, o da "olur atarım, hatta seni de alırım çanakkaleye gideriz" dedi. 5 saatmiş bursadan, vallahi haberim yoktu. aklıma ilk gelen soru "sabah kaçta kalkmak gerekecek acaba" oldu. sonra da kendisi bana "bursa bekçisi" dedi. hayır, bende bir problem mi var tam çözemedim.
daha yamaç paraşütüne gidelim demesi aklıma geldikçe kendimi bu aktivite içersinde düşünüp düşünüp gülerken, bir de çanakkaleye gitmek için kaçta kalkmalıyım nan düşüncesi yerleşti beynime. ama yapma böyle şeyler, böyle radikal aktivitelerden bahsetme bana "vazgecmemek" korkuyorum, bilmiyorsun. mazallah hık diye ölürüm kalp krizinden, yıllardır tek yaşadığım aksiyon işler yavaş olduğunda patrondan fırça yeme ihtimaliydi, bünyem kaldırmıyor böyle şeyleri cidden bak. tamam ben bursa bekçisi olayım kabul, ne kadar kızdırırsan kızdır gıkım çıkmaz inan olsun. ama işte sen paraşütten korkmuyorsun diye beni de korkusuz bilme olur mu?
tüm bunlar dışında bir gelişme, bir aksiyon yok hayatımda. kısmetim kapalı. yılbaşı gecesi iki dileğim olmuştu, birincisi "allaaam nolur piyango bana çıksın" ikincisi "allaaam nolur uludağ sözlük beni yazar yapsın." tuta tuta ikincisi tuttu ya, hani piyango bana çıktıktan sonra alırdım uludağ sözlüğü, ya da parası neyse verir yazar olurdum pekala. şanssızlık işte, ne yapalım. amorti bile yok yav, keşke o parayla kendime ruj alsaydım diyorum. napalım artık, seneye deneyeceğiz şansımızı. herkese iyi geceler dilemeden önce "vazgecmemek"e söyleyeceğim bir çift lafım var; "ben paraşütten korkarım, cidden bak" ve herkeslere iyi geceler, kocaman öperim herkesi. kıpss..

1 Ocak 2012 Pazar

oldu o zaman

gerçekten yapacak birşeyim yok. dün gece yeni yıla bile girdiğimi fark etmeden bloglarda sözlüklerde takıldım durdum. uzun zaman önce çaylak olduğum uludağ sözlüğe tanım girmeye başladım, yazar yapın beni de ne olur diye kapılarına dayanasım var, o derecede. öte yandan hiçbirşeye adapte olamlıyorum, gerçekleri kabullenmek istemiyorum. misal; yarın işe gideceğim, bunu kabul edemiyorum. mavi-yeşilin umrunda bile değilim, işleri yoğundur yeaa diyorum, bakmayın terkettim mavrası attığıma. yeni tanıştığım bir adam var, ondan bana zerrece hayır gelmez farkındayım ama ya herşey düşündüğümden daha farklı olursa demekten kendimi alamıyorum. eski sevgilimin yaşayıp yaşamadığı bile umrumda değil derken kendimi onun facebook profilinde mesajlarını okurken yakalıyorum. evet, tam bir yıl sonra, aynı adamın mesajlarını okuyabiliyorum, hem de yapacak birşey yok yea canım sıkılıyor napiyim bahanesiyle. ayrıca, şifresini değiştirmemiş olduğu için de kendisine teşekkür ediyorum. sayesinde bir kez daha erkek milletini genelleyecek şekilde ağır ithamlarda bulundum. töbe allaam.
sonra anlatmak istediğim o çok komikli diyalogları anlatmaya adapte olamıyorum. çok gergin, çok sıkıcı ve çok bunaltıcı bir hafta geçirmiş olmanın da verdiği huzursuzlukla şu an zamanın durmasını istiyorum, yarın olmasa ne olur sanki değil mi? hani birkaç gün olduğumuz yerde kalsak, hanemize eksi olarak yazılmasa o yaşadığımız donuk zaman, kafa dinlesek, soyutlansan herşeyden, kopartsak bağları ve daha sonra daha iyilerini kursak, ne çıkar ki? ne kötülük olabilir ki bunda. hevesimin kaçtığı çok fazla şey var, çok fazla yer ve insandan aynı anda soğuyabilme olayındayım şu anda. dönüp geriye baktığında sana ait olarak sadece bu bloğu görüyorsan, anlarsın ne demek istediğimi. ilersiyle alakalı hiç konuşmayalım, uzun vadeli planlar yapmaktan hoşlanmıyorum, hayat küçük şakalar yapıyor, düştüm mü ayağa kalkamıyorum. en önemlisi artık anlık kararlar da veremiyorum, bütün kararlarım askıda, orada bir yerde duruyor, uygulayamıyorum.
yeni bir yılın ilk günü için şüphesiz ki berbat bir ruh haline sahibim. sağlık olsun, ne yapalım. düşünüyorum da, hani ciddi anlamda düşünüyorum da, ne çok para, ne dünya barışı hiçbirşey bir kuple huzur dileğinin yerine geçemez. çok fazla birşey değil bakın bu istediğim, sadece bir miktar huzur diliyorum. derin bir nefes alayım, ciddi anlamda insanı rahatlatan bir nefes alayım, beynim boşalsın, içimdeki sıkıntılar bir bir dağılsın, bu bana yeter. çocukluğumda kaldı sanırım "yeni yıl, yeni umutlar, yeni başlangıçlar demek" cümlesi. çocukken umutluydum, herşeye rağmen mutluydum çünkü sadece çocuktum. ama artık büyüdüm, büyümek zorunda kaldım ve artık büyük adımlar atıp büyük nefesler alıyorum. çok adım attım, çok insanlar tanıdım ancak hiçbirine imzamı atamadım. sadece, güvensizlik sebebiyle teorik olarak işlediğim birkaç cinayette parmak izlerim kaldı, sağlık olsun.
sakin ama huzursuz ve son derecede aptalca bir gün geçirme durumuyla baş başayım. geçen her dakikadan nefret ediyorum, bu kez pazartesi olduğu için değil. hiç istemediğim halde büyümeye devam ettiğim için, halbuki sadece 10 yıl kadar geri alabilmek zamanı yeterli olurdu. takılmayın, bakmayın işte, zırvalıyorum yine. mutsuzluğu en dip noktasında yaşıyorum ve korkuyorum bir anda alabileceğim kararlardan. "yeter be!" noktasına gelmek istemiyorum, kararmasın gözüm, atmasın tepemin tası ve bir kuple huzuru bularak takılayım yine bu dünyanın bir köşesinde. e hayde, oldu o zaman der ve herkesin yeni yılını kutlarım. ne duruyoruz ki, hadi sarılalım!
 
↑Yukarı