29 Aralık 2011 Perşembe

sözlük var dediler geldik gelmesine de...

bu gece hiç yazasım yoktu, huysuzluğum üzerimde zaten ama yine de yazıcam, çatlayacağım yoksa. bugün öğle saatlerinde çok üstün zeka seviyesindeki bir kimsenin, daha önce özel yazışmalarını ifşa ettiği bir arkadaşımın hakkında ettiği iki çift lafa değinmek istiyorum önce. kendisi özel mesajların ifşa edilmesi hususunda çok ve boş konuşmuş. etik değil dedik, etikmiş, yaptığını savunmuş. bir de michael sikkofield'in küfürsüz hali şeklinde bir üslup tutturmaya çalışmış aman evlere şenlik. bokunu yesin bahsettiğim iki zatın, bir nane değil, bakmayın havasına. "taklitler aslını yaşatır aptal olma" adlı şarkıyı kendisine yolluyorum buradan herkesin huzurunda.
dün gece canımı çok sıkan birşey oldu gençler. şimdi normalde sözlükte yaşadığım ufak tefek sıkıntıları kimseye yansıtmam buralarda, sevdiğim için orayı kötü bilin istemem. bilirsiniz, ben bi anda dellenirim çabuk geçer, unuturum sonra. ancak, bizim sözlükte açtığımız başlıklar falan aptal bunlar dedirtecek cinstenmiş, bunu vurgulamışlar. çok kederlendim ahahah :)) yeni yazarlar ki hepsi hemen hemen ekşiden gelip te küfürü de beraberinde getirince (genelleme yapmayayım ayıptır, yalnızca birkaçı) biz küfür etmemeyi başta prensip edindik diye tepki koyduk. efendim meğer ne hata etmişiz, bizler işe yaramaz kimselermişiz, ne haddimizeymiş blablabla. yani denmek isteniyor ki, siz en başta ihtiyacımız olan mallardınız, ahanda asıllar geldi, bakın cilveleşmenize, müdahale etmeyin iyilere. olsun, öyle olsun bakalım, merak ediyorum ne zaman başlarım böyle aşkın ızdırabına diyip de get diyeceğim. gerçekten merak ediyorum hani.
sevmem keyfiliği ve ayrımcılığı. hele ki insanın emeğine bir anda bok muamelesi yapılıyorsa, yapan kişi babam olsa tanımam. beni ırgalamaz o kadarı. umarım bu anlık soğumam çok uzun sürmez, yine kaynaşırım sözlükle. en çok ta gidersem, myrmarachne, carpediem_fb ve frankslater adlı dostlarımdan ayrılacağım için üzülürüm, bilirsiniz geri kalan koskoca bir hikaye. ha bi de hatunlardan anaksunamun ve nickimnickolsunmu var, onları da çok seviyorum, onlardan uzaklaştığım için üzülürüm. geriye de pek kimse kalmadı zaten, ego tatmini peşinde insanlar, sevilen birkaç abi falan. bilirsiniz, yeri dolmayacak insan azdır, geri kalan herşey için master card.
başka bi nane yok mu hayatında derseniz, yok nan. vallaha da billaha da yok. işler yavaş, aşk hayatı ölü, arada beynimdeki devreler yanıyor salaklaşıyorum, öyle işte. tek sinirimi zıplatan bu sözlükteki bizlere negatif olarak uygulanan ayrımcılık. tamam eyvallah para yatırmışlar, ben de üzülüyorum sözlük boka dönmesin falan diye ama, babamın malı da değil bir yerde. yeminle soğudum hani, yazasım yok, okuyasım yok. bildiğin bu saydığım 5 kişi var diye takılıyorum oralarda, bana yeni sözlük bulalım nan. valla bak. her neyse konumuz yeni sözlük değil, eldeki, öyle işte canlar, ciddi ciddi sinirlerim bozuldu. olum hakkatten mercimek beyinliyim ki değer veriyorum eşi dostu yakasından tutup getirmeye çalışıyorum. ama görüldüğü üzere açtığımız başlıklar aptallık seviyesinde. e napalım, bu kadar beynim var. bir de demiş ki yeni gelen tecrübeliler, biz eskiler sözlük formatını bilmiyormuşuz. abi format getirdiler de biz mi uymadık, en başta söyledim ben bilmem sözlük formatı yabancıyım diye, gelme deseydin be abicim, az bi sabredip kaliteli yazar getirseydin. bana ne yani bundan?
içimden bir ses çoka kalmaz bu sözlük senin için mazide bir tatlı anı olarak kalır diyor. dedim ya şu 5 adam olmasa kaçıp gideceğim arkama bakmadan, ama işte bunlar yok mu? onlar beni bağlayan, geri kalan da boş bir defter sayfası, atarsın gider yani. bir ara hatırlatın bu kadar iyi niyetli ve saf olduğum için kendime yüzyılın malı ödülü yaptıracağım. hadi iyi geceler olsun herkese, kocaman öptüm. kıps..

25 Aralık 2011 Pazar

ben sokak kedisi gibi sürtünür yerde, komşunun kızı kampta sporda stepte..

insanın hayatında insani aksiyonlar olmayınca saçmaladığı çok oluyor azizim. çok gereksiz cevaplar veriyorum, çok gereksiz yorumlar yapıyorum. canım sıkılıyor, kendime eğlence arıyorum. bakıyorum etrafıma, bilmem kim şurda spora başlamış, falanca hafta sonlarını şurada geçiriyormuş, pazar sabahı kahvaltıya gidiyorlarmış toplanıp. nasıl yapıyorlar bilmiyorum, nasıl bu kadar sosyaller. sorun bende mi? anlamadım. sezen aksu'nun da dediği gibi "ben sokak kedisi gibi sürtünür yerde, komşunun kızı kampta sporda stepte.." aynen bu durum. sabahları 10 dakika yol yürüyorum, kendimi spor yapmış sayıyorum. iş çıkışı plazaya watsons'a makyaj temizleme jeli almaya gidiyorum, "çok gezdim nan yoruldum" diyorum. sanırım kronik tembelim, dna kodlarımda arıza var, kodum bozuk.
herşeye rağmen de hayatı çok sevdiğim gerçeği var. bu kadar üşengeçliğe, can sıkıcılığa rağmen hayatı nasıl sevebiliyorum, anlamıyorum. sanki bilgisayar oyunu gibi geliyor, kendi kendime puan topluyorum. bir de sevgili super mario gibi level atladığımda öpecek bir prensim olsa, tam süper olacak. galiba hayat yalnızken çok sıkıcı azizim. ondan bu dertlenmelerim. düşünsene, romantik bir şarkı çıktığında radyoda düşünebileceğim hiçbir şeye sahip değilim. hiçbir duygu yok, hissedecek insan yok. abi, sanırım aşık olmak istiyorum, bilemedim. mavi-yeşil napıyo nan diye sorma, terkettim, haberi yok. uğraşamayacağım, gerçekten "acaba hoşlanıyor mu, acaba görecek miyim, gelip konuşacak mı?" diye düşünmek benlik değil, kaldıramıyorum. sıkıntı gelecek diye korkuyorum demiştim ya, gelenler geldi yani, sıkıldım artık.
buralarda iki entry bir yazı okuduktan sonra, beni sevmeyen çok insan çıktı. varsın sevmesinler, kimse kimseyi sevmek zorunda değil. takmıyorum, sıkılırım dedim ya, sıkılıyorum uzayıp giden it dalaşlarından. gündemim sürekli değişmek zorunda, gündemde sürekli kalmak istiyorsa bana büyük keyif vermek ve kendisini çok sevdirmek zorunda. şimdi, dağılabilirler sevmiyorum yeaa diyip, beni gözlerinde fazla büyüten insanlar. ham madde bu abi, bu saatten sonra kimse değiştiremez ve ben kendimi kimseye sevdirmeye çalışmam. saçmalık, hiçbir sosyal bağımın olmadığı insanların bu kadar çok gözlerinde büyümüş olmam tam manasıyla saçmalık. gidenler gider, kalan sağlar canımdır, yavru ceylanımdır, yekparemdir ve her zaman söylerim, sevgiyle kucaklarım kendilerini, öperim.
öte yandan hayat çok tatsızlaştı. ben de tatsızlaşmadan aldığım güçle tuzsuzlaştım. öyle dumur diyaloglara giriyorum ki insanlarla, kendilerini sorguluyorlar artık sanırım "biz bu kızla ne zaman ve hangi büyük boşlukta böylesine yakın olduk, manyak la bu" diyorlar. hissediyorum. ama olsun, bir yerde renk geldi yaşamlarımıza kısa süreli, değil mi?
aklındakini söylemek mevzusuna gelince, abi oturup ta dur nan şuna ne laf soksam diye düşünmüyorum. biri geliyor, gerek günlük hayatta gerekse buralarda, soru soruyor yahut yorum yapıyor, aklıma ilk geleni söylüyorum, "eneee bu bize hep atar yapıyor" oluyor. tarzım bu, herkese karşı tavrım bu. politik olamıyorum işte, tez canlıyım ve aklımdaki dilimde. öyle oturup ta kimselere laflar hazırladığım yok, tabiatım böyle. hay tabiatı batasıca dediğinizi duyar gibiyim, demeyin nan, üzülürüm. cidden bak.
fransayı boykot ediyormuşuz. edelim hafızlar. ama geçen gün ruj almak için uğradığım kağan parfümerinin kasasında en fransızından ithal parfümü (chanel chance) alıp, kasada ödeme sırası beklerken "fransaya yapılan boykotu destekliyorum pınar" diyen kız ve "ben de sibel" diyen pınar, abi siz daha çok fransayı destekliyor gibisiniz. yani boykottan kastımız, memleketteki bütün fransız ürünlerini tez elden tüketip, bir daha memlekete fransız malı sokmamak değil. bilin de. ha ben yerli parfüm kullanamam, illa ki yüzlerce lira vereceğim 50 ml. parfüme diyorsan "burberry" var bebişim, ingiliz. bir süre ona takılmaya ne dersin? ha yok ben chanelden vazgeçmem dersen, bari ulu orta "boykotu destekliyorum yeaa" deme, moda bu diye konuşma. batıyorsun.
eveeett gelelim sevgili evren sana. bu ara pek gider yapmadım diye seninlen barıştım sanma. bak ne dedim geçen gün, şehreküstü meydanındaki güvercin ordusu başka yere taşınsın dedim, değil mi? neden yine yardım etmedin bana, neden onlar orada? hani göç ediyorlardı? tabi ben sabahları korka korka yürürken orada, sen de gülüp nanik yapıyorsun değil mi? madem herkes birşeyleri boykot ediyor, ben de seni ediyorum evren. daha da konuşmam senlen, bilesin. eh, bu kadar zırvaladım yine, neler saçmaladım bilmiyorum, yazının ilk başını unuttum bile. kendi yazdığını unutan insan stayla, herkese iyi pazarlar dilerim, benden büyüklerin ellerinden öperim, aynı yaşta olduklarıma ve küçüklerime de kocaman sıkı sıkı sarılırım, herkesi öperekten hoşçakalın yekpareler.. :)

22 Aralık 2011 Perşembe

wodkaysam günahım ne?

wodka: allaamm ölücem, bana ne daha önce aynı ürünü sen de sattıysan be kadın, bana ne? amacın ne yani bunu söylerken?
esnaf abi: ortak noktanız olduğunu belirtmek için söyledi wodka
wodka: ee ne yapayım ortak noktamız varsa, tezahürat mı yapayım nedir yani?
esnaf abi: yani kadın iyi niyetle söyledi ama senin için... sessizlik
wodka: içim şeytan di mi abi?
esnaf abi: kemküm, hıhı!

anlaşılacağı üzere yukarıdaki diyalogda esnaf abi bana "şeytan var içinde" senin dedi. şaşırmıyorum çünkü bir kesim insanlar var ki sırf doğru bildiğimi çatır çatır söylüyorum diye şeytan ruhlu ilan etti şu sıralar beni. her biri birbirinden bağımsız ancak ortak düşüncedeler. neden? belki akıllarından geçirdikleri tepkileri, ayıp olur, günah olur, yazık olur diye düşündükleri için söyleyemediklerinden. bilemeyeceğim orasını.
enteresan olan birşey var bu ara, canımı sıkıyor. sosyal medya üzerinde "mahalle baskısı" oluştu, farkında mısınız? bir sitede, kendileri gibi düşünmediğim için pek çok şeye muhalefet ettiğim bir grup beni "benim gibi düşünmedikleri için ayrımcılık yapmakla" suçluyor. tuhaf çünkü, kendi davranışına benim adımı etiketliyor. o yüzden karar verdim, twitterda olsun, aktif olduğum diğer sitelerde olsun doğru bildiğini savunan kişi olmayacağım. bakacağım gündeme kim neyi övmüşse onu öveceğim. kim neye sövmüşse, ben namusumu şerefimi savunur gibi daha çok söveceğim. amaç zaten aklımızdan geçeni, kalbimizden geçeni, değer verdiklerimizi yazmak değil ki, amaç takipçi toplamak, daha çok sevilmek ve daha çok artılanmak. bundan sonra böyle yani, bana ters düşse bile, sırf o düşünceyi savunmak için yaratılmışım gibi davranacağım. yani, en özgür olmam gereken yerde bile "dur elalem tü kaka demesin, dur nan yuhlamasınlar" diye yapmacık davranacağım.
beni az çok tanıyanlar "saçma sapan konuşma la" dedi değil mi? "saçma sapan konuşma la" lafının da bizim sözlükten "carpediem_fb" nickli  editörümüze ait olduğunu belirtmem lazım. canım arkadaşım, amirim, öyle çirkef bir adamdır ki mazallah görür de patenti var nan bunun diye yakama yapışır. gelelim esas mevzuya, ne diyorduk, hah tamam, üst paragraftaki yaşam stili bana göre değil, bilen bilir. inanmıyorsam tek kelime pozitif birşey yazmam o konuda, sevmiyorsam seviyorum demem laf olsun diye, hatta ben sevmiyorsam buharlaşıp yok olsun, eti kemiği karışmasın toprağa, tiksinirim bastıkça. yahu bu son cümlem var ya, buna faşizm diyen oldu biliyo musunuz? şimdi bebişler, ben burada sevmediğim herhangi bir insan evladından bahsediyorum değil mi? bu sözüm herhangi bir ırkı hedef almamış. o kadar çok kavramları işine geldiği gibi yorumlayan var ki dünyada, ne olur onları verin elime, bir de kızılcık sopası verin, geçelim tenha bir köşeye uzuuunn uzun dertleşmeye, ne olur ha?
dertliyim yani, etrafımda çok az akıllı mantıklı insan var, ondan dertliyim. sevdiğim insanları üye olduğum sitelere üye yapmaya çalışıyorum, gelin nan beni yalnız komayın diye. en son feysten platoncuğuma sardım, akıllı adamdır, onu sözlükte görmekten gurur duyacağım. söz vermiş yarın ordayım diye, bekliyorum bakalım. onun dışında benim dalgacı bir insan olduğumu hepimiz biliriz. dalga geçtiğim mevzuları bile ciddiye alanlar var ki allah allah neler görüyorum bilmezsiniz. yahu ben adamla muhatap olma ihtiyacı hissetmiyorum, resmen pusuda bekliyor "wodka gelse de laf soksam" diye. he bebişim, bi sen vardın zaten derdim sırrım. bi senle uğraşmak için yaşıyorum ya, bekle gelirim. te allaaamm yaa!
her neyse işte herşey böyle, içim daraldı edecek iki kelimem olduğunu hissettim, yazdım da yazdım yine. uzun oldu biraz galiba. okuyan, seven, sevmeyen, "saçma sapan konuşma la" diyen, ahah manyak bu diyen, işte aklınıza ne gelirse o tepkilerin hepsini veren herkese çok çok teşekkürler. ne olursa olsun bu blog herşeyden başka, her yerde kendimim ama, burda daha uzun, karakter sınırı olmadan kendimim. öpüyorum herkesleri hem de kocaman. wodkaysam günahım ne? di mi ama?

21 Aralık 2011 Çarşamba

10 adımda "cool" olma rehberi

  1. her zaman çok önemli insanlarla görüşüyormuşsun, çok önemli mevzularla meşgulmüşsün gibi davran. öyle değilsen bile şizofrene bağla kendini, öyleymiş gibi yap. sana ne yaptığını sorduklarında "aynı işte bildiğin gibi aynı işler, aynı insanlar" de ama kimseye bu işlerin ne olduğundan bahsetme. kafaları karışsın.
  2. ortamda bilmediğin bir konu açılınca saf saf "ne olm bu biriniz beni aydınlatsın" deme. biliyormuşsun ama hiç önemsemiyormuşsun, konuşacak kadar kayda değer bulmuyormuşsun gibi yap.
  3. sosyal paylaşım ağlarındaki profillerine hep entel film isimlerini orjinal adıyla yaz, nietzche'nin kitaplarını yalayıp yutmuş gibi alayını yaz. sakın elif şafak aşk yazma.
  4. facebook'tan konu açıldığında "ya amele doldu, xd diye gülen ergenler var kapatacağım ama vaktim yok ki" de. sakın ekle beni deme, ekleyen olursa haftalarca beklet isteği. meşgul sansınlar.
  5. biri yerli dizilerden konu açınca "türk dizileri de izlenir mi ya, bırakın abi bu işleri" diye ayar ver. sakın behzat ç.'yi, muhteşem yüzyıl'ı, öyle bir geçer zaman ki'yi izlediğini çaktırma.
  6. karşı cins yaklaşmaya çalıştığında "yani bilemiyorum sana zaman ayırabilir miyim ki" mesajı veren muhabbetler çevir. sakın "hadi akşama kahve içelim" deme. "haftasonu bir yerlere kaçalım olmazsa, sıkıldım ben de yoğunluktan" de.
  7. evde sıkıntıdan bilgisayarı açıp solitaire oynasan bile kimseyi "hadi çıkalım" diye arama. bırak onlar peşinden koşsun. arayan olursa da "ya aslında işim var ama dur geleyim, sonra hallederim" de.
  8. hep koyu renk giyin, yerli markaları göm yere, ithalleri de sanki baban üretiyormuşçasına savun. mutlaka birkaç modacı adı bil.
  9. konu acundan açıldığında "abi boş adam, onu mu konuşuyorsunuz" de. "geçen haftaki yetenek sizsinizde taklit yapan adamı gördün mü oluumm, manyak bülent ersoy yaptı" deme. boş işlerle uğraştıklarını ifade et insanlara, ez.
  10. illuminati neymiş, masonluk neymiş michael sikkofield'in bloğundan okuyup öğrenmişsin gibi davranma, aklında kalan yarım yamalak bilgiyi de tane tane ağır ağır anlat, daha fazlasını konuşmak istemiyormuş gibi yap.
hadi öptüm hepinizi, iyi geceler :)

18 Aralık 2011 Pazar

ne arabesk günler geceler yaşadım

geçen gün oturuyorum böyle kendi kendime, eskileri düşünmeye başladım. eski dediysem de çok uzak bir mazi değil canım, 3 sene kadar öncesini. zaten yaşım 23, ne kadar eskiyi düşünebilirim di mi kuzucuklar. biz "nerede o eski bayramlar" diyecek kadar yaşlanmadık daha. her neyse konu bu değil, konu yaklaşık 3-4 sene önce aşık olduğum minibüs şoförü. şimdi yazacaklarımı okuduktan sonra, "minibüs şoförüyse günahı ne?" demeyin. kimseyi hakir görmek gibi bir lüksüm yok, benim sorunum kendimle bu mevzuda.
ilk başlarda adam beni dikiz aynasından kesiyor, bakkala gidiyorum misal, yoldan geçiyorsa fark edeyim diye korna çalıyor ama ben hiç sallamıyorum. o kadar coolum o kadar coolum ki anlatamam size. gören de babannem kraliçe elizabeth der. küçük gördüğümden değil, hem fiziksel açıdan beğenmiyorum hem de bana göre çok arabesk. kızlar dalga geçiyor "aha bak seninki, yedi nan bakışıyla, şu çocuğa umut ver de gülelim nan azcık." diye. öyle gülmek için elin oğlunun duygularıyla oynayacak kişi değilim ben, sevmiyorsam bakmam yani. laf olsun torba dolsun flörtleri benlik değil. te allaamm arkadaşlarıma bak hele, içleri kötü içleri laf aramızda.
her neyse eve gidip gelirken onun minibüsüne denk geldiğim akşamlarda falan bana malzeme çıkıyordu. bir seferinde çok mutsuzum ama öyle böyle değil, sebebini hatırlamıyorum bile demek ki saçma birşeydenmiş ama son derecede mutsuzum, minibüsün camına başımı dayamışım kulaklıkları takmışım kulağıma müzik dinliyorum. ben genelde kulaklıkla dinlerken son ses açarım müziği. birden minibüsün içinde yankılanan "seni kiiimmler üzdüüü" diye sözleri olan sezen aksu şarkısıyla irkildim. etrafıma bakındım mal mal, benden başka herkes sinir küpü, "taverna mı la bura kıs şunu alala" modundalar. bizim minibüsçü de dikiz aynasından kesip duruyor, şaşkınlığım geçince depresyonuma geri döndüm ve kulaklıktan gelen müzik sesine odaklandım.
böyle gidip gelirken gel zaman git zaman kendimi bir gece minibüs durağında "allaaam nolur gelecek araç onunki olsun!" (!) derken buldum. bu duygu değişimi ne ara gerçekleşti, hiç bilmiyorum ama adama köpek gibi aşığım. ölüyorum yahu, o derecede. sonra allem ettim kallem ettim bunun numarasını buldum. mesaj da attım, evet bunu yaptım! kızlar bakın tecrübeyle sabittir bir erkeğin bakışına, ilgisine, şarkısına aldanıp sakın duygularınızı açmayın, aklınızda olsun. bu baştan sallamadı, sonra aradı, kim olduğumu söyledim ve "benim 7 yıllık bir ilişkim var" dedi. (!) abi sormazlar mı adama nasıl bir ruh hastasısın sen diye, madem 7 yıllık bir ilişkin var da ne baktın durdun diye. hadi ben yanlış anladım diyelim, arkadaşlar fark edip söylüyordu wodka bu sana takmış he diye. adama sormazlar mı bu ne mallık, bu ne haysiyetsizliktir diye. sormadım, aşkımı kalbime gömdüm ve depresyona bağladım.
memlekette ne kadar arabesk şarkı varsa ezbere bildiğim günlerdi, kolayla sarhoş olmaya çalışıyordum, madem sarhoş olmadım bari midemi delsin de öleyim ben allaamm öleyim diyordum. geçen her minibüsü gördükten sonra kendime zarar vermek istiyordum. hele o ilişkisinin olduğu kız var ya, onu bulup annemin davul fırınının içinde pişirmeyi arzuluyordum. kutsinin "aynadaki yüzünün karşılığı benim" diye bir şarkısı var bilir misiniz, hayatımın o dönemdeki soundtracki oydu. o şarkıyı dinleyerek uyuyor, işe giderken o şarkıyı defalarca dinliyordum. büyük aşk acısı çekiyordum, herifin sevgilisi vardı, ben acı çekerken o utanmadan ona aşıktı, yani hayatın çok zor olduğu dönemlerdi. ölmeliydim, ama bunu kendim yapamazdım, kendime kıyamazdım işte.
derken bir bayram günü bu beni konuşmak için aradı. buluştuk, bu onun bana uygun olmadığını, beni üzeceğini, arkadaş kalmak istediğini söyledi. yahu ben unutmaya çalışırken bu adamın yaptığı gerzeklik değil mi şimdi? bu sefer eskisinden daha büyük depresyona girdim. herif o dönemde "buralardan gidicem zaten" demişti, 3 sene bitti hala daha gitmedi. yalancıya bakar mısınız? durmadan ağlıyorum, hapşursam ağlıyorum, sinek ısırsa ağlıyorum, neden ağlıyorsun diyene "boşver" diyorum. şimdi ne diyeyim millete "herifin teki böyle böyle yaptı ben çok aşığım yeaa" diyemem değil mi? boşver deyip geçiştiriyorum, bu sefer de olmadık şeylere hatta hiç yok sebepten dikkat çekmek için ağlayan kızlardan olduğumu düşünüyor millet. itibar sıfır o dönemler ki itibar falan umrumda değil, tek derdim o da ben sevsin.
sürekli ağlayınca gözlerim şişiyor haliyle, neden yüzün şiş diyene "havalardan, bu havalar bende ödem yapıyor da yeaa" "gözüme yüz temizleme jeli kaçtı" gibisinden sallıyorum. ne kadar inandırıcıydı bilemeyeceğim. zaman geçtikçe yavaş yavaş azaldı bütün sevgim, sevgi miydi onu da bilmiyorum. belki de takıntı yapmıştım, olur ya elde edemeyince gözünüzde büyütürsünüz, öyle işte. sonra biraz daha zaman geçince tamamen unuttum, ne kızgınlık ne kırgınlık, hiçbirşey kalmadı. şimdi de minibüsüne denk geldiğimde "müsait bir yerde ineyim" lafını büyük bir coollukla söylüyorum, sesim bile titremiyor eskiden kötü bir yaşanmışlık var diye. o farkında sanırım yok saydığımın, herhangi bir paye vermediğimin, bazen gözümün içine bakıp minibüsten ineceğim sırada "iyi akşamlar" diyor, müşteri memnuniyeti hesabıyla. cevap vermeye tenezzül bile etmiyorum. velhasıl kelam, zaman ve hayat acı karşısında müttefik olup yavaş yavaş unutturuyor. hadi öptüm herkesi kocaman! :)

wodka bizi diskoya götür!

selamlar, iyi pazarlar. bu sene yılbaşında napıyoruz bakalım. bizim program belli, her sene olduğu gibi annemle evde dizi izleyip milletin saçına, kıyafetine bok atacağız. şimdi "kızım git bi sokağa çık sosyalleş, eğlen arkadaşlarınla" demeyin. o kadarına benim de kafam basıyor. hatta süper teklifler de aldım. bir arkadaşım "beceren oteldeyim, onlar müşterim özel davetlileriyim, gel beraber gidelim" dedi, biri evine davet etti, biri müzik grubuyla sahne alacağı mekana davet etti ancak hepsini nazikçe geri çevirdim. hayır anneme yılbaşı eğlencesi dediğim anda "ne işin var o gece dışarda, görmüyor musun taksimde nasıl kadınları taciz ediyorlar blablabla" yahu diyorum anne, biz istanbulda yaşamıyoruz ki, bursa burası, o gece taksimde olan insan sayısı kadar nüfus var nerdeyse bursada, "her yer aynı, sapık her yerde sapık" açılımıyla son veriyor muhabbete. görüldüğü üzere henüz amerikan ailelerine dönmedik, bizde öyle kafaya esince çıkıp içmek falan yok, bildiğin türk ailesiyiz. evde oturur limonlu çay içeriz (vücuttaki toksinleri attığını duyduğumuzdan beri çayı limonlu tüketiyoruz da), çerez yeriz, bilete para çıktı mı diye trtyi izleriz falan fıstık işte.
dün sabah şehreküstü meydanındaki güvercinler yine aklımı aldı gençler. yahu bursada bu kadar kuş var mı diyorum. abi her sabah oradalar, mecburen yanlarından geçmek zorunda kalıyorum, ben geçerken onlar uçuşmaya başlıyorlar, "allaaam şimdi gagası gözüme girecek, şimdi laakk diye suratıma çarpacak hayvan, allaam sen sırtımı kolla ben öndekileri hallederim, saçıma sıçmasalar bari" diye diye, korkudan öle dirile geçiyorum oradan. kış olunca göç etmiyor muydu bunlar ya? neden hala orda duruyorlar ki? buradan yetkililere sesleniyorum, can güvenliğim yok, kuşlar toplu hücuma geçecek diye ödüm patlıyor, beni yiyecekler sanıyorum, kuşlardan korkuyorum, bu garibe bi çare...
dün mavi-yeşili gördüm nan. çıkış saatine az kalmıştı, aynalara bakıp garip hareketlerle kendimi inceliyordum ki eneee bi baktım mavi-yeşil geçiyor. geç kalmışım yalnız fark etmekte, bakamadım gözlerine. ondan da bir icraat yok zaten. bi de geçen bahsetmiştim ya hani, mektup yazan yapışkan bir genç vardı diye. perşembe sabahı pasaja iniyorum bu mal durmuş merdiven başında sırıtıyor. ama nasıl sinirlendim anlatamam, elimdeki 1.5 litrelik su şişesini kafasına vura vura vura kafatasının içinde bir beyin olmadığını herkeslere kanıtlamak istedim. hayır, şiddet yanlısı değilm.
dayanamadım gittim yanına iki adım ötede durdum "ya anlamıyor musun sen, konuşmak istemiyorum, muhatap olmak istemiyorum, hatta sıfatını görmeye bile tahammülüm yok, bi erkek arkadaşım var (amma da atmışım he, allah söyletti galiba) illa ki gidip valilikte görevli olan polis arkadaşlardan mı yardım isteyeyim, hayır mesele buysa hepsi benim arkadaşım, bir daha seni etrafımda görmek istemiyorum" dedim. hatta carladım bir güzel. bu da "bilmiyordum özür dilerim" dedi ve gitti. o gün bugündür kendisini görmedim daha da. kurtuldum yani gençler. polis meselesine de gelince, çevik kuvvetlerin eski kadrosundaki herkes kankamdı, şimdiki yenilerle henüz tanışamadık, ama yardımsever ve iyi komşu olduklarından hiç şüphem yok.
şu sıralar etrafımda okuduğunu hatta duyduğunu anlamayan insanlar görüyorum. çok yazık nan, süper aptallık yani. hülya avşarla aynı dertten müzdaripiz sanırım, ne demişti o da "aptallar" demişti değil mi? anlama sorunu yaşayanlara bol bol beyin jimnastiği öneriyorum. pazar zırvalarımı sonlandırırken buradan herkesin huzurunda valide sultanla büyük teyzem sultana sesleniyorum. "valide bizi diskoya götür" "teyze bizi diskoya götür" bari bu sene ikimizden birinde toplanıp, çerez, mandalina, tatlı yiyerek, çay, kola, meyve suyu, çok sıkılırsak kahve içerek, birbirimizi kutsayarak geçirmeyelim yılbaşını nan. 23 yaşımı bitireceğim dışarda yılbaşı nasıl kutlanır göstermediniz, ölürsem gözlerim açık gidecek. hadi kuzular, öperim hepinizi, can-ı gönülden kucaklarım, kendinize iyi bakınız efem. :)

14 Aralık 2011 Çarşamba

karışma artık evren, gönül meselelerim benim sorunum!

ben paranoyak olmayayım da kim olsun? hani bahsetmiştim ya size pazartesi günü mektup vermeye çalışan birinden. hah işte bu eleman, hayır mektubunu istemiyorum yanıtından birşey anlamamış olacak ki, dün ve bugün de çıktı karşıma. dün sabah mağazanın kapısından baktım dışarı, birine birşey söylüyorum bu salak sırıtıyor merdivenden "günaydın kolay gelsin" diyerek. çevirdim kafamı, görmemiş gibi davrandım.
bu sabah ta işe gidiyorum, sabahın daha kör saati, tam her sabah kahve içtiğim pastaneye 10 adım kaldı bunu gördüm yine yolda. görmemiş gibi yaptım "resmen görmemezlikten geliyorum, peşimden gelecek değil ya" diye düşünerek gittim bizim pastaneye. kahvemi aldım oturdum dışarıya sigaramı ararken bu mal dibimde bitti. "günaydın, oturabilir miyim?" diyor. dedim içimden şimdi şurda ilerdeki sivil polis arkadaşlardan birine seslensem senin oturan taraflarına öyle bir zeval verirler ki aklın almaz diye geçirdim içimden. "hayır" dedim, defolup gitti. o sırada da bankadan bi abla geldi yanıma, allaam dedim çok şükür, cesaret edemez şimdi buraya yeniden gelmeye.
bizim abla da başlamaz mı sabah haberlerde izlediği, belalısının kezzap attığı kadının dramından. oy dağlar nerelere gidem ben şimdi dedim. içimdeki hazır paranoyak başladı vırvır ötmeye, ya sana kezzap atarsa, ya manyaksa, ya ruh hastasıysa... diye. kurdum da kurdum, sarardım soldum resmen. mesai saati gelince gittim mağazaya, daha bismillah yeni girdim içeri bu gerzek yine mağazada bitiverdi. yahu adam anlamıyor istemiyorumdan hayırdan falan. o dakka dedim kızım sen buldun belanı diye. arsızın önde gideni öyle böyle değil. bakalım yarın sabah ta gelecek olursa eğer söyleyeceğim bizim sivil arkadaşlara, bir uyarsınlar malı.
daha bir hafta bile olmadı doğru düzgün sevgili bulamadan girmeyeceğim 2012ye diyeli değil mi? evren yine yaptı yapacağını anlaşılan. bu sözümü de yanlış anlamayı başardı. madem sen sevgilin olmazsa 2012ye girmeyeceksin al sana yapışkan mı yapışkan, uyuz mu uyuz, arsız mı arsız bir kısmet dedi. şaka gibi ya, resmen şaka gibi. ben mavi-yeşili kastetmiştim sevgili evren, alooooo duydun mu beni? hayır madem senden istediklerimi doğru düzgün anlamıyorsun ve çürük sonuçlar çıkıyor ortaya, bırak unut gitsin, ben başımın çaresine bakarım. bundan sonra daha da elleşme benim aşk mevzularıma, o artık benim sorunum.

12 Aralık 2011 Pazartesi

2011'den ne hayır gördüm ki 2012'ye gireyim!




ben nelerin hayaliyle yaşıyorum, hayat bana hangi gerçekleri sunuyor. bakın efendim, aşktan ve dünya üzerindeki yakışıklı, cömert, akıllı, sevimli, sadık ve anlayışlı sevgililerden nasibini alamamış bu kardeşinizin yine başında istemediği bir ot bitti. hayır beni çılgınlar gibi güldürecek bir mevzu olacağı zaten bugün sabahtan belliydi, gereksiz derecede mutlu, enerjik ve pozitiftim. bugün pazartesi olduğu halde.
ilk önce size sabah cep telefonuma gelen ve beni şaşırtan mesajdan bahsetmek istiyorum. sabahın 08:27si, ben yürüyorum yolda ve telefonumun titrediğini hissettim. hayırlara vesile olsun ya rab, sabahın köründe kim neden bana mesaj atsın ki dedim kendi kendime. heyecanla açtım ve tanımadığım bir numaradan "bu ışığı ve enerjiyi nereden buluyorsun" satırını okudum. dönüp etrafıma bakmamak elde değil, benim ışığım mı varmış, enerjim mi varmış diye sorgulamak ve hayretlere düşmemek işten değil. numarayı tanımadığım için sazan gibi atlamak istemedim tabi. büyük ihtimalle yanlış göndermişler, isim yazmıyor sonuçta ve karşı taraftan gelecek bir "kusura bakmayın yanlış gönderdim" mesajına tahammülüm yoktu açıkçası. çünkü o anda bu yanlışlığa inandım, kendimi kaptırdım ve birazcık havalara girdim falan.
sonra bütün gün "ışığım var benim b'olooomm" triplerinde gezindim durdum ortalıkta. bir ara 2012'ye girmeme kararı aldım, çünkü mayısın 17sinde 24 yaşında olacağım ve kendimi 24 olacak biri gibi hissetmiyorum. "zeka yaşındandır zeka" dediğinizi duyar gibiyim, darılırım bilesiniz. o yüzden ben 2012 yılını tanımıyorum arkadaşlar, yok öyle bir yıl, nereden baksanız bir 10 yıl kadar 2011'de kalıp sonra geçeceğim 2012ye. hem bu seneden ne hayır gördüm ki 2012den göreyim ha. bakın halen daha mavi-yeşil ortalarda yok. unuttu beni zalim adam. hıh.
konu tekrar sevgili olaylarına gelince, bugün akşam üzeri beni çılgınlar gibi güldüren muhabbetten bahsetmek boynumun borcudur. gelin beraber gülelim. akşam üzeri iki müşteri geldi mağazaya, abi kardeşler bunlar. kız ürünlere bakıyor, çocuk ta beni diğer arkadaşımın görüş alanından uzak bir yerde ürünler hakkında soru sorarak oyalıyor. hayır, kimse hırsızlık yapmadı, mevzu daha derin. sonra bu arkadaşın soru yağmuru bitince sıyrıldım biraz uzaklaştım. bu mal bi anda yamacımda bitiverdi. elinde de bir mektup zarfı. "lütfen bunu alıp ben gittikten sonra okur musunuz?" sorusunu duyunca hayretler içerisinde bakakaldım. yahu sene olacak 2012 adam mektup yazmış ilan-ı aşk etmeye çalışıyor. bir de neymiş efendim o gittikten sonra okuyacakmışım. e sen cevap yaz da dersin be paşam, oldu yani.
elemana "yoğ yoğ hayır" dedim kesin ve net bir şekilde. şimdi mektubu alacağım, yarın yine mağazada bitecek bu cevabın ne diye. işin yoksa buna dert anlat. sırf tavlamak için hani şu plastik kutu içinde plastik kırmızı güller var ya, üzerinde de su damlacıkları olanlar, yarın bir gün onlardan kapıp gelecek kadar kro bir tip. bir de o kutuların üstünde "only you" yazmaz mı, deli olurum. biraz bozuldu, kızardı falan sonra gittiler. çakal öyle de bir ayarlamış ki, kardeşinin alışverişi bitirmesine yakın vermeye çalışıyor. anlattım bizim ablaya, alsaydın okur okur gülerdik dedi. yok be dedim bi de buna dert anlatması var sonra, kim uğraşacak. bayağı güldüm ama, bu devirde halen daha mektupla iletişim kurmaya çalışan orta çağ romantikleri de varmış, onu da gördüm.
velhasıl kelam, bu 2011 bozuk çıktı, bugünlerde kendisini aynen iade edip bir daha yaşamak istiyorum. tanımıyorum 2012'yi, 2011den beklediğim şeyler gerçekleşmeden de ben 2012'ye gelmiyorum millet. hadi öperim sizi, iyi geceleriniz olsun.

11 Aralık 2011 Pazar

O'na hakaret etmek kimsenin haddi değil

rabbim bana sabır veeerrr. nolur birine sinirlenip te şu monitöre terlik fırlatmayayım. hayır sakin değilim. efendim geçen gece sosyal medyadaki hesaplarımda şööööylee gezinirken "dersim katliamı" safsatası altında Atatürk'e hakaret eden, üstelik dersim katliamı uydurmasını da photoshoplu belgelerle ispatlamaya çalışan zavallı bir kimseye denk geldim. yemin ederim ki zor tuttum kendimi güzelce yakası açılmamış küfürlerden oluşan bir mesaj göndermemek için. onun yerine girdiği tanımın altına Atatürk'e hakaret etmek haddinin bile olamayacağını ifade eden yazı yazım. öfkem geçmedi!
Atatürk diktatörmüş, öyle diyorlar. peki cicişler, peki sevimli kahramanlar birşey sormam şart oldu sizlere "az biraz diktatör olmadan devrim mi yapılır, ordu mu yönetilir, savaşılır mı?" tabi hiçbirisi olmaz, halen daha gerçek hayatı şirinler köyü gibi gören sevimli insanlar görüyorum, ne hoş. hacı pardon ama adamlar o yıllarda mecliste birbirine laf sokup, birbirini yumruklamıyordu biliyorsunuz değil mi? vatan kurtarmak, bağımsızlık kazanmak gibi bir dertleri vardı. canım cicimle, ay millet ne düşünürlerle yürümüyordu işler. elbette ki egemenliği sağlamak için az biraz diktatörlük yapacaktı Mustafa Kemal Paşa. ve elbette düşmanı da olacaktı, bu yüzyılda Atatürk gerçeğine düşmanlık beslemek çok beyinsizce pardon ama.
ermenileri katletmişiz! lafı gelmişken öncelikle hrant dink öldürüldükten sonra meydanlara çıkıp "hepimiz ermeniyiz" çığırtkanlığı yapan o insanların yüzüne tükürürüm hacılar. değilim olum ermeni falan, dünya üstünde bi öldürülen o oldu sanki. bırakın bu özenti ve salak muhabbeti, özünüz olun oğlum. siz, Türkiye Cumhuriyetini kurmak için canını dişine takmış, zor şartlarda çetin mücadeleler vermiş Atanıza saygı duyun önce, bana ne elin ermeni yazarından? bana ne ölürüldüyse, sanki hepimiz ölümsüzüz de o öldürüldü diye ortalığı ayağa kaldırdınız. boş işler bunlar boş. gelelim ermeni soykırımına. ermeniler savaş yıllarında geri çekilirken geçtikleri bütün köyleri yakıp yıkan, bütün erkekleri hatta erkek bebekleri bile öldüren bir millettir. kadınlara tecavüz edip, kendilerinden hamile bırakıp ermeni tohumlarını bu ülkeye salmaya çalışan bir millettir. bu uydurdukları soykırım zımbırtısı da suç örtmeye çalışmak, topladıkları deliller de bildiğiniz düzmece. inanmayın, acımayın bile.
bir de dersim katliamı çıktı başımıza. bu açılım zımbırtıları ilk çıktığında daha demiştim ben bunlar da coşacak azıtacak diye. öyle bir tripleri var ki, sanki senelerdir falakaya yatırıyoruz, günde beş posta dayak atıyoruz, işkenceler yapıyoruz, köle gibi kullanıyoruz. ulan sanki bizler dört dörtlük yaşıyoruz da bunların hakkından yiyoruz hep. bu nasıl bir yüzsüzlüktür arkadaş. bir de soykırım iddialarına belge diye sundukları hep photoshop çıkışlı. nan olay photoshopa kaldıysa, öyle resimler yaparız ki bülent ersoyun istanbulu fethettiğine inanırsınız hepiniz birden. saçma sapan konuşmayın olum. bunların beklentileri neler onu anlamıyorum. yani amaç ne? bir de soykırım iddialarında Atatürk'ü de suçlmıyorlar mı, al terliği heriflerin dişlerini dökene kadar vur vur vur vur vur, sonra o dişlerin yarısını anıtkabire yarısını da cami duvarına bırak gel. belki biraz akıllı olurlar.
cicikolar tamam anlıyorum, Atatürk'ün bu kadar çok sevilmesinden rahatsızsınız. tamam anlıyorum, kemalistler sizin kirli işlerinize alet olmuyor diye içerliyorsunuz ama yapacak birşey yok. ya o adamı sevip saygı göstereceksiniz ya da kıçınızı kırıp oturacaksınız. saçmalıklarınızla hakaret etmek haddiniz değil. o yüzden salak salak konuşup kendinizi rezil etmeyin, vallahi gülüyorum artık!

10 Aralık 2011 Cumartesi

allahım bana biraz akıl-fikir ver

koskoca bir haftayı mavi-yeşil uyuzunu görmeden geçirdim. hal böyle de olunca soğudum adamdan. hıh. ama hayatımdan heyecan da gitti. canım sıkılıyor yahu, bildiğin amaçsız amaçsız takılıyorum. eskiden mağazadayken sürekli hayal kurardım bu konuda, "aha şimdi markete gideceğim, yolda karşılaşacağız, bakışacağız, konuşacağız.. allaaamm nolur artık zamanı" diyerekten kendi zavallı kalbime durduk yerde adrenalin yaşatırdım. yemin ediyorum size ot gibi bir hafta geçirdim. acayip canım sıkıldı, acayip bunaldım. adamla sevgili olmadan daha ne hayallere dalmışım, peehh!
geçen hafta galatasaray-fenerbahçe derbisi vardı ya, o akşam çok büyük salaklık yaptım. aslında saygısızlık etmek gibi bir niyetim yoktu, gerçi turk abi de kızmamış ama içimde halen daha yara. bahsetmiştim size sözlükteki yönetici abilerden turk abiyi (twitterda Korsan abim) çok çok severim, hatta yazdığı herşeyi okudukça adamın aklına karşı hayranlık duyuyorum. turk abi fenerbahçeli, o gece twitter üzerinde gergin dakikalarına şahit oldum, espri olsun diyerekten sözlükte "turk abinin maç stresi" başlığını açtım. bunda ne var demeyin şimdi, biri bana yapsa kızar mıydım kızmaz mıydım, bilemiyorum. belki bunu yapan turk abi ya da diğer sevdiğim yazar arkadaşlardan biri olsa ben de kızmazdım. herkeslerin önünde tekrar özürlerimi sunuyorum kendisine.
bazen twitter ya da blogger üzerinden tanıdığım pek çok kişi için "keşke bu insan yakın çevremde olsa" diyorum. ha tabi hayatımda çok sevdiğim insanlar da var ama, buradakiler de olsa ne olurdu? şimdi, hem anasını hem kızını olmuyor diyeceksiniz, tamam lafım yok buna, öyle olsun bakalım. ayrıca mavi-yeşile rakip bir adam daha keşfettim. bu daha yakışıklı hatta, ama ses tonu biraz cüssesine gitmiyor. tuhaftır son birkaç gündür bakma durumları söz konusu. henüz kendisine bir isim takamadım, düşünüyorum bu ne olsa diye. hey yavrum be hayata bak, platonik olarak takılıp sinir hastası oluyorum falan. bir haftayı daha bitirdim, şimdi biraz sözlüğümüze takılayım, öperim herkesleri, iyi tatiller :)

9 Aralık 2011 Cuma

arabesk çocukluk anıları

"zaten ben hiçbirşeyi sevmeyeyim, beğenmeyeyim. hemen onu kaybetmek zorundayım değil mi ha değil mi? ühüüüühüüüüü" diye feryat figan ağlıyorum yatak odasının orta yerine oturmuş. orta okuldaydım ve sanırım 14 yaşındaydım. dışarıdan duyanlar kesin ev ahalisinden birine birşey oldu zanneder ama yoğ yoğ kimse ölmemişti ya da hastalanmamıştı. sadece öğretmen bizi günübirlik geziye götürdüğünde küpe almıştık sınıftaki kızlarla, onun tekini kaybetmiştim. küpe de değerli birşey olsa hani, şimdilerde 2 liraya falan satılan uyduruk mu uyduruk küpeler var ya, ahanda onlardan. çiçek şeklindeydi ve ortasında uyduruk bir taşı vardı, ama sanki pırlanta küpelerimi kaybetmişim gibi ağlıyordum ve en önemlisi o küpeler kulaklarımı yara yapmıştı, yara ne kelime, bildiğin iltihaplanma falan olmuştu ama onları çok sevmeme engel değildi.
o gün küpeyi alırken, 17 yaşında lise sonuncu sınıfta trafik kazasında vefat eden çocukluk arkadaşım eminenin kulağına beğendiği küpeyi takmaya çalışırken kulağını yeniden delmiştim yanlışlıkla, çok canı acımıştı kuzumun. az önce vesikalık fotoğraf aradığım çekmecenin dibinde buldum o küpenin tekini, eski ergen günlerimiz geldi aklıma. enteresan bir acı vardı üzerimizde kızlarla, 14 yaşında çocuk ne acısı çekerse artık. okul tam gündü, öğle saatinde yemeğe evlerimize giderdik. kırk yılda bir boş geçerdi öğleden sonraki iki ders, o zaman da birimizin evinde toplanırdık, ya eminelerin evi olurdu bu ya sedaların çünkü geri kalan bütün kızların anneleri evdeydi ben de dahil. bir tek o ikisinin anneleri çalışıyordu, doğal olarak ta acı çekebilmemiz için de sadece onların evleri müsaitti.
ortaklaşa para toplardık aramızda, birimiz annemizin içtiği sigarayı alırdık bakkaldan, şüphelenmezdi bakkaldaki abi, bilirdi annemizin içtiği sigarayı verirdi hemen. sonra kızlardan birinin evine gider, ya kral tvyi açar ya da radyoda en acılı şarkıların çaldığı bir frekansı ayarlar arka arkaya içimize çekmeden sigara içerdik. arabesktik işte kısacası. bizim ergenlik isyanımız da çılgınlığımız da ancak bu kadardı. sıkıyorsa gideyim de babama atar yapayım ha, bizim zamanımızda cimcirmeyle terbiye vardı, ceza yoktu. hem neyle cezalandırılacaktık ki? hep platonik aşıktık, aşklarımız da arabeskti, mahalleden biri duyacak da dedikodu olacak diye ödümüz patlardı, genelde de bu arabesk aşklar yüzünden acı çekerdik kendimizce.
ya genç minibüs şoförlerine aşık olurduk ya da otobüsteki muavinlere. tenefüslerde salak gibi okulun çıkış kapısının önüne dizilir sevdiceğimizin geçmesini beklerdik. o zamandan öğrenmişim işte bazı adamlara sadece bakıp beni sevmesini ümit etmeyi. doğal olarak aşık olduğumuz adamlar bizden nerden baksanız 10 yaş kadar büyük olurdu. mahallede bir onlar vardı, bir de komşu çocukları işte. komşu çocuklarına da kardeş gözüyle bakıp aşık olmazdık, geriye onlar kalırdı. belki de kendimizce oyun oynardık bilemeyeceğim. yaşam sınırlarımız belliydi, dersaneye gitmek nedir bilmezdik biz, o yüzden de okul bitip te liseye başlayınca çil yavrusu gibi dağılıverdik. yeni insanlar tanıyınca kendimizi bir halt zannedip kopuverdik. birimiz lise sonda vefat etti dediğim gibi, diğer ikisi evlendi bile. hatta birinin çocuğu oldu, ertelemekten gidemedim, çocuğu annesine mi benzer babasına mı onu bile bilmem. bir yaşına gelmiştir.
aslında demem o ki, insan en güzel anıları çocukluk arkadaşlarıyla bırakıyor. yıllar sonra da oturup kendi kendine anıyor, herkes ayrı bir hayatta yaşıyor çünkü. biz aynı mahallenin çocukları olduğumuz halde koptuk. hele orta okul ve ilkokuldaki sınıf arkadaşlarımın bir çoğuyla selamlaşmıyorum bile, neden bilmiyorum. insana çocukken ve ergenken yaptıkları salakça geliyor ya, belki birbirimizin salaklıklarına şahitlik ettiğimiz için, birbirimizden utandığımız için konuşmuyoruz. mesafeden daha kötüsü yabancılık girdi araya. dün sabah işe giderken okanı gördüm mesela, tam 9 yıl sonra ilk kez selam verdik birbirimize. o da mecburiyetten hani, kucak kucağa geldik derler ya hani, öyle karşılaştık. görmemezlikten gelmek mümkün olmayınca selamlaştık ve ilk cümlesi "çok değişmişsin" oldu. evet, hepimiz çok değiştik okan, yabancılaştık birbirimize değil mi?

8 Aralık 2011 Perşembe

gayet ciddiyim!

selam canlar. şu günlerde son derecede gerginim, tahammül sınırlarımı falan aşmış bulunmaktayım. o yüzden ufacık şeylere sinirlenmeyi, alınmayı, darılmayı kendime vazife edindim. öyle oluyor ki kızacak birşey bulamadığımda eskileri hatırlayıp o insanlara yeniden sarıyorum, kendimi dolduruşa getiriyorum ve karşılaştığım yerde suratlarına sert cisimle vuracağıma and içiyorum falan işte. yani her ne kadar "kim demiş canım asabi olduğumu ha kim kim?" diye yalanlayarak dolansam da ortalıkta, bildiğiniz asabiyim, gerginim, agresifim.
mavi-yeşili de görmedim bu hafta hiç, yine soğudum açıkçası. ama biliyorum ki yarın bir gün bok varmış gibi geçecek bizim oradan, bakacak yüzüme bön bön geçecek soğumam falan, kendimi tanıyorum, tecrübeyle sabittir. enteresan adam ya, yemin ediyorum çok enteresan. gelmişiz 2011e hatta bitiriyoruz 2012'ye gireceğiz, millet uzaya çıktı geldi, marsta tatil yapmaktan bahsedenler var ama biz hala bu beyefendiyle kavuşabilmiş değiliz. hayır niyeti neyse söylesin, amacı liseli ergenler gibi mal mal birbirimize bakmamızsa ben de yoluma bakayım. paranoyaklar gibi bütün gün adını bile bilmediğim adamın yolunu beklemeyeyim di mi ama?
dün 7 aralıktı, şu illuminaticilerin meşhur geri sayımı da dün bitti di mi? ne oldu, ne açıkladılar internet sitelerinde bileniniz varsa absolutely00@gmail.com mail adresim bi yazıverin. ha eğer "be mal bakmaya üşenmişsin bizim yazmamızı mı bekliyorsun?" derseniz, demeyin. malum dün akşam galatasarayım fenerbahçeyi 3-1 yendi nihayetinde. o değil de mesele, şuna çok seviniyorum, bir iki seneye fatih terim hocamızın da katkılarıyla takım eskisinden daha iyi olacak bence. bilenler bilir, bende fatih terim hayranlığı, hatta fanatikliği var. adamın mimiklerine, konuşmalarına, maç esnasında saha kenarından futbolculara yaptığı psikolojik eziyete falan bayılıyorum. beni bile adam eder, disiplinli bir birey haline getirir buna inanıyorum. naaann bi dakka bu illuminaticilerin 7 aralıkta beklediği felaket sakın galatasaray-fenerbahçe derbisinde, galatasarayın fenerbahçeyi 3-1 yenmesi olmasın. öyleyse fena keklemişler onları. bir de skoru önceden tahmin edebilmişlerse eğer söylesinler, onlar iyi kahve falı da bakar, bi baksınlar bakalım bu mavi-yeşil ne ayak.
öte yandan en son sevgilimden ayrılalı tam bir yıl oldu. yani aslında iki gün önce birinci yılı doldurduk. 40 gün falan sürmüştü zaten, anlarsınız ya o kadar zamanda kimse kimseye aşık falan olamaz. çok koymamıştı yani. eğer adamı sevmiş olsaydım ben de geri sayım yapardım, hatta şu an bile "acaba ona nasıl zarar versem, evini mi yaksam, arabasını mı çizsem yoksa annesini mi kaçırsam" diye düşünüyor olurdum. adamın facebook şifresi falan aklımda, açıp kimlerle ne konuşuyor ona bile bakmıyorum inanın. zaman çabuk geçiyor. mayalar 2012 aralık ayında kıyamet kopacak falan demiş ya, aslı astarı var mıdır? öyleyse ölmeden önce ağzını kırmak istediğim bazı insanlar var, elimi çabuk tutayım yani. bir de yalnız ve bekar bir insan olarak ölmek var, o üzücü ama en azından 60 yaşında evinde beslediği 40 tane kedinin pisliğinden mikrop kaparak ölmüş, apartmana yayılan leş kokusunu komşuları ihbar edince belediye ekipleri tarafından bulunup kimsesizler mezarlığına gömülmüş bir kadın olarak ölmeyeceğim, bu sevindirici.
her neyse işte canlar, bu ara da böyle saçmalıklarla haşır neşirim ama şu illuminaticilerin web sitesinde ne olmuş ne bitmiş bilen varsa bi yazsın bana ya, meraktan çatlarım. öptüm herkesleri kocaman, iyi geceler.

6 Aralık 2011 Salı

yani şaka gibisin evren ha!


her gün, defalarca kez feysbukumu kontrol ediyorum mutlaka. bi sorun neden diye? mavi-yeşil beni feysbuktan bulmuş eklemiş mi diye umutla bakıyorum, ama yok. hele o mesaj kutucuğunun üstünde mesaj olduğunu belirten rakamları görünce kalbim çarpıyor falan, açıyorum bakıyorum, yıkılıyorum tabi. çünkü gelen mesaj ya yeğenimden, ya teyzemden ya da burnumda biten istemediğim birkaç ottan. yok aşıkmış da, seviyormuş da, ne yapayım ben senin sevgini, mavi-yeşil beni sevmedikten sonra. söyler misin ne yapabilirim yani.
lise öğrencisi kuzenimin bile "ayyy abla yaa çocuk benden hoşlanıyormuş, bilmem kaç yüz tane cemre arasından arayıp ta beni bulmuş biliyo musunn" tarzında muhabbeti var, benim adım soyadım, çalıştığım firmaya kadar bütün bilgilerim o salak sitede kayıtlı olduğu halde mavi-yeşilden tık yok. onun yerine nerede zerzavat reyonundan itina ile seçilmiş tipler var onlardan gelen mesajlarla dolup taşıyor gelen kutusu. bazılarını okumaya bile yoruluyorum, yazık bir de adamlar ciddi uğraşmış oluyorlar, duygusal acıklı şeyler yazıyorlar falan. çakallara bak can evimden vuracaklar ya ondan hep. bu işlerle uğraşacaklarına mavi-yeşilin kankaları olduğunu söyleseler daha çok severim kendilerini.
gerçekten dünyanın adaleti yok. bakıyorum, hatunun cillop gibi sevgilisi var, kızın kapısında köpek modunda ama kız "ayyy baydı bu da zırt pırt arıyooo" diyor yahu inanabiliyor musunuz? bulan var bulamayan var, birinden ümit bekleyen medet uman var ki bu devirde aklı başında ve yakışıklı erkek gördünüz mü nimet muamelesi yapacaksınız. tabi o kadar apaçi ve çevik kuvvet polisi size de duygularını açsa olur olmaz yerde, siz de aynı ben gibi düşünürsünüz yekparelerim. öperim herkesi, kucak dolusu sevgiler :)

5 Aralık 2011 Pazartesi

bari bu sene bekar gezmeyelim

lisedeyken hocalar aralık ayı geldi mi başlarlardı sormaya "evet çocuklar yeni yıldan beklentileriniz neler?" diyerekten. hatta bazen edebiyat hocası kompozisyon ödevi bile verirdi bu konuda. aslında pek çoğunda samimi olmadığımız cevapları sıralardık bütün sınıf olarak. anlarsınız işte, herkesi mutlu edecek, öğretmenleri "ben böyle şahane gençler yetiştirmişim" diyerek gururlandıracak ve en önemlisi sınıftaki azınlık olan sevgi kelebeklerine "aaa manyağa bak" dedirtmeyecek cevaplardı bunlar. hepimiz, dünya barışı, terörün bitmesi, mutluluk, sağlık, huzur ve para beklentileri içinde olduğumuzu söyler, sıramızı savardık.
hemen dersin ardından da başlardık bizim kızlarla kaynatmaya, çoğumuz çok yakışıklı erkeklerin olduğu üniversite, okul kazanamazsak da az çabayla çok para kazanabileceğimiz sabah 9 akşam 5 iş, toptan rahata ermek isteyenlerimiz de zengin koca beklentisi içinde olduğumuzu anlatırdık kikirdeye kikirdeye. gel gelelim hiçbirimizin dilekleri kabul görmedi yetkili mercilerde ve hiçbirimizin beklentileri gerçekleşmedi. ha, zengin koca bulan birkaç kişi oldu ama onlar da kaideyi bozmayan istisnalar elbette. ve eklemem gerekir ki elbette dünya barışını, huzuru, sağlığı istiyorduk ama kız kıza konuşurken saydığımız dilekler daha öncelikliydi.
bugün 5 aralık olduğunu görünce takvimde, o yıllar geldi aklıma. yılbaşı gecesi, hiçbir beklentisi gerçekleşmeyen kaideler zinciri olarak mesajlar atacağız yahut da arayarak birbirimize zengin koca, çok para, çok büyük aşk dileyeceğiz. tamam, dünya barışını da sığdıracağız bir yerlere. ama biz, her yıl başında "allaaamm evlenmesem bile nişanlanayım, en azından bir sevgilim olsun, ama eli yüzü düzgün ve aklı fikri yerinde" dileğini o gece milyonlarca kez tekrarlayan yalnız kızlar grubu olacağız bu sene de. malumunuz, benim bir mavi-yeşilim var ne ayak olduğunu daha anlayamadığım, diğer kızları da görünce arada soruyorum var mı birşey diye, acı tebessümler eşliğinde evde kalma korkularımızı anlatıyoruz zaten sonrasında.
hayatta en çok korktuğum şeylerden biri de, 40 yaşıma geldiğimde bir apartman dairesinde 40 tane kediyle yaşayan, mahalle ve apartman sakinleri tarafından illetli gibi ayrım gören bir kadın olmak. elbette her doğum günümde ve yılbaşında olduğu gibi bu da ekli olacak dileklerimin arasında, "allaaamm nolur 40 yaşıma geldiğimde kedi besleyecek kadar yalnız olmayayım, bir kocam bir yuvam çocuğum falan olsun" diyeceğim bütün kalbimle. yani elbette yalnız da yaşayabilecek kadar aklı fikri kendine yeten insanlarız ama bakıyorsun yaşıtların hatta senden daha küçükler nişanlanıyor, evleniyor, çocuk doğuruyor falan. ortak bir arkadaşın düğününe gittiğinizde o kocasıyla geliyor, sen ya kardeşinle, ya kuzeninle ya da seni yalnız bırakmasın diye yalvar yakar oraya götürdüğün ortama tamamen yabancı bir arkadaşınla. o ortalıkta koşturan küçük çocuğunun peşinden sürükleniyor, sen masaya mıhlanıp gelen pastayı kemirip limonata sarhoş eder mi testi yapıyorsun. o kocasıyla dans ediyor, sen onun çocuğunu oyalamak için agucuk gugucuk yapıyorsun. o evli ve mutluyken ve bir de çocukluyken, senin yalnız yaşaman hiç adil değil, değil mi?
"bu sene de bekar gezelim" şarkısı hayatımızın soundtracki olmuş yani. hayır aksi gibi, gelen kısmetler ya bize uymuyor, ya da kendimize uydurduklarımız çoktan kapılmış durumda. kısmetsizlik var zannedersem, kızlara söyleyeyim de cuma günü cuma saati Ulu Cami'nin bahçesinde başımızın üstünde çorap sökelim. sökelim ki, çorap söküğü gibi gelsin kısmetler, sevgililer. sevgililer dedim de, vallahi çoğunda gözüm yok, bir tanecik olsun eli yüzü düzgün aklı fikri yerinde olsun. çok şey mi bu istediğim canım. ama Tanrım, ne olursun biz bu sene bekar gezmeyelim. yani tamam evlenmek şart değil de, en azından bir nişan, ileriye dönük ciddi bir ilişki olsun yani.

4 Aralık 2011 Pazar

gerçeklerim beklentilerinizi karşılamıyor mu? olabilir, sıkıntı yapmayın...

son zamanlarda sinirimi en çok bozan mevzulardan bir tanesi de "gerekirse kendimizden ödün vermeliyiz" durumu. hayır bu gereklilik kime göre ve neye göre onu bileyim önce. bana kalırsa kendime ayıracağım, kendimi şımartacağım bir kuple zamanı başka şeyler uğrunda feda etmek oldukça gereksiz. hele hele konu parayla alakalıysa, inanın gözümde hiçbir anlamı kalmaz. son zamanlarda insanların hayallerinde yarattıkları karakteri benim bedenime yüklemek istiyor olmaları çok komiğime gitmeye başladı. karakter de karakter olsa hani, eski türk filmlerindeki fedakar ve cefakar uşak rolü resmen bu. lütfen birisi onlara filmlerin sonunda katilin uşak çıktığını hatırlatsın yani. ayrıca benden olsa olsa "dadı" dizisindeki uşak pertev olur. sivri dilli, huysuz ve laf ebesi. yani beklentileri karşılayamayacak bir gerçek olduğum için üzgünüm ama bu iş böyle.
bir de şu olaya gıcığım. hayır benim hayat prensiplerim falan belli, hiçbirşey yapmamak için herşeyi yaparım. olaylara ve düşüncelere yaklaşımım da besbelli "çok ta fifi açıkçası" diyen bir insanım. ama günde 40 defa kulağıma "feda et, cefa çek, ödün ver" diye fısıldıyorlar da amaçları ne yani. acıklı film mi çekiyoruz burda, çilekeş kadın rolünde miyim, başkaları mutlu olsun diye saçını süpürge eden Hülya Koçyiğit değilim ki ben bu filmde. yahu daha kaç gün kaç yıl yaşayacağımı bilmediğim bir dünyada neden ve ne için kendimi üzeyim. neden kendimi yorayım. neden ben fedakarlık edeyim, benim canım yok mu, robot muyum ki bir dakika dinlenmeden sosyalleşemeden yaşayıp gebereyim. çok büyük beklentiler içindeler de olmuyor işte, kişiliğim müsade etmiyor. başkaları söz konusu olduğunda arada bir yüzünü gösteren vicdanım, kendim söz konusu olduğunda da sızım sızım sızlıyor. hadi daha net söyleyeyim durumu, yapmam gerekenleri yaptıktan sonra canım daha fazla birşey yapmak istemiyor. içimden gelmiyor.
feda etmeyip, cefa çekmeyip ödün de vermeyince yapıştırılan "işe yaramaz" etiketinden de illallah geldi artık. hayır ne yapabilirim yani, ben de böyleyim işte, bu kadar insanım. neden değiştirmeye çalışırlar anlamam. bir de güya gaza getirmek için, işe yarayan biri olduğumu kanıtlamam için söylerler ya bunu, inanın o zaman hiçbirşey yapmayasım geliyor. benim kafam bu yönde çalışıyor, hiçbirşey yapmayayım madem o zaman görsünler üzerime düşeni yaptığımda ne kadar işe yarıyorum diyorum kendi kendime. hırs yok işte bende ki hırslı olmak kötü birşey zaten. kuduz köpekler gibi olurmuşum gibime geliyor hırslı olursam. sakin bir hayatı her zaman tercih ettiğim için uğraşamıyorum böyle duygularla. kendimi üzemediğim için de hırslı bir insan olamıyorum. tamam biraz bencil olabilirim ama inanın bencil olmazsak eğer insanlar sömürmeye doyamazlar.
çok çalışarak, deliler gibi çalışarak süper bir kariyere sahip olabiliriz ama sinir hastası olduktan sonra da tüküreyim ben o kariyere yani. insanları anlamıyorum bazen, onlar da beni anlamıyor pek çok konuda. biraz daha fazla para kazanmak için ultra çaba sarfeden insanlar neyin kafasını yaşıyorlar. yatağa uzandıklarında normalden çok daha yorgun bedenleri onlara küfretmiyor mu? ufacık olaylar karşısında paniğe kapılan, paranoyalar üreten ve etrafındaki insanlara hayatı dar eden hastalıklı ruhları aynaya baktıklarında tükürmüyor mu yüzlerine? peki değer mi biraz daha para kazanmak için, bilmem ne sorumlusu, bilmem ne müdürü olmak için bu kadar yorulmaya üzülmeye? bilemiyorum belki de onlarınki normaldir ve onlar da benim rahatlığımı anlayamıyorlardır. işkolik değilim işte, modern çağın en önemli hastalıklarından birine yakalanmadım henüz.
bir de hayatın "düşünenler" kısmı var. bir takım insanlar işi gücü bırakıp başkalarının özel ya da sosyal hayatını düşünür, hal ve gidişatlarına kafa yorar, kimi zaman abi abla nasihati verir kimi zaman da arkadan dedikodu yapmakla yetinir. açıkçası şunu söylemeliyim, hiç umrumda bile değil ne dedikleri. okuduğum kitaptan görüştüğüm insana kadar, yazdığım blogdan twitterda takip ettiğim insana kadar, gittiğim kafeden yediğim yemeğe kadar konuşuyorlar yoksa. her birini dert edip, "ay aman bilmem ne abiyle bilmemkim abla iyi düşünsün diye gitmeyeyim bu arkadaşlarla şuraya" dediğim vakit hayatımın kontrolü ellerimin arasından kayacak ve sevgili düşünürlere kalacak. zira internet kullanıcısı olmama bile edecek lafları var bu insanların ve kaale alınmadıklarının da çok net farkındalar. kendimi mutlu etmek en temel prensibim olduğu için hiç takılmıyorum böyle mevzulara ve yeri geldiğinde "bu düşünebildiklerini gösterir ve güzel birşeydir" diyerek ayarlarını bozuyorum. ne yapayım, dilim de fikrim de sivri biraz.
etrafımdaki insanların beklentilerini karşılayamayacak gerçeklere sahip olduğum için kendimle de gurur duyuyorum. ne mutlu bana ki toplum adına düşünenlerin, mahalle baskısını oluşturan özel hayat dedektiflerinin istediği gibi değil, olmak istediğim gibi bir insanım. başkalarının beklentilerini gerçekleştirmek için değil, kendi gerçeklerimi yaşayarak kendimi mutlu etmek için hayatta olan bir insanım. bir nefesim var Allah'ın emaneti, biliyorum ki trilyonlarca servete mala mülke sahip olsam da öteki tarafa benimle gelecek olan bir tek kefen bezi. biraz bencilim ama, keyfim de yerinde çok şükür. takmayalım o düşünenleri, fedakarlık bekleyenleri, hayat çok kısa ve güzel zaten. ayrıca dünya nüfusu da çok kalabalık, elbette bizi de olduğumuz gibi kabullenecek insanlar vardır. öperim herkesi, sevgiler.

2 Aralık 2011 Cuma

kafamda deli sorular..!!

nihayet bugün mavi-yeşili görebildim. ama bu sefer de aklıma başka soru işaretleri takıldı. adam acaba egosunu şişirmek "hahaha bu da benden etkilendi, tüh ya yakışıklılığa bak buna kim karşı koyabilir" demek için mi baktı bana bön bön. hayır anlamıyorum yani, o yaşta bir adam utangaç olamaz değil mi? gelmiş 30 yaşına nerden baksanız. uf Allahım delireceğim ya, her gördüğümde dünya kadar soru takılıyor beynime, görmediğimde de neden yok ortada diye kahroluyorum. aslında elif haklı, böyle böyle paranoyak olacağım korkarım, en iyisi akışına bırakmak değil mi? bir de bunu becerebilsem, cool olabilsem ne güzel olacak. elin insanları ne de güzel beceriyor cool takılmayı, özeniyorum vallahi.
öte yandan, bankada çalışan ve ezelden beri beğendiğim bir adam daha vardı, hayatımda ilk kez bir sarışını beğenmiştim. ama aşık olmak gibi bir durum yok ortada, aman maşallah dediğim ve geçtiğim bir insandı. o da şu hem cool hem de karizmatik olan adamlardan. evlenmişti yakın zamanda, eşini görmek bugüne kısmetmiş. mağazanın önünden geçerken uğradılar şöyle bir, eşiyle bizi tanıştırmak istemiş. şimdi bunda ne var be manyak diyeceksiniz ama, o adam o kadınla evlenirken aklı neredeymiş dedim yani. hem kadın daha yaşlı, hem çirkin hem de şişman. nerden baksanız ablası gibi duruyor ve en az 5 yaş büyük gösteriyor. bir gülüşü var alllaaammm öleyim ben, o suratı kasım kasım kasılıyor gülerken bile. aklıma çeşitli sebepler geldi bu evlilik için. birincisi; bizimki bunla tek gecelik takılmak istedi, derken o gece korkudan kalp krizi geçirdi ve yoğun bakımdayken henüz şuuru yerinde değilken kadın bunu kafalayıp hemencik evlendi.
ikincisi; kadın aşırı zengin, mantık evliliği yaptı bizimki de. ama nasıl bir mantıktır bu ya, rahmetli Aysel Gürel bile hem daha güzel hem de daha sempatiktir bu kadına göre. görüntüsüne bu kadar önem veren bu adamın bu kadınla evlenmesi hangi mantığa sığar ki mantık evliliği olsun. yakışıklı adamlar neden çirkin kadınlarla evlenir hiç anlamam. evet, çirkin kadın vardır ve ne kadar bakım yaparsanız yapın bir halta yaramaz. evet, çirkin kadın vardır ve ne kadar votka içerseniz için o kadın göze güzel gelmez.
üçüncü ihtimal de bu kadın bizimkine kesin büyü yaptırdı. aslında bu en mantıklı ihtimal, başka da bir açıklaması olamaz bence. nerede yaptırdıysa ne yaptırdıysa bayağı işe yaramış. bana da söylesin de mavi-yeşile yapayım o büyüden. kapımda fino köpeği gibi dolansın dursun da acı çektireyim. töbee allaaammm ya neler der oldum, en iyisi ben cool kız oyununa adapte olmaya çalışayım. zaten şu sıralar canım sıkılıp duruyor suratsızlığım üstümde, zor olmaz kanımca.
hala daha görüntünün şokunu atlatamadım ama ya, görseniz bana hak verirsiniz zaten. ileride bir gün mavi-yeşil de çirkin bir kadınla evlenirse çok üzülürüm. tamam, çok süper güzel bir kız değilim, boyum kısa mesela ama, benden çirkin biriyle evlenmesi koyar hani. öf döndüm yine mavi-yeşile. daha fazla onu yazıp saplantı haline dönüştürmeden iyi geceler dileyeyim herkese. hadi öptüm, yine de dua edin mavi-yeşil beni sevsin. :)

1 Aralık 2011 Perşembe

birinin ahı var ama üstümde hadi neyse

iki gündür evrene açık mesajlar gönderiyorum mavi-yeşili göreyim diye, şu adamı getir bana evren diyorum ama yok ne dediysem tersinden anlamış ki kim bilir nerelere götürdü onu da göremedim. ne dualar ediyorum Allahım ne olur o benim sevgilim olsun diye, nasıl yalvarıyorum yüce rabbime göreyim diye ama yine yok, adeta köpeğin duası kabul olsa gökten kemik yağardı durumunu yaşıyorum. adam sırra kadem bastı yine, tuvalete gidemiyorum yahu acaba ben yokken geçer mi diye düşünmekten. sırf bu yüzden bile bana deliler gibi aşık olması lazım bu adamın yani. Allahım vazgeçtim trip atmaktan, görünce gözlerimi monçiçi gibi açıp bakacağım o mavi-yeşil gözlerine.
hayır en kötüsü de şu, pasajdan kimseye anlatamıyorum durumu. yarın bir gün bu adam sevgili yapıp geçerse bizim oralardan "aa bak seninki sevgili yapmış gördün mü?" sorularına tahammül edemem çünkü. bir tek en yakın arkadaşım elif biliyor olayı, o da kendisini görmedi daha. bugün öğlen elifle beraberken okunan ezana bile yalvardım.
- ya rab, bana mavi-yeşili ver, sevgilim olsun, benim olsun.
+ kızım deme öyle hayırlısını iste Allahtan.
- bana ne ya hayırsızlığından, hem o benim sorunum, sevgilim olsun yeter!
elif bu diyaloğun ardından "seni hiç iyi görmüyorum, kendine gel biraz ya akışına bırak" dedi. ama onu görse akışına bırakamayacağımı o da kabullenir. neden ortalıkta mavi-yeşil diye diye gezdiğimi anlar o zaman. tam hayalimdeki profil adam ya, hayalimde birinin olduğunu bile bu adamı gördükten sonra kavrayabildim.
ümidim yarında, yarın belki görürüm. zaten bugün onun dışında ne kadar istenmeyen talip varsa gördüm herbirini. bir tanesi kibarlıktan kırılacak nerdeyse ama olamaz böyle birşey. hiç tarzım değil, hem top sakalı var, hem teni bembeyaz ölü gibi, hem de saçları uzun ve siyah. uzun saçlı erkeklere karşı bir antipatim yok elbette ama adamın saçları benimkinden daha güzel neredeyse ve daha sağlıklı. bu şartlar altında bir ilişki yürütemem, o saçları kıskanırım yani. bir de kırıla kırıla konuşması yok mu, ben bağyan olduğum halde o kadar kasmıyorum kendimi. bir de entel tavırları var ki, ölür müsün öldürür müsün. her konuda bilgi sahibi pozlarında falan böyle. tamam bilgili ve zeki erkeklerden hoşlanıyorum zaten ama her fırsatta ne kadar çok şey bildiğini kanıtlamaya çalışan erkek itici oluyor. sorarsak söyle, konu açılırsa anlat di mi ama?
öteki de tam bir çocuk. diğerinin aksine entellikle alakası yok. sevgilisi var hatta şu ara. kızdan "benim hatun" diye bahsediyor falan, al eline terliği vur ağzına o zaman. bugün geldi mağazaya, bizim mağaza sorumlusu abla çok sever onu, sohbet ediyorlar ama bana da laf sokuyo küçük beyniyle. "sen beni yaktın inşallah yanarsın" triplerinde. acaba onun ahı mı tuttu nan beni de mavi-yeşilime bir türlü kavuşmak nasip olmadı. bir de "bedenim onun ama ruhum hep seninle" ayakları yok mu, al adamı öldür öldür bırak yani. haa pardon adam mı dedim, çocuk daha abileri ablaları çocuk.
sanırım beni bu ikisinin ahı tuttu, mavi-yeşil için ölüp tükendiğim, her boş anımda gelsin diye hatimler indirdiğim şu günlerde bu iki laleyi görüyorum bir tek. ama öyle de birşey varsa var yaaaa, ahdım olsun yakarım çıralarını. çok sinirlendim ama. şimdi en iyisi gidip solitairede fal açayım biraz kafam dağılsın, sonra da sözlük'te takılırım biraz. dün akşam çok eğlenceliydi ortam, merak ederseniz sözlüğümüz bir tık ötede. ben de wodkaenerjii adıyla yazmaya çabalıyorum falan işte. öpüyorum herkesleri, kendinize iyi bakın veeeee tabi ki cherry ve mavi-yeşil için dua edin de kavuşsunlar.
 
↑Yukarı